Altınoluk Dergisi, 1990 – Agustos, Sayı: 054, Sayfa: 030
FETH el-MEVSİLİ
Adı Feth bin Said, künyesi Ebu Nasr, nisbesi el-Mevsilî. Musul meşayihının ulularından. İbnü’l-Cevzî’nin Sıfatü’s-Safve adlı eserinde verdiği bilgiye göre bu isimle anılan iki zat vardır. Birisi Feth bin Muhammed el-Ezdi el-Mevsilî’dir ve Ebu Muhammed, künyesiyle anılır. Diğeri Feth b. Said el-Mevsilî’dir ve Ebu Nasr künyesiyle anılır. İlkinin vefatı 170/786, ikincisinin vefatı 220/835’dir. Bu duruma göre ikisinin ayrı şahıslar olduğu ortaya çıkmaktadır. Tabakat kitaplarında bu iki zata ait menkıbeler, çoğu zaman “birbirine karışmıştır. Bizim konumuzu ilgilendiren Feth bin Said el-Mevsilî’dir. Bişr el-Hafî, Serî Sakatî ile çağdaş olan Feth el-Mevsilî, İsa bin Yunus ve akranından hadis rivayet etti. Muafa bin imran ile dosttu. Bişr ei-Ha’fî’yi ziyaret için Bağdat’a gittiği olurdu. İlim ve irfanı kadar, zühd ve veraı ile de meşhurdu.
Feth el-Mevsilî, kazaya rıza, belaya sabretmek hatta şükretmek lazım geldiğine inananlardandı. Nitekim önce baş ağrısına tutuldu, sonra bacağı topal oldu da şöyle niyaz etti: “Ya Rabbi beni peygamberlerini denediğin belalara müptela kılıyorsun. Bunun şükrü bir gecede dört yüz rekat namaz kılmaktır.”
Dünyaya kul ve köle olmaktan çok korkardı. Bir gün birinin elinde bir miktar bal, diğerinin elinde bir miktar azık bulunan iki çocuk gördü. Yanında azık bulunan bal bulunana dedi ki:
– Yiyeceğinden biraz bana da versene.
– Eğer benim köpeğim olmayı kabul edersen elimdekinden sana da veririm, dedi. Bunun üzerine ilki:
– Peki kabul, dedi. O da ona yiyeceğinden bir miktar verdi ve ağzına bir ip bağlayarak gem gibi onu çekip sürüklemeye ve ona köpek muamelesi yapmaya başladı. Durumu müşahede eden Feth şöyle dedi:
– İşte dünya da böyledir, kendisinden bir şey isteyeni ve kendi lokmasından yiyeni köpek yerine koyar ve onu istediği yere sevk eder.
Feth Mevsilî’ye bir adam gelip dua talebinde bulundu. O şöyle dua etti: “Allahım, bize ihsanda bulun, bizim üzerimizden perdeni kaldırıp bizi mahcup etme. Bizi kazana razı, olanlardan eyle!”
Sevdiklerine, dost ve yakınlarına karşı teklifsizdi. Nitekim bugün dostu İsa et-Temmar’ın evine geldi, fakat dostunu evinde bulamadı. Evde İsa’nın hizmetine bakan cariyeye:
– Bana kardeşim İsa’nın kesesini getir, dedi. Cariye keseyi getirdi. Feth ondan iki dirhem aldı ve keseyi geri verdi. Bir süre sonra İsa evine geldi. Cariye olanları anlattı. Feth’in geldiğini ve kesesinden iki dirhem aldığını söyledi, İsa dedi ki:
– Eğer bu söylediklerin doğruysa hürsün.
Araştırdı ve cariyenin söylediklerinin doğru olduğunu öğrenince sevincinden cariyeyi azad etti.
Feth el-Mevsilî bir gün gecenin geç saatlerinde evine geldi ve ailesine:
– Bana yemek hazırlasanız, dedi. Onlar da:
– Evde yiyecek namına hiçbir şey yok, dediler.
Feth:
– Peki niye karanlıkta oturuyorsunuz? diye soracak oldu. Şu cevabı aldı:
– Evde yakıp aydınlanacak bir kandil, bir mum mu var?
Feth bu halden hoşlanarak şöyle iltica etti: “Ya Rabbi, benim gibi günahkar birini böyle yemeksiz ve kandilsiz bırakarak peygamberler gibi sıkıntı ve fakr ile imtihan ediyorsun” dedi ve vecd ile sevinç gözyaşları döktü.
KALBDE ZİKİR DİRİLİĞİ
Zikir ile kalb diriliği arasında bir bağlantı kurar ve derdi ki:
“Kalbi, gıdası olan zikirden bir müddet bile mahrum bırakmak, onu öldürmek demektir”
Dünyaya değer vermeme (zühd) ve helal lokma (vera) konusunda son derece titizdi. Büyükler arasında anılışı da bu sebeptendi. Nitekim çağdaşı ve arkadaşı Muafa bin İmran’a biri sordu:
– Feth el-Mevsilî, amelinin çokluğu sayesin de mi büyükler arasında anılıyor? O, şu karşılığı verdi:
– O’nun asıl büyüklüğü, dünyayı iradesiyle terk edişinde ve gönlünde dünyaya yer vermeyişindeydi.
Kalbi zikre önem verirdi. Kalbi zikre devam eden kimsede Gerçek Sevgili’yle ferahlanıp neşelenme halinin zuhur edeceğini söylerdi. Ulu ve Yüce Allah’a özlem duyanın ondan başka fani sevgililerden yüz çevireceğini ifade ederdi. Çünkü nefsinin isteklerine Hakk’ı tercih edene Allah kendi sevgisini verirdi, masivadan geçirirdi. Böyleleri daima hukuk-ı ilahiye saygı duyduklarından her zaman O’nun celal ve cemalini temaşa ederdi.
TEVEKKÜL VE TEDBİR
Tevekkülü tedbiri terk olarak değil, gönülden Allah’a güvenmek anlamında bir kalb işi olarak görürdü. Nitekim bir gün Bişr el-Hafî’nin hanesine vardı ve yemek istedi. Getirdiler. Birazını yedi, geri kalanını bir torbaya koyup alıp gitti. Bişr el-Hafî’nin kızı onun bu davranışı karşısında:
– Babacığım siz Feth el-Mevsilî, tevekkül ehlinin imamıdır, demez miydiniz? Bu nasıl tevekkül ki yemeğin kalanını bile yüklenip gidiyor? diye sordu.
Bişr şu karşılığı verdi:
– O bunu sizi imtihan için yaptı. Sizin kanaatlerinizi düzeltmek istedi. Çünkü siz tedbiri tevekküle mani sayarsınız. Oysa ki Allah’a karşı kalbi güveni sağlam olanın böyle bir yemeği alıp gitmesi tevekkülüne zarar vermez. Gönlüne sevgisini yerleştirmemiş kimsenin zenginliğinin zühdüne zarar vermediği gibi. Çünkü tevekkül de, zühd de her şeyden önce bir kalb ve gönül işidir. Bu yüzden Ömer bin Abdülaziz’in varlık içindeki zahidliği, Veysel Karani’nin fakirlikteki zahidliğinden daha üstün sayılmıştır.
Feth el-Mevsilî, bir bayram gününde dostlarından İbrahim bin Musa’yı ziyaret etti. Orada başlarında başlık ve taylesan bulunan giyimli kuşamlı insanlar gördü ve şöyle konuştu:
– Elbise dediğin yıpranmaya, vücud dediğin çürümeye mahkumdur, bunlar hep fani şeyler. Fakat görüyorum ki şu giyimli kuşamlı insanlar, bütün varlıklarını karınlarına ve sırtlarına harcamışlar. Rabları katına amel olarak gönderdikleri ise müflislikten başkası değil!
Kalbin diriliğini zikirden sonra, ilim hikmet ve sohbette görür, şöyle konuşurdu: “Yeme ve içmeden uzak tutulan insan, neticede nasıl ölürse, ilim, hikmet ve salih kimselerin sohbetinden mahrum bırakılan kalb de ölür.”
Ma’rifet ehlini şöyle anlatırdı:
“Gerçek ma’rifet ehli, konuştuğunda Hakk’ı anlatan, bir işi yaptığında Allah için yapan, isteklerini halktan değil, yalnızca Hakk’tan isteyen kimselerdir”
Tevazu ölçüleriyle ilgili olarak rüyasında Hz. Ali’den şöyle talimat aldığını anlatıyor:
– Bir gece rüyamda Emiru’l-mü’minin Hz. Ali (r.a.)’yi gördüm. Kendisinden nasihat ve öğüt istedim. Buyurdu ki:
– Ben, tevazudan daha güzel bir şey görmedim. Hele, sadece Hakk’ın rızasını kazanmak için zenginin fakire gösterdiği tevazu, hayırların en güzelidir. Bundan daha da güzeli, fakirin Allah’a olan güveninden dolayı, zengine karşı gösterdiği müstağni tavır ve vakardır.
Feth, ağlamayı severdi. Ama ağlamasına riya karışmasından da ürkerdi. Yine bir gün gözlerinden kanlı yaşlar akıtarak ağlıyordu. Yanındakiler:
– Niçin böyle gözlerin yaşlı ve kanlı? diye sordular. Şu karşılığı verdi:
– Günahlarımı hatırlayınca gözlerimden yaşlar boşanıyor. Ağlayışım ihlassız ve riya dolu olmasın diye gözlerimden kan akıtıyorum.
Halk île ülfetin Hakk ile sohbete mani olacağına inanır ve bunun tasavvuf ricalinin ittifakla benimsedikleri bir husus olduğunu anlatırdı: “Her biri abdaldan sayılan otuz şeyhin sohbetinde bulundum. Hepsi de Hakk’ın dostluğuna mani olan halk ile sohbetten sakındırmış ve az yemeyi öğütlemişti.”
Bir Kurban Bayramı’nda mahalle arasında dolaşırken halkın kurban kestiğini görünce: “Allahım, biliyorsun ki senin için kurban edilebilecek hiçbir malım yok” dedi ve elini boğazının üstüne götürerek “bende sadece bu var” dedi ve yere yığılıp kaldı. Çevreden görenler, koşup geldiklerin-de onu baygın bir halde buldular. Yüzünü su ile meshederek ayılttılar. Feth el-Mevsilî bu olaydan sonra pek fazla yaşamadı ve rahmet-i Rahman’a kavuştu.
-rahmetullahi aleyh-
Kaynaklar: Hılyetü’l-evliya, VIII, 292-294; Sıfatü’s-saive, IV, 183-189; Tezkiretü’l-evliya (trc. S. Uludağ), s. 375-377; Nefeha-tü’l-üns (trc. Lamiî Çelebi), s. 101; Şa’rani, et-Tabakatü’1-kübra, I, 68; îbnü’l-Mulakkın, Tabakatü’l-evliya. s, 276-279; el-Kevaki-bü’d-dürriyye,I,151