Altınoluk Dergisi, 2000 – Ocak, Sayı: 167, Sayfa: 005
İnsanı kuşatan en önemli çevre faktörlerinden biri de zamandır. Birimleri saat, gün, hafta, ay, yıl ve asır gibi değişik ifâdelerle anlatılsa da hedef bellidir: İnsanın kullandıkça tükettiği bu en kıymetli sermayesini en iyi biçimde değerlendirmek. Allah Teâlâ’nın Kur’an-ı Kerim’de zamanla ilgili pek çok konuya yemin etmesi bundandır. Asr, gün, gece, kuşluk vakti, sabah, güneş, ay ve yıldızlar, Kur’an’da Allah’ın üzerlerine yemin ettiği zaman ve dehr ile ilgili kavramlardır. Allah Teâlâ bu yeminlerle âdetâ bizi zaman konusu üzerinde düşünmeye ve zamanı en iyi şekilde değerlendirmeye çağırıyor.
Zamanın akışı sırasındaki geçiş dönemleri ile bazı özel anlamlı dönemler aslında insanın kendi kendini hesaba çekme konusunda kilometre taşlarıdır. Gündüzün aydınlığı kaybolup gecenin karanlığı çöktüğünde gündüzün muhâsebesini yapmak ve gündelik amellerini gönül terâzisinde tartmak tavsiye edilmiştir. “Hesâba çekilmeden önce kendinizi hesâba çekin, amelleriniz tartılmadan önce siz tartın.”Gece yatağa girince bu tür bir muhâsebe nasıl bir zaruretse sabahın seher vaktinde uyanıp Cenâb-ı Hakk’ın rahmet, mağfiret ve şefkatine sığınarak bir muhâsebe de öylesine bir zarûret ve vazifedir. Nitekim Allah Rasûlü: “Gecenin sabaha yakın saatlerinde Allah Teâlâ dünya semâsına rahmet ve mağfiretiyle nüzûl ve tecellî edip: Yok mu duâ eden icâbet edeyim? Yok mu benden bir şey isteyen vereyim? Yok mu mağfiret dileyen bağışlayayım? buyurur” (Buhâri, Teheccüd, 14) demektedir.
Cuma günü haftalık; ay sonu ve başı aylık; kandil geceleri, üç aylar ve özellikle Ramazan, yıllık muhâsebe imkânı vermektedir. Özellikle Şaban ayının onbeşinci gecesi olan Berat kandili bir yıl boyunca meydana gelecek olayların görevli meleklere tevdî edildiği bir gece olması ve hemen mağfiret iklimi Ramazan’a tekaddüm etmesi bakımından yıllık muhâsebe için çok önemli bir fırsattır.
Bunun dışında meydana gelecek pek çok fiziki ve sosyal olay da insanların silkiniş ve toparlanışı ve muhâsebesi için güzel vesileler olarak değerlendirilebilir. Özellikle deprem, yangın ve sel felâketi gibi tabiî âfetlerle; pek çok sosyal problemler bu konuda önemli fırsatlardır. Bu yıl yaşadığımız iki büyük deprem bu mânâda bir sorgulama için önemli bir vesileydi.
Kur’ân’ın “Asr” olarak ifâde ettiği zaman dilimi ile Allah Rasûlü’nün “dini yenilemek için her yüzyılda bir müceddidin geleceğini” haber veren hadisi, yüz yıllık zaman dilimlerinin de toparlanma için ümmet ve milletlere sunulan önemli fırsatlar olduğunu ortaya koymaktadır.
Kur’an’da özel bir sûrenin adı olan “Asr” kelimesi gece ve gündüzü kapsayan ve genel zaman anlamına gelen dehr, gündüzün zevalden sonraki ikindi vakti ve bir şeyin özel vakti gibi anlamlar taşımaktadır. Bu kelime mutlak zaman, özellikle içinde bulunulan zaman ve yüz senelik zaman anlamına da gelir. Gerçi son anlamda Arapça’da daha çok “karn” kelimesi kullanılmaktadır.
Asrın “Dehr” mânâsına olan mutlak ve küllî zaman anlamı, üzerinde düşünülmeğe değer bir husûsdur. Böyle bir zaman birimi üzerine yemin etmenin hikmeti, insana devamlı musîbetler yağdıran zamanın acıları ve büyük olaylarıyla değişmelerine dikkat çekmek ve uyarmaktır. Zaman bir taraftan ardı arkası kesilmeyen hareket ve değişimi, bir yandan da sükûn, sâbitlik ve devamlılık ifâde eder.
İnsanın ömrü, sermâyesi ve en kıymetli hazinesidir. İnsan ne kazanacaksa onunla kazanacaktır. Ömür ise külli zamandan bir parçadır. Ömür her nefes, her saat harcanıp tükenmekte ve her nefes geçtikçe hesap vakti yaklaşmaktadır. Eğer bu nefesler insanın istediği gibi kullanacağı şekilde kendisine aid olsaydı, insan onu dilediği gibi kullanmakla hiçbir zarara uğramazdı. İnsanın ömürden bütün istifadesi, harcama ve alış verişinden elde edilecek kârına bağlıdır. Onun için “İnsana çalışmasından başka birşey yoktur” (en-Necm, 53/19) buyurulmuştur.
Asr sûresinde Cenâb-ı Hakk, asra; zaman dilimine yemin ile insanlığın zararda olduğunu belirterek bu sermayeyi bilinçsizce tüketmenin zararına dikkat çekmiş oluyor. Çünkü kârsız geçen her an, o değerli sermayeden heder edilen bir ziyândır. Zamanı delip kardelen çiçeği gibi çıkan îmân ve sâlih amellerle insan, ebedî saadetin kapısını aralama imkânı bulmaktadır. İnsan, ömrünün hangi lâhzada sona ereceğini bilemediği için her nefesi son nefes ve ganimet bilerek ve’l-asr sûresinin rûhuna sâhip çıkmalıdır. Ne buyuruluyordu Asr sûresinde: “Asra kasem olsun ki, insan mutlak bir hüsrandadır; ancak o kimseler başka ki, iman edip sâlih ameller işlediler, birbirlerine Hakk’ı tavsiye ettiler ve birbirleriyle sabır husûsunda vasiyetleştiler.”
Sûrenin ilk âyetinden insan için ziyân ve sıkıntının asıl olduğu anlaşılmaktadır. İnsanın gerçek saâdeti, dünyanın acısına ve tatlısına iltifât etmeden âhireti sevmek ve ona yönelmektir. Ancak insanların ekserisi dünya sevgisi ve talebi ile meşgul ve meşbû olduğu için zarar ve helâke düçârdır. Bu helâktan kurtulabilecek olanlar şu dört sıfata sahip olanlardır.
1. İman edenlerdir. Allah’ın varlığını birliğini ve indirdiğini kabûl ile iyi ve kötünün, hayır ile şerrin, isyankâr ile itâatkarın Allah nezdinde farklı olduğuna ve her yapılan işin karşılığının verileceği kıyamet gününe ve daha inanılması gereken herşeye inanmışlardır.
2. Güzel ameller işleyenlerdir. Bunların imanları sâdece dillerinde ve gönüllerinde kalmamış, akıllarına, duygularına ve topyekün organlarına nüfûz etmiş ve davranışlarına yansımıştır. Yasaklanan şeylerden kaçınmışlar, tertemiz ve istikamet üzre bir hayat yaşamışlardır. İşlerine ve muâmelelerine hîle, hud’a ve riyâ karıştırmamışlardır. Allah’ın emrettiği ve İslâm’ın esasları sayılan amel ve ibâdetler iki temel üzeredir. Birincisi et-Ta’zim li-emrillâh; yâni Allah ile ilişkisinde kulluk bilinciyle hareket ederek ilâhi emirleri yüceltmek. Namaz ve oruç bu türden olup kulun gönül dünyasını imâra, imânını takviyeye ve ihsân kıvamında bir kulluğa ermeye yardımcı olur.
İkincisi: eş-Şefekatü li-halkıllâh, yâni Allah’ın yaratıklarına şefkat ile muâmeledir ki, zekât ve sadaka bu türdendir. Hac’da ise ikisi birden yaşanmaktadır. Yâni hem ilâhî emirleri yüceltme, hem de yaratılanı Yaratanından ötürü sevme husûsiyeti birlikte idrak edilmektedir.
3. Birbirlerine Hakk’ı tavsiye edenlerdir, Hakk, Allah’ın isimlerinden biri olduğundan bu âyet öncelikle O’na yönelişi; iman, amel ve sözlerin hep Hakk için sarfedilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Çünkü Hakk için sarfedilmeyen her şey boştur ve hüsranı gerektirir. Hüsran ve ziyandan kurtaracak iman, amel, söz Hakk’a müteveccih olandır. Her şey Hakk’ın elindedir. O’nun elinde olana ulaşmak için de O’na koşmak lâzımdır. O’na koşmayan, O’ndan kaçan O’nun elindekine ulaşamaz. Ayrıca Hakkı tavsiye etmek, hakk üzere vasiyetleşmek maruf; yâni doğru ve güzel olanı yaymak için dayanışma içinde olmak ve yardımlaşmak demektir. İyiliği emir ve kötülüğü nehyetmenin müessese haline gelmesi toplumlarda kötülük ve fenâlığın yayılmasını önler. Toplumsal dayanışma ve sosyal müeyyidelerle toplumun mütecânis yapısını geliştirir. Toplum ferdleri farklı karakter yapısında olsalar da ortak akıl ile müşterek değerlere sahip olurlar ve ortak bir nabız oluştururlar.
4. Birbirleriyle sabr üzere vasiyetleşenlerdir. Hakk’ı tavsiyeden sonra Hakk ile buluşan insanların bu güzelliği elinde tutabilmesi için ödeyeceği bir bedel vardır. O da sabırdır.
Hakk’ı kabul ve ona riayet konusunda insanın karşılaşacağı en büyük engel nefsidir. Dünyanın çekiciliğine kolayca aldanan nefs, hevâsının baskısı sonucu Hakk’a teslimiyet ve bağlılıkta çoğu zaman bocalar. Bir dış destek ve yardım görmeyince Hakk’a itâat konusunda gevşeyebilir. Bu yüzden insanların birbirlerine uyarıları Hakk’a itâat ve Hakk’ı kabûl noktasında çok gereklidir. Bu uyarının ardından nefs engelinin sabır ile aşılması mümkündür. “Sabırla koruk helva olur” demişler. Hakk yolunda yürümek çok kolay bir iş değildir. Yerine göre mücâdeleyi, acı çekmeyi ve zorluklara katlanmayı gerektirebilir, Hakk yolunda güzel iş görmek, bu dünyada güzel işler yapmak ve bu uğurda can vererek Hakk’a şehid olarak kavuşmak en büyük saâdettir. Ancak bunların hepsi azim ve sabıra bağlıdır. Zaten sabır nefsin iyi bir şey yapmak veya kötülüklerden kaçınmak için acıya ve meşakkate tahammül göstermesi, sızlanmayı terketmesidir. Allah’dan yardım dilemenin fiîli yolu sabır, kavlî yolu duâdır.
Sabır Hakk’ta direnmede olduğu kadar, sûrede daha önce zikri geçen imân ve amel-i sâlih konularında da geçerlidir. Çünkü sabır hem irâdî işlerde, hem de gayr-i irâdî; Hak cânibinden gelen hususlarda geçerlidir. İrâdî fiillerin yapılması istenenlerinde de, kaçınılması gerekenlerinde de sabır vardır. Nitekim: “Cennet zorluklarla, cehennem aşırı arzularla çevrilmiştir” (Müslim, Cennet, 1; Ebu Davud, Sünnet, 22) hadisi ikisini de kapsamaktadır. Gayr-i irâdî olayların da doğrudan Allah’tan gelen belâ ve musibetlerde de, diğer varlıklar eliyle ulaşan sıkıntılarda da bulunduğunu unutmamak lâzım.
İman, güzel amel, Hakk’ı tavsiye ve sabrı tavsiye gibi dört önemli özelliği kendinde bulunduranların zamanın fitnelerinden, yaşadıkları çağın sıkıntılarından mutlak kurtuluşa erecekleri anlaşılmaktadır. İmam Şâfiî’nin bu sûre hakkında; “Kur’an’da bu sûreden başka birşey inmeseydi insanlara yeterdi” sözü bu sûrenin Kur’an’ın özeti olduğunu göstermektedir.
Bu sûrenin ışığında geride bıraktığımız asra baktığımızda çok sıkıntılı bir dönem geçirdiğimiz muhakkak. Yirminci yüzyıl İslâm dünyasının sıkıntı ve sarsıntılarla bunaldığı, ezildiği, horlandığı, diz çöktürülmek istendiği bir çağ olarak geçti. İnsanlarımız çok acılı ve sancılı günler yaşadı. Bununla birlikte yeniden kendi kimlik arayışına adımlar atmaya başladı. Komünizm belâsı ile Türk dünyası çok yara aldı, kazınmak istendi. Ama murâd-ı ilâhî ona yeniden hayat verdi.
Girmeye hazırlandığımız yirmi birinci yüzyılda veya Milenyum tabir edilen yeni bir bin yıllık zaman diliminde İslâm ve Türk dünyası yeni bir yapılanmaya girmek ve globalleşme sürecini kendi değerleri açısından gözden geçirip en azından Asr sûresinin önüne koyduğu temel ilkeleri hayatına taşıyabilecek bir zemin aramak ve oluşturmak zorundadır. Değilse ABD ve AB arasında sıkışıp kalır. Üzerinde yaşadığı topraklara ve özüne yabancılaşır. Onun için yeni bir asra girerken Asr sûresinin mesajını tekrar tekrar okuyup özümsemek zorundadır İslâm yurtlarının insanları.