Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Vera

Altınoluk Dergisi, 1990 – Ocak, Sayı: 047, Sayfa: 032

Vera, lügatte sakınmak, haram ve günahlardan kaçınmak, perhiz yapmak, geri durmak ve korkmak anlamınadır. (bk. Kamus Tercemesi, İstanbul 1305, II, 686) Vera, Kur’an ayetlerinde geçmez. Fakat hadis-i şeriflerde, gerek masdar ve fiil, gerekse isim olarak, pek çok defa geçmektedir. Hadislerde bu kavram genellikle haram ve şüpheli şeylerden sakınmak anlamında kullanılmıştır: “Vera ehli ol, insanların en abidi olursun.” (bk. İbni Mace, Zühd, 24); “Veradan daha kolay ve sağlam bir yol görmedim.” (Buharî, Büyu, 3); “Dininizin aslı veradır.” gibi hadis-i şerifler hep bu anlamdaki veraı anlatmaktadır. (bk, el-Mu’cemu’l-müfehres, VII, 194; İbnu’l-Esîr, en-Nihaye fî garîbi’l-hadis, Kahire 1965, V, 174-175)

“Helal bellidir, haram da bellidir. Bu ikisinin arasında şüpheli olan şeyler vardır. Bu şüpheliler Allah Teâlâ’nın koruluğudur. Çünkü koruluk etrafında koyun otlatanın sürüleri koruluğa dalabilir.” (Müslim, Müsakat, 107-108) hadisi gereği şüpheli olan şeylerden sakınmak emredilmektedir. Süfiler bu hadis-i şeriften hareketle şüphelilerin dışında helal ve mubah olan şeylerin de zaruret ölçüsünden fazla olmasını uygun görmemişlerdir. Vera, “dünyadan yüz çevirmek anlamına gelen “zühdün” ilk basamağı ve takvanın ilk adımıdır. Çünkü şer’i ölçülere hassasiyetle riayet takva gereğidir. Şüphelilerden ve mubahların fazlalarıyla uğraşmaktan sakınmak vera icabıdır, masivayı bütünüyle kalpten çıkarmak ise zühd muktezasıdır.

Tasavvufi makamları tasnif maksadıyla eser kaleme alan mutasavvıfların ilklerinden sayılan Abdullah el-Ensarî, Menazillu’s-sairin (Kahire 1962, s. 24) adlı eserinde veraı üç derecede inceler:

1. İmanı korumak, iyilikleri çoğaltmak ve nefse sahip çıkmak için günahlardan sakınmak;

2. Şeriatın caiz ve mubah gördüğü şeylerde de takvaya bağlı kalabilmek için ilahî hududu korumak;

3. İlgi ve kaygıyı dağıtan masiva çağrılarına kular vermemek. Nitekim Ebû Bekir eş-Şibiî veraı böyle tarif etmiştir, (bk. el-Luma’ s. 46)

Veraın üçüncü ve en yukarı derecesi zühd kapsamına girmektedir.

Sufiler, Peygamberimiz’in “Günah gönlünde iz bırakan ve göğsü daraltan şeydir.” (Müslim, Birr, 14) “Müftüler fetva verse de sen gönlüne danış” (Darimi. Büyü, 2) “Günlüne şüphe düşüren şeyi bırak, şüphe düşürmeyene bak! (Buharî, Büyü, 3) gibi hadis-i şeriflerini esas alarak, veraın hassasiyetle uygulanmasının kişinin günah ve şüpheli olan şeyleri tanımasına yardımcı olacak bir sezgi ve duyuş özelliği kazandıracağını ifade etmişlerdir. Nitekim mutasavvıflardan önlerine konan yiyeceğin helal mi, haram mı, şüpheli mi, olduğunu kavrama konusunda son derece duyarlı olan ve bu konuda bir takım sezgilere sahip bulunanlar vardır. Mesela Haris el-Muhasibi bir şeye elini uzattığında, o şey şüpheli bir nesne ise derhal orta parmağında bir damar gayr-i insiyaki olarak atmaya başlardı. O da bu şeyden elini uzaklaştırırdı. Bişr Hafî de, şüpheli yiyecekler sunulan davetlerde elini sofraya uzatmaya muktedir olamazdı. Bazıları da gönüllerine şüphe veren şeyleri terkederler ve bunu vera olarak nitelerlerdi. Nitekim İbn Sîrin, “Benim için veradan daha kolay bir şey yok. Birşey gönlüme şüphe veriyorsa derhal onu terkederim.” derdi. Böylece veraın bir kalb işi olduğunu ve bunun tezahürünün de genellikle şüpheli şeylerde meydana geldiğini belirtirdi.

Mutasavvıflardan veraı daha değişik lafızlarla anlatanlar da vardır. Nitekim İbrahim el-Havvas, “Vera kulun bütün dikkatini Allah’dan razı olduğu şeye çevirmesi, kızsa da, sevinip razı olsa da Hakk’tan başka şey konuşmamasıdır.”

el-Luma’ sahibi Ebu Nasr es-Serrac, veraı üç derecede mütalaa ederken, bunlardan ilkinin şüphelilerden sakınmak olduğunu belirtir, ikinci derecesini kalbin karşı çıktığı ve gönülde daralma meydana getiren şeylerden uzaklaşma olarak değerlendirir ve bunu uyanık bir gönüle sahib olan kimselerin gerçekleştirebileceğini ifade eder. Veraın en üstün derecesi ise, vecd ehli arif kişilerin, kendilerini Allah ile meşguliyetten uzaklaştıran şeyleri uğursuz sayarak terketmesidir. Bu tür vera, zühd ile aynı seviyeye ulaşmış ve sahibi de masiva ile ilgiyi asgariye indirmeyi amaçlamıştır.

Diğer bir tasnife göre vera, şeriat ehli kimselerin, salihlerin, muttakilerin ve sıddîkların veraı olmak üzere dört türlüdür. Bunlardan “vera-ı adul”de denilen şeriat ehli kişilerin veraı, fetva ile amel ederek dinin hükümlerine tam riayettir. Salihlerin veraı haram ihtimali olan şeylerden uzaklaşmak, muttakilerin veraı, helalde şüpheli bulunanları terketmektir, sıddîkların veraı ise Hakk’a ibadete kuvvet kazanmak için helal olan şeylerden zaruret ölçüsünde istifade ederek “kifaf-ı nefs” etmektir.

Netice olarak, ağızdan girip çıkan ile kalbde bulunanın Allah ve Rasûlü’nün istediği şeylerden ibaret olmasıdır vera.