Altınoluk Dergisi, 1999 – Subat, Sayı: 156, Sayfa: 005
İsraf itidâli aşmak, mâkul sınırı zorlamak, ortayoldan ayrılmak anlamına bir Kur’an kavramıdır. Genellikle yeme, içme giyim, kuşam gibi tüketim alanlarında olur. Bugün buna boş zaman, sağlık ve çevre gibi konuları ilâve etmek de mümkündür.
Tüketim ve harcamanın en aşağı derecesi cimrilik, itidâli iktisat ve kanaat, aşırısı israftır. Nitekim, şu iki âyet-i kerîmede konu şöyle açıklanmaktadır: “Onlar ki harcadıkları zaman israf etmezler, cimrilik de yapmazlar, ikisi arası ortayolu tutarlar.” (el-Furkan, 25/67) “Elini boynuna bağlı tutma (cimrilik yapma!) Büsbütün de saçıp savurma; sonra kınanmış olursun, eliboş açıkta kalırsın.” (el-İsra, 17/29)
İsrâfta gerekli olandan çok harcamak ve kanaatsizlik söz konusudur. Kur’an’da ortayolu izleyen bir millet olarak tanımlanan müslümanların (el-Bakara, 2/143) itidalden ayrılıp israfa düşmelerini yasaklayan pek çok âyet-i kerime vardır. Bunlardan ikisi şöyledir:
1. “Ey Âdemoğulları, her camiye çıkışınızda güzel giysilerinizi giyin. Yiyin, için, fakat israf etmeyin; Allah israf edenleri sevmez.” (el-Araf 7/31).
2. (Meyve, sebze ve ekinlerin) herbiri mahsul verdiği vakit ondan yiyin için ve hasad günü onun hakkını zekât ve öşrünü verin, israf etmeyin. Allah israf edenleri sevmez.” (el-En’am, 6/141).
Kur’an’da israfa yakın anlamda kullanılan bir kavram daha var: Tebzîr. (el-İsra, 17/26) “Döküp saçmak” manasına gelen bu kelime, “meşrû olmayan yere yapılan harcama” demektir ve israfın daha ileri bir boyutudur.
Yüce dinimizin koyduğu güzel ölçüleri çiğnemek, fiil ve davranışlarda aşırılık göstermek de israf sınırı içinde değerlendirilir. Bu yüzden Allah Teâlâ bizim kendisine: “Ey Rabbımız bizim günahlarımızı ve işlerimizdeki israf ve aşırılıkları bağışla!” (Alü İmran, 3/147) diye dua etmemizi emrediyor.
İsrafın Zararının Boyutları
İsraf bir tüketim çılgınlığıdır, savurganlıktır. Yeme-içme ve giyim-kuşamda olduğu gibi, zaman, sağlık ve çevre gibi konularda da dikkat çekici boyutlara ulaşmıştır. İsrafın hem kişisel planda, hem de toplumsal boyutta maddi ve manevî pek çok zararları vardır.
1. İsrafın zararının kişisel boyutu:
İsrafın kişisel hayatta hem maddî, hem manevî, hem de psikolojik pek çok zararları vardır. İsraf kişinin ürettiğiden fazla tüketmesi veya gereğinden fazla harcaması demek olduğundan önce şahsî ve ailevî bütçeleri allak bullak eder. Oysaki ekonomiyi tarif edenler onu “sınırsız ihtiyaçları sınırlı kaynaklardan karşılama ilmi” olarak tanımlarlar. Yani ekonomi, ihtiyaçların sınırsız; kaynakların sınırlı olduğunu kabul ediyor. Bu duruma göre kaynakların çok iyi kullanılması ve ihtiyaçların sınırlandırılması en çıkar yol görünüyor. Bu da israfı önlemekle olur.
İsrafın kişisel hayatta bir de manevî ve ahlâkî zararları vardır ki, bunlar isrâfın maddî ve ekonomik zararından daha az önemli değildir. Tüketim arzusu, insanda fıtrî bir arzudur. Bu arzu insanı tûl-i emel ve hırs adı verilen dünya nimetlerine sahip olma ve dünyanın peşinden koşma duygusuna yöneltir. Tüketim ve israf, insanı egoist ve bencil yapar. Yasak olan israf, insanın kendisi için yaptığı lüzûmundan fazla harcama ve tüketimdir. Yoksa başkaları için yapılan harcamalarda israf söz konusu değildir. Nitekim ahlâki bir esas sayılan “fütüvvet” anlayışına göre insanın nefsi için yaptığı masraf israf sayıldığı halde; dostu için yaptığı masraf, ne kadar çok da olsa, israf sayılmamıştır.
İsraf, bireysellik ve pragmatist duyguları kamçılamaktadır. Ferdiyetçilik (bireysellik) ve pragmatizm insanı fedakârlık anlayışından uzaklaştırarak kişileri “kendi hayatını yaşama” anlayışıyla başkaları adına verici olmaktan alıkoymaktadır. Oysa ki insanın canının her istediği şeye ulaşması ve bu konuda bir sınırlama tanımaması da israf sayılır. Nitekim Hz. Ömer, oğlu Abdullah’ı bir gün et yerken görmüş ve: “Hayrola et mi yiyorsun?” diye sormuştu Oğlu: “Evet canım çekmişti de…” deyince Hz. Ömer üzülmüş ve ona: “Demek sen öyle canının her çektiğini alıp yiyor musun? Bilmez misin ki Peygamberimiz: “İnsanın canının çektiği herşeyi yemesi de israftır” buyurmuştur.” dedi. (bk. İbn Mace, Et’ıme 51)
İsraf insanı nefse hakim olma özelliğinden de yoksun bırakmaktadır. İnsanı nefsinin kölesi, nefsini de tanrısı haline getirmektedir. Nitekim Kur’an’daki: “Nefsinin isteklerini kendine tanrı edineni gördün mü?” (el-Furkan, 25/43) ayeti buna işârettir. Ayrıca insan aşırı tüketim ve israfının çoğu zaman farkında bile olmaz; çünkü “israf edenlere yaptıkları hoş gelir.” (Yunus, 10/12)
Nimetlerden aşırı doyum, yeni arayış ve yeni açlıklar meydana getirir, nimetlerin çekiciliğini azaltır. İnsanın dünya nimetlerinden haz almaz hale gelmesini sağlar. İsrafa varmayan mûtedil bir tüketim, nimetleri insan gözünde daha sevimli ve çekici kılar. Hergün her istediğini yiyen, giyen, ya da başka türlü tüketen kişinin gözünde nimetlerin değeri küçülür. Kendi iradesiyle isrâfa düşmeyen ve bazı isteklerini frenleyebilen insan daha mutludur; çünkü nimetler, gözünde daha değerlidir.
2. İsrafın zararının toplumsal boyutu
İsraf, ferd kadar, belki daha da fazla toplumu ilgilendiren bir sapmadır. İsrafa alışan insan başkalarını düşünmez hale geldiğinden toplumda sınıf farklılıkları arttıkça zenginlerin müsrif tavrı fakirleri ezmekte, onları da israfa yönlendirecek bir takım sosyal yaralar açmaktadır. Oysa ki insan, paylaşmayı bildiği ölçüde saygın ve mutlu olur. Sevginin temel şartı paylaşım ve özveridir. Sahip olunan nimetlerden başkalarını da yararlandırmaktır. İsraf illetine mübtelâ olanlarda paylaşım olmaz. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a) insanların israfa alışmamaları için “nehir kenarında bile abdest alıyor olsalar, suyu israf etmemelerini emir buyurmuştur.” (İbn Mace, tahare 48) Bugün evlerimizde boşa akan musluklardan çöpe atılan ekmeğe varıncaya kadar yapılan her türlü israf, toplumsal bir yaradır. İsraf ettiğimiz mal ve enerjinin yıllık miktarının bütçe açığımızın üstünde bir rakama ulaştığı söylenmektedir.
Toplumların selâmeti, biri maddî, diğeri manevî iki temel esasa bağlıdır. Bu esaslardan maddî olanı ekonomik güç, manevî olanı ise inanç ve ahlâktır. Ekonomik güç iktisattan, üretimden ve israfa varmayan tüketimden geçer. İsrafa mübtelâ olan toplumlar, gerekli ekonomik güce erişemezler. Borçlanmadan kurtulamazlar. Borçları kendilerini hem iktisâdî açıdan, hem de kültürel açıdan esarete düşürür, dışa bağımlı kılar. Ancak toplum yararına yapılan her türlü yatırım ve harcamalar israf kapsamının dışındadır.
İsrafı Hazırlayan Sebepler
İsrafı hazırlayan sebeplerin başında insanda fıtrî olan tüketim arzusu gelir. Bu arzu frenlenmeye alıştırılmadığı sürece veya o duyguyu canlı tutacak bir ortam var olduğu sürece insan kendini israf içinde bulur. İsrafı körükleyen sebeplerden biri de sosyal çevredir; insanların birbirlerinden görerek etkileşimleridir. Bugün buna bir de “reklâm” unsuru ilâve edilmiş bulunmaktadır. Özellikle göze ve kulağa, ya da hem göze hem kulağa hitab eden reklâm araçları, tüketim ve israf ekonomisinin motorları gibidir.
İsraftan Kurtulmanın Yolları
İsrafın önlenmesi için ferde, topluma ve devlete düşen bir takım görev ve sorumluluklar vardır:
1. Ferd planında:
Ferdleri israfa düşmekten kurtarmanın birinci yolu eğitimdir. Önce ailede, ardından okul ve toplumda insanımız israf konusunda eğitilmeli, gereğinden fazla harcama ve tüketme alışkanlığına düşmemesi öğretilip benimsetilmelidir. Ev ve okul eşyası ile devlet mallarının kullanımında gösterilecek titizlik öğretilmeli, büyükler bu konuda küçüklere örnek olmalıdır. Sosyal ve fizik çevreye verilecek her türlü zararın da israf kapsamına girdiği; bu ülkede bizim kadar başkalarının da yaşama hakkının bulunduğu bilinci ortak değer olarak kalplere ve vicdanlara nakşedilmelidir. İsraf edilen, hovardaca tüketilen her ürüne başkalarının da ihtiyacının bulunduğu unutulmamalıdır.
2. Toplum planında
Toplum hayatında paylaşmayı öğrenmek, israfı önleyen en önemli etkendir. Tüketimin sınırsız olmadığı, başkalarına saygı duymadıkça bizim de saygı göremiyeceğimiz bilinmelidir.
“Devlet malı deniz” anlayışı atılmalıdır. Toplumun ortaklaşa kullandığı mekânları ve imkânları şahsî malımız gibi korumak, sağlık ve boş zaman konusunda ferdleri ve toplumu bilinçlendirecek yayınlar yapmak ve okuma alışkanlığını yaygınlaştırmak gerekmektedir.
3. Devlet planında
Tüketmeden üretim olmaz, ama insanları; ekonomik durumlarını ve sosyal seviyelerini zorlayacak reklâm zulmünden kurtarmak da devletin görevidir. Devlet, zaman, imkân ve kırtasiye israfını önleyici tedbirler almalı ve halkı israf ve lüks tutkusundan kurtarmalıdır.
İsrafın zıddı verimliliktir. İşgücünde, sanayi ve üretimde verimliliği artırmak birinci derecede devletin görevidir. Zaman zaman işçilerimizin verimliliklerinden şikâyet eden yöneticilerimiz Almanya’daki Türk işçilerinin verimlilik düzeyinin Alman işçisinden geri olmadığını bilmelidirler. Öyleyse ondan verim almada bir kusurumuz var. Bunu araştırıp bulmak gerekir.
Tabiat zenginlikleri ve çevrenin korunması da ferdler kadar devletin görevidir. İnsan eliyle bozulan İstanbulumuz’un tabiî güzelilği ile ölü deniz haline getirilen izmit Körfezi, bunun en canlı örneği; tabiat ve çevrenin nasıl israf edildiğinin kanıtıdır.
Sonuç olarak israf her türlü kaynak ve imkânı lüzumsuz ve bilinçsiz olarak kullanmaktır. Bundan kurtulmanın yolu ferdî, ictimâî bilinçlenmeye, devletin duyarlılığına, halkı ile devletin işbirliği yapmasına bağlıdır. Güzel yurdumuzda huzurla yaşamak, gelecek nesillere güzel şeyler bırakmak istiyorsak devlet ve millet olarak israfın her türlüsünden kurtulmanın çarelerini aramalı ve bulmalıyız.