Altınoluk Dergisi, 1996 – Mayis, Sayı: 123, Sayfa: 030
Allah Teala, Peygamber’ine hitaben:
“De ki: Ey insanlar, ben sizin hepinize gönderilmiş bir peygamberim.” (el-A’raf, 7/158) buyurur. Bu ayetten, O’nun bütün insanlığa peygamber olarak gönderildiğini öğreniyoruz. Yine Allah Teala: “Şüphesiz sen doğru yola götürüyorsun. Göklerde ve yerlerde bulunan herşeyin sahibi olan Allah’ın yoluna..” (eş-Şûra, 42/52-53) ayetiyle Peygamberimiz’in doğru yola sevkettiğine şahitlik etmektedir. Bir başka ayette O’nun konuşurken heva ve hevesle söz söylemediğini belirterek: “O, konuştuğu zaman boş konuşmaz.” (en-Necm, 53/3) buyurmaktadır.
Allah Teala, Peygamber’ini şöyle vasfediyor: “O Allah ki, ümmîlere kendi içlerinden bir peygamber göndermiştir. O peygamber, onlara Allah’ın ayetlerini okur, onları tezkiye eder, onlara kitabı ve hikmeti öğretir.” (el-Cum’a, 62/2) Peygamber, bize ayetleri okuyor, Kitab’ı, yani Kur’an’ı ve hikmeti öğretiyor. Hikmet, Hz. Peygamber’in sünneti, adabı, ahlakı, halleri ve öğrettiği gerçeklerdir.
Cenab-ı Peygamber (s.a.), kendisine Rabb Teala katından indirilen ve tebliğ edilmesi istenen şeyleri tebliğ etmiştir. Nitekim Allah Teala:“Ey şanlı peygamber, Rabbının katından sana indirilen şeyleri tebliğ et!” (el-Maide, 5/67) buyurmaktadır.
Allah Teala, bütün insanlığa, kendisine itaat etmelerini emrettiği gibi, Peygamber’ine itaat etmelerini de emretmiştir: “Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin!” (en-Nûr, 24/54); “Rasûle itaat eden Allah’a itaat etmiş olur.” (en-Nisa, 4/80) Allah Teala, ayrıca Peygamber’in getirdiğini kabul etmeyi de emretmiş bulunmaktadır: “Peygamber size neyi verirse alınız!” (el-Haşr, 59/7) ayeti buna delildir. Hz. Peygamber’in yasakladığından kaçınmak da Allah’ın emridir: “O sizi neden men’ ederse ondan uzaklaşınız!” (el-Haşr, 59/7) Allah Teala, Hz. Peygamber’in kendisine tabî olanlara doğruyolu gösterdiğini de belirtmektedir: “O’na tabî olun ki, hidayete erişesiniz!” (el-A’raf, 7/158) Allah Teala O’na itaati kabul edene hidayet va’d etmiş: “O’na itaat ederseniz, hidayete ulaşırsınız.”(en-Nûr, 24/54) emrine karşı çıkanları ise, fitne ve acıklı azapla tehdit etmiştir: “O (Peygamber’in) emrine karşı çıkanlar, başlarına bir fitne ve acıklı bir azabın gelmesini beklesinler!” (en-Nûr, 24/63) Allah Teala bize, kendi sevgisinin müslümanlara aid olduğunu; mü’minlerin Allah sevgisine mazhar olmasının ise, Hz. Peygamber’e tabî olmakta bulunduğunu şu ayet-i kerîme ile açıkça belirtmektedir:
“De ki: Allah’ı seviyorsanız, bana tabî olun ki, Allah da sizi sevsin!” (Al-i İmran, 3/31)
Allah Teala mü’minleri, Peygamber (s.a.)’in yüce ahlakına uymaya çağırmakta ve şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın Rasûlü’nde sizin için güzel bir örnek vardır.” (el-Ahzab, 33/21)
Rasûlullah (s.a.)’dan bize ulaşan pek çok haber ve rivayet vardır. Rasûlullah’dan bize kadar güvenilir ravîler aracılığıyla gelen bu haberlere yapışmak, bunlarla amel etmek bütün müslümanların boynunun borcudur. Çünkü Allah Teala: “Namaz kılın, oruç tutun ve Peygamber’e itaat edin!” (en-Nûr, 24/56) buyurduğu gibi, “Şüphesiz sen doğru yoldasın (sırat-ı müstakîm)” (ez-Zuhruf, 43/43) buyurmaktadır.
Bu ayetlere göre O’nu örnek almak, O’na tabî olmak, O’nun emrine itaat etmek, -O’nu görsün görmesin- kıyamete kadar gelecek bütün insanlığın görevi olduğundan, süfîler bu konuda hayli titizlik göstermişlerdir.
Kur’an’a uyan, fakat Allah Rasûlü’nün sünnetine tabî olmayan kimse, Peygamber’e tabî olmamakla Kur’an’a da karşı çıkmış sayılır. Mütabaat ve iktida, yani yolunu izleyip O’na uymak, Allah Rasûlü’nün “güzel örnek” olmasının gereğidir. O’nun ahlakı, fiilleri, halleri, emirleri, yasakları, tavsiyeleri, teşvik ve tehditleri konusunda bize ulaşan rivayetlere uymak gerekir.
Sûfîler, Allah Rasûlü’nü kendilerine örnek almaya çalışan kimselerdir. Onlar, Allah Rasûlü’nün yücelttiğini yüceltir, küçük gördüğüne değer vermezler, O’nun çirkin gördüğüne çirkin, O’nun güzel saydığını güzel sayarlar. Beğendiğini beğenir, beğenmediğini terkederler. O’nun sabrettiğine sabrederler, O’nun düşmanlık beslediğine düşmanlık, dostlarına da dostluk beslerler. O’nun değerli saydığına değer verir, teşvik ettiğine yönelirler. O’nun kaçındığı şeylerden kaçınırlar. O’nun sünnetine, topyekün davranışlarına önem verirler; O’na tabî olmayı esas, Ondan uzaklaşmayı bid’at ve batıl sayarlar.
Sûfîler, zahirî adabın batınî adaba delalet ettiğini ifade ederek, zahirî adab konusunda da titizlik gösterirler. Edeblerin en yücesi, Rasûl-i Ekrem’e söz, fiil, hal ve ahlak cihetinden tam uymaktır. Bu yüzden süfînin adabı, bulunduğu manevî makamı gösterir. Sözleri, fiilleri, halleri ve ahlakı, şeriat ölçüsüne vurulunca, amelinin ağırlık ve hafifliği ortaya çıkar. Şu halde zahirî adaba riayet eden de “sûfî” sayılır. Fakat zahirî adaba riayet etmeyenler, -sûfîler arasında bulunsalar bile- onlara yabancı sayılırlar. Nitekim Ruveym:
“Tasavvuf edebden ibarettir.” diyor.
Biz burada önce tasavvufun klasik eserleri sayılan Lüma’, Kuşeyrî Risalesi ve Sülemî’nin Tabakat’ı gibi eserlerden ilk devir sûfîlerinin bu konudaki görüşlerine yer vereceğiz. Ardından da birkaç tarikat pîrinin fikirleriyle yetineceğiz.
Süfyan Sevrî der ki: “Söz, ancak amelle müstakîm olur. Söz ve amel ise, niyyetle düzgün olur. Söz, amel ve niyet de, ancak sünnete uyularak dosdoğru olur.”
Bayezîd Bistamî bir gün arkadaşlarına: “Haydi gelin, sizinle birlikte “velî” diye meşhur olan bir zatın ziyaretine gidelim.” demiş. O zat, şehrin kenar semtlerinden birinde oturan, zühd ve ibadetle tanınan biriymiş. Gitmişler, o zat tam evinden çıkmış camîye gidiyormuş ki, kıble tarafına doğru tükürmüş. Bayezîd, hemen “dönelim!” demiş. Selam bile vermeden o adamın yanından ayrılmış ve: “Allah Rasûlü’nün adabından birine riayet göstermeyen böyle bir adam, iddia edildiği gibi nasıl velîler ve sıddîklar makamına riayet gösterebilir ve buna layık olabilir?” demiş.
Bayezîd Bistamî şöyle konuşurdu: “Allah Teala’dan beni, yeme-içme ve kadın sıkıntısından kurtarmasını istemeyi düşündüm, fakat sonra vazgeçtim. Nasıl böyle bir şey isteyebilirdim ki, Allah’ın Rasûlü (s.a.) böyle bir şey yapmamıştı!. Ben de böyle bir talep de bulunmadım.Ama Allah Teala, benim gözüme kadından yana yeterli bir doygunluk verdi; ben karşılaştığım kadınların kadın mı, duvar mı olduğunu farketmez oldum.”
Bayezîd Bistamî’den “Sünnet ve farz konusundaki görüşü” soruldu. “Sünnet, dünyayı terkdir. Farz olan, Mevla ile sohbettir. Çünkü sünnetin tamamı, terk-i dünyaya delalet eder. Kitab’ın hepsi de Mevla ile sohbete delalet eder. Bu manada sünnet ve farzı gerçekleştiren kemal ehli olur.” diye cevap verdi.
Yine Bayezîd: “Suya seccade salıp üstünde oturan, gökyüzünde bağdaş kuran, ya da uçan birini görseniz, sözlerine inanmayın; ta ki, emir ve nehy konusunda sünnet çizgisinde olup olmadığını görmedikçe..” der.
Ebu’t-Tayyib Ahmed b. Mukatil Akkî anlatıyor: “Şiblî’nin öldüğü gün, Cafer b. Huldî‘nin yanında bulunuyordum. Bu arada yanımıza Şiblî’nin hizmetine bakan Bündar Dineverî geldi ve Şiblî’nin ölümünü haber verdi. Cafer sordu: “Ölüm anından O’nda ne gibi haller gördün?” Bündar dedi ki: ” Dili tutuldu, alnı terledi ve: Bana abdest aldır!” diye emretti. Ben de O’na abdest aldırdım. Abdest sırasında sakalını hilallemeyi unutmuşum. Elimi tuttu ve parmaklarımı sakalına götürerek hilallettirdi.” Dili tutulmuş, alnı terlemiş ve rûhunu teslîm etmek üzere bulunan bir adamın abdest sırasında sakalım hilallemeyi bile unutmaması hakkında ne söylenebilir ki?!.
Zünnun’a sordular: “Ma’rifet-i ilahiyyeye nasıl eriştin?” Şu karşılığı verdi: “Allah’ı Allah sayesinde tanıdım. Yani ma’rifet-i ilahiyye, bana Allah’ın ihsanıdır. Masivayı da Allah Rasûlü sayesinde öğrendim.”
Zünnun’a “Muhabbet nedir?” diye sordular. “Allah’ın sevdiğini sevmen, buğzettiğinden uzaklaşman, her hayırlı şeyi benimsemen, Peygamber Efendimiz’e tabî olmandır.” diye karşılık verdi.
Ebû Süleyman Darani de şöyle konuşurdu: “Hakîkate aid bazı keşfî bilgiler, kırk gün süreyle kalbimi sarar; ben, iki şahid olmadan onların gönlüme girmesine izin vermem. O iki şahid: Kitab ve sünnettir.”
Ahmed b. Ebi’l-Havarî: “Sünnete bağlı olmayanın ameli batıldır. Boşuna emek ve zahmettir.” (Sülemî, s. 101) der.
Haris Muhasibi de şöyle söyler: “İçini murakabe ve ihlas ile temizleyenin dışını Allah, mücahede ve sünnete ittiba ile tezyîn eder.”
Cüneyd Bağdadî: “Allah’a giden yol, ancak Rasûlullah’ın yaşadığı gibi yaşayan, O’nun sünnetini diri tutanlara açıktır. Çünkü Allah Teala:
“Allah’ın Rasûlü’nde sizin için güzel bir örnek (üsve-i hasene) vardır.” (el-Ahzab, 33/21) buyurmaktadır.” (Sülemî, s. 159) der.
Bir başka seferinde Cüneyd: ” Söz, iş, hareket ve tavırlarında Kitab ve sünnete uymayana uyulmaz. Bizim bu ilmimiz (tasavvuf), Rasûlullah’ın hadîsine bağlıdır.” buyurmuştur.
Ebu Osman Hîrî der ki: “Nefsine söz ve davranış olarak sünneti emredebilen kimse, hikmet konuşur. Nefsini kavlen ve fiilen heva ve heveslerinin esîri haline getirenin ağzından ise, ancak bid’at çıkar. Çünkü Allah Teala: “O’nu itaat ederseniz, doğruyu bulursunuz!”(en-Nûr, 24/54) buyuruyor.”
Sehl b. Abdullah Tüsterî: “Bizim yolumuzun temel prensipleri yedidir: 1) Allah’ın Kitabı’na sarılmak, 2) Allah Rasûlü’nün sünnetine ittiba, 3) Helal lokma, 4) Hiçbir yaratığa eziyet etmemek, 5) Günahtan sakınmak, 6) Tevbe, 7) Hiç kimsenin hakkını yememek.” (Sülemî, s. 210) der.
Sehl bir başka seferinde şöyle bir ölçü vaz’ etmiştir: “Kitab ve sünnetin kabul etmediği her türlü vecd ve keşf batıldır.”
Bişri Hafî adeta günümüze işaret eder gibi der ki: “İnsanlar öyle bir zamana erecekler ki, en zor ve en az bulunan samîmî dost, helal kazanç ve sünnete uygun amel olacak…”
Ebu’l-Abbas b. Ata şöyle konuşmaktadır: “Kim sünnet adabını kendine yol edinirse, Allah onun kalbinin ma’rifet nuruyla diri kılar. Allah’ın sevgilisi Hz. Muhammed (s.a.)’in takipçisi olmaktan yüce makam yoktur. O’nun nasihatlerini ve huylarını bilmeli, onlarla edeblenmeliyiz.”
Ebu’l-Kasım Nasrabazî de şöyle der: “Tasavvuf, Kitab ve sünnete sarılmaktır. Heva ve bid’atleri terktir. Şeyhlerin yasakladıklarına saygıdır. Evrada sarılmaktır. Ruhsat ve te’vîlle amel etmeyi terktir.” (İbnü’l-Mulakkîn, s. 27)
Tarîkat dönemi sûfîleri de, kendilerinden öncekilerin yolunu izleyerek sünnet konusundaki titizliği sürdürmüşlerdir. Nitekim tarîkat pîrlerinden birkaçının bu konudaki fikirleri şöyledir:
Rifaîler’in pîri Ahmed Rifaî Hazretleri: “Derviş, sünnet-i seniyyeye bağlı kaldıkça doğru yoldadır. Sünnet-i seniyyeden kıl kadar ayrılacak olsa, yolunu şaşırmış sayılır.” buyurmaktadır.
Mevlevîler’in pîri Hz. Mevlana:
“Ben sağ olduğum sürece Kur’an’ın kölesiyim,
Hz. Muhammed Muhtar’ın ayağının tozuyum.
Kim benden bundan başka bir söz naklederse,
Ben, o sözden de, onu nakledenden de bî-zarım.”
buyurmaktadır.
Nakşîler’in üstadı Şah-ı Nakşibend Hazretleri de şöyle buyurur:
“Bütün hallerinde ayağını emir ve nehy seccadesine koyasın. Sünnete bağlanıp, ameli yerine getiresin; ta’viz ve bid’atlerden uzaklaşıp daima Allah Rasûlü’nün hadîslerini rehber edinsin.”
Benzer söz ve davranışları, bütün müteşerrî sûfî ve tarîkat mensuplarında görmek mümkündür. Çünkü yolun esası, sünnete uymaktır. Şimdilik bu kadarla iktifa ediyoruz.