Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Takva

Altınoluk Dergisi, 2002 – Temmuz, Sayı: 197, Sayfa: 012

Fetvâ ve takvâ, ruhsat ve azimet kavramları birlikte kullanılan ve dini hayattaki titizlik çizgisini gösteren ifâdelerdir.

Fetvâ ve ruhsat, şer’î sınırlarda asgarî seviyeyi; olmazsa olmaz düzeyi ifâde etmektedir. Takvâ ve azimet ise şer’î sınırlara riâyette titizliği gösterir. Emirlerde farzların dışında sünnet ve nâfilelere de dikkat etmek, yasaklarda haramların dışında mekruhlardan; hattâ mubahların fazlasından sakınmaktır takvâ.

Takvâ kelimesi, Kur’an’da vikâye, ittikâ, tavakkî, muttakî gibi muhtelif türevleriyle 250 küsür yerde geçmektedir. İttikâ, korunmayı kabul etmek veya korunmaya girmek demektir. İttika ve takvânın kökü olan vikâye ise elem ve acı verecek şeylerden sakınmak, iyice korunmak veya kuvvetli bir himâyeye girmek demektir. En iyi korunma Allah’ın koruması altına girmek; O’nunla ilişkileri düzene koymaktır.

Aslında herkes ve herşey, cebrî ve teshiri olarak Allah’ın koruması altındadır. Ancak bu korumanın irâdî bir taleple ve içten gelen bir ilticâ duygusu ile olması gerekir. Çünkü insan ancak bu sûretle âhirette zarar ve elem verecek şeylerden korunmuş olur.

Korunmanın kötülüklerden sakınma ve iyiliklere sarılma şeklinde özetlenebilecek iki boyutu vardır. Dolayısıyla takvâ, sâdece yasaklardan sakınma anlamı ifâde etmez. Takvâda tâatlara yönelme mânâsı da vardır.

Kur’an’da kalbi Allah’ı anarak koruma anlamına gelen zikir gibi 250 küsür yerde geçen takvâ, değişik anlamlarda kullanılmıştır:

1 – Haşyet ve korku anlamına: “Yalnız benden korkun!” (el-Bakara 2/41) yâni ancak benden sakının ve benim korumam için ehl-i takvâ olunuz.

2 – Âhirette ebedî azâbdan kurtulmak için şirkten uzak bir îman anlamına: “Allah, peygamberine ve müminlere iç huzûru verdi onlara gerçek mümin olmalarını sağlayacak “kelime’t-takvâ’yı yâni imân ve takvâ sözünü benimsetti” (el-feth, 48/26)

3 – Büyük ve küçük günahlardan sakınıp farzları edâ etmeye yoğunlaşmak mânâsına: “Oysa o ülkelerin halkı iman edip Bize (ve emirlerimize) karşı gelmekten sakınmış olsalardı göğün ve yerin bolluklarını verirdik.” (el-A’râf, 7/96)

4 – Kalbi günahlardan; gönlü Hakk ile meşguliyetten alıkoyacak herşeyden temizlemek anlamına: “Ey inananlar, Allah’tan nasıl sakınmak gerekiyorsa öyle sakının (takvâ). Ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmran, 3/102)

“Her kim Allah’a ve peygamberine itâat eder, Allah’tan korkar ve O’na sığınırsa (ittikâ), işte böyleleri muradlarına ereceklerdir.” (en-Nûr, 24/52)

Takvâ, bir kalb eylemidir, Îman kalbde başlayıp fiil ve davranışlara yansıyan ve takvâ ile gelişip kemâle eren bir fiildir. Nitekim şu âyet-i kerime takvânın hayatın değişik durumlarında dâîmâ gerekli olduğunu açık bir biçimde ortaya koymaktadır: “İman edip sâlih amel işleyenlere yasaklanmadan önce ağızlarına içki almış olmalarından dolayı bir günah yoktur. Eğer sakınır (takvâ), yararlı işler yapar, sonra yine sakınır ve îmanlarında sebât eder ve sonra yine sakınıp iyilik yaparlarsa (ihsan) Allah iyilik yapanları (muhsinleri) sever.” (el-Mâide, 5/93) Bu âyette imân, takvâ ve ihsân ilişkisine dikkat çekilmektedir.

Takvâ bir kalb eylemi olduğu için Allah nezdinde kulların dereceleri takvâlarına göredir. Nitekim “Allah katında derecesi en yüce olanınız, en takvâlı olanınızdır.” (el Hucûrât, 49/13) âyeti buna delildir.

Allah Resûlü kendisinden nasîhat taleb eden birine: “Takvâya sıkı sarıl! Zîrâ bütün hayırları kendisinde toplayan haslet takvâdır. Cihâda da dikkatli bir şekilde riâyet et! Çünkü müslümanın ruhbanlığı cihâddır. Dâimâ Allah’ı zikirle meşgul ol! Çünkü bu senin için nûrdur.” (Süyûtî, el-Câmiu’s-sağir, II. 62)

Takvanın aslı önce şirkten, sonra kötü ve günah fiillerden daha sonra da günah olma ihtimali bulunan davranışlardan sakınmaktır. En son fuzûli ve lüzûmsuz mubahları terketmektir. Takvâ bir bakıma Allah’a itâat sûretiyle azâbından korunmaktır.

Allah’tan hakkıyla korkmak demek, O’na itâat edip isyân etmemek; zikredip unutmamak, şükredip küfrân-ı nimette bulunmamaktır. Bu zor bir iştir. Çünkü nebiler bile: “Biz seni gerçek mânâda tanıyamadık ve Sana gerçek anlamda kulluk yapamadık” diye itirâf-ı aczde bulunmuşlardır. Bu yüzden Allah Teâlâ hazretleri Kur’an’da: “Gücünüz yettiği kadar Allah’tan takvâ üzre olun. Dinleyin. İtâat edin ve kendi iyiliğiniz için harcayın.” (et-Teğâbün, 64/16) buyurarak elden geldiğince takvâyı elden bırakmamak emredilmektedir. Takvâ, kişinin Allah’a itâatla ilâhî cezâdan sakınmasıdır. Kuru ibâdet ve zâhidlik hiçbir menfaat sağlamaz. İbâdet ve zühdün kalbi derinlik ve takvâ duygusuyla zenginleştirilmesi gerekir. İlim ile haşyet ve korku birbirine bağlıdır. Nitekim: “Allah’tan kulları içinde sâdece âlimler korkar.” (Fâtır, 35/28) buyurulur.

Takvâ, seni Allah’tan uzaklaştıracak şeylerden uzaklaşmandır. Fırtınalı dünyada Allah’ın herhangi bir emrine toz kondurmamak için titremektir.

Sehl b. Abdullah der ki: “Allah’tan başka yardımcı, Rasülullah’tan başka delil ve mürşid, takvadan başka azık ve sabırdan başka amel yoktur. “Kur’ân azığın en hayırlı olanının takva” (el-Bakara, 2/197) olduğunu belirtmektedir.

Sehl bir başka seferinde şöyle demiştir: Takvasının sağlam olmasını isteyenler günahının tümünü terketsin.”

Nasrabâzî de şöyle der: “Takvâya sarılanlar, dünyadan ayrılmanın özlemiyle yaşar. Çünkü Allah Teâla hazretleri: “Takvâ üzre olanlar için şüphe yok ki ahiret yurdu daha hayırlıdır. Buna aklınız yetmiyor mu?” (el-En’âm, 6/32)

Ebû Ali Rûzbâri: “Takva seni Allah’tan uzaklaştıran şeyden uzak kalmandır,” diyerek takvanın Allah’a yaklaştıran özelliklerine dikkat çekmiştir.

Hz. Ali der ki: “Dünyada insanların efendisi cömert olanlar, ahirette takva sahibi bulunanlardır.” Takva ehli ulaşamadığı nimete tevekkülle, nail olduğu nimete rıza ve şükürle, kaçırdıklarına da sabırla mukabele eder.

Zünnûn’a göre takvâ ehli olan kimse şeriat ahkâmına karşı çıkarak zâhirini, illetli şeylerle bâtınını kirletmez.

Takvâ sadece Allah’a yönelme ve sürekli tevbe ile gerçekleşir. Allah Teâlâ: “Allah’a yönelerek O’ndan korkarlar” (er-Rum, 30/31) ifadesiyle buna işaret buyurmaktadır.

Kur’ân’da takvâ ehline verilen bir nurdan bahsedilir; “Ey iman edenler Allah’a sığınıp (takvâ) emirlerine yapışır, günahlardan arınıp azaptan korunursanız o size iyi ile kötüyü ayırd edecek bir nûr (anlayış) verir.” (el-Enfâl, 8/29) Takvâ ehline verilen bu meleke ve basîret nuru, şüphelerin giderilmesini sağlayan bir nûrdur.

Böylece takvâ ile basiret nûru arasında da bir ilişki oluşmaktadır. Nitekim takvâ ile kalbi bilgi arasında da irtibat vardır. “Allah’dan korkun (takvâ) ki Allah size öğretsin.” (el-Bakara, 2/282)