Altınoluk Dergisi, 2010 – Ekim, Sayı: 296, Sayfa: 006
Ezel âleminden ebediyete doğru akıp giden insan hayâtının temel hedefi Rabb’ın rızâsına uygun bir kulluk gerçekleştirmektir. Hayât ile başlayıp ölümle sonuçlanan dünyâ yaşantısının en müessir ve anlamlı terbiyecisi ölümdür. Çünkü hayâtı anlamlı kılan, ölüm gerçeğidir. Nitekim Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerîm’de hayât ile ölümü birlikte zikrettiği ve yaratılışın bir bakıma sırrını îzâh buyurduğu âyet-i kerîmede hayât üzerindeki ölüm terbiyesine şöyle vurgu yapmaktadır: “Allah hanginizin daha iyi amel yapacağını/ihsân kıvâmında yaşayacağını denemek için ölümü ve hayâtı yaratmıştır.”1
Âyette ontolojik sıraya uygun olarak önce hayâtın ardından ölümün zikredilmesi beklenirdi. Ama Allah Teâlâ ölümün hayât üzerindeki etkisine ve anlamına vurgu yapmak için ölümü hayâttan önce zikretmiştir.
Tevhîd inancının temel ilkesi Allah’ın birliği ve âhiret inancıdır. Âhiret inancı semâvî dinlerin ortak özelliğidir. Kâinâtın gözde varlığı, özellikleri ve melekeleri îtibâriyle ahsen-i takvîm sûrette ve en mükerrrem, en şerefli olarak yaratılan insanın, altmış-yetmiş yıl gibi kısa bir ömürle sınırlandırılması normal aklın kabûl edebileceği bir husûs değildir. Konuya bu açıdan bakıldığı zaman bile insanın bir ebediyet yolculuğunun bulunduğu ve ölüm ötesi sonsuz bir hayâtın varlığı kolayca anlaşılmaktadır.
Kur’an-ı Kerîm’de gayba îmân lafzıyla vurgu yapılan inanç esâsının içerisinde Allah’a, O’nun varlık ve birliğine îmânın yanı sıra âhirete îmânın, peygamberlere ve peygamberlerin haber verdiklerine inanmanın ayrı bir yeri ve değeri vardır.
Âhirete îmân konusu hayâtın değerini ve anlamını yükseltmektedir. Ölüm sonrasında yeniden yaratılıp hesap vereceğine inanan bir insanın daha düzenli ve âhiret için daha dikkatli yaşayacağı açıktır. Kabirde, kabir ötesinde ve öldükten sonra dirildiğinde Allah’ın kendisine Rabb’ını, kitâbını, peygamberini ve dînini soracağını bilen, işlediği her türlü hayır ve şerrin karşılığından sorumlu olacağına inanan bir insan, görevli meleklerin kaydettiği amel defterini güzelliklerle doldurmaya özen gösterir.
İnsanoğlu bu dünyâ hayâtında sürekli bir kitap yazmaktadır. Yazdığı şeyler onun davranışlarını anlatan yazılardır. İnsanın huzûr-i ilâhîde ilk yüzleşeceği bir ömür kaydettiği bu amel defteridir. İnsanoğlu Rabb’ına kavuştuğu ve hesap için yeniden yaratıldığı zaman Kur’an’ın beyânına göre: “Oku kitâbını! (Kendin gör kendi hesâbını). Bugün hesâba çekici olarak nefsin sana kâfidir”2 hitâbı ile karşılaşacaktır.
Açılan amel defteri ya da hayât cd’si sâhibine görüntülerini aksettirdiği zaman insan gerçekten büyük sürprizlerle karşılaşacaktır. Amelim sandığı, amel-i sâlih yapıyorum diye gerçekleştirdiği pek çok davranışın riyâ ile mâlul olduğunu görecek, yüzünü ağartacak davranışların azlığına şâhid olarak hüsrâna uğrayacaktır. Arkasına, sağına ve soluna bakınmasının, çevresinden meded ummasının o anda kendisine bir faydası olmayacaktır. Çünkü herkesin kendi derdine düştüğü, kendi günahının yüz kızartıcı hâliyle yüzleştiği bir sırada kapkara bir yüzle ne Rabb’ına varabilecek bir hâlde, ne de başkalarına bakabilecek bir durumdadır. Bu yüzdendir ki Allah Teâlâ: “O gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacaktır”3 buyurmaktadır. Niye kaçacaktır? Çünkü insan o sırada:
1- Ya başkasının yüzüne bakamayacak kadar mahcûbiyet ve tükeniş içindedir. Kendisini gören kardeşlerinin ve evlâtlarının: “Sen bunları bunları da mı işledin? Bu günahlara da mı bulaştın? Bunları ummazdık senden, doğrusu biz seni daha iyi bir konumda sanıyorduk. Sen bizden de betermişsin” demelerinden korkmaktadır.
2- Ya da işlediği günahlar sebebiyle o kadar çâresizdir ki bir başkasının kendisinden meded ummasından, yanına sokulup bir talepte bulunmasından endişe ederek onlardan kaçmaktadır.
Her hâlükârda kıyâmetin dehşeti, hesâbın şiddeti ve böyle bir inancın varlığı insanın her istediği şeyi sellemehü’s-selâm işleyivermesine engel olur. Âhiret duygusunun belki de en önemli özelliği budur. Nitekim âhirete inanmayan bir kimseye Hz. Ali (r.a.)’nin söylediği şu söz bunu teyid etmektedir: “Bir an kabûl edelim ki senin düşündüğün ve inandığın gibi âhiret ve kıyâmet yoktur. Benim âhiret inancıyla ve hesap kaygısıyla yaşamaktan dolayı ne kaybım olur? Hiç. Ama benim dediğim doğru; kıyâmet, âhiret ve hesap varsa -ki var- senin hâlin nice olacaktır?”
Âhiret kaygısı taşımadan kötü huylara mübtelâ olmuş ve bunları kendisine hayât standardı hâline getirmiş kimseleri Hz. Mevlânâçamura düşen eşeğe benzetir. Hızla yürürken çamura düşen eşek bile oradan kalkıp kurtulmak ister. Yerleşmek için çamuru düzeltmeye, yaşanır hâle getirmeye çalışmaz. Çünkü oranın yaşanır bir yer olmadığını bilir. Gönlü kötü huy, günah ve arzular çamuruna düşen kimse eşekten daha mı duygusuz ki sıçrayıp kalkmaz? Üstelik günah işlerken yorumlarda bulunur, kendini haklı bulmaya çalışır ve kendisini alçaltan duygulardan kurtarmak için çabalamaz. Oysa Allah kulun işlediği günahları bilmekte, kulun vicdânı da günahlardan dolayı kendi kendini suçlamaktadır. Fakat o kör sırtlan gibi gurura kapılmış ve suçlarını görmemiştir.4
Allah Teâlâ settâru’l-uyûb/ayıpları setredici sıfatı ile bu dünyâda herkesin kusûr ve günahını setretmekte, açığa vurmamaktadır. Böyle olunca da insanlar, kusûr ve eksiklerinden habersiz birbirlerini adam sanarak belki de karşısındakine hak etmediği değerler izâfe etmektedir. Aslında Bâyezîd Bistâmî’nin dediği gibi her haram, hamr/içki gibi sarhoş etseydi yeryüzünde ayık insan bulunmazdı.
İnsan Allah’tan gelip Allah’a doğru devam eden bir yolculuk hâlindedir. Böylece insan bir dünyâ yolculuğu yaşamakta, ama ardından Allah’a dönüşün ifâdesi olan âhiret yolculuğuna doğru hazırlanmaktadır. Yolculukların temel şartı yol emniyeti ve azıktır. Bu dünyâdan âhirete giden seyr u seferimizde yol emniyeti Allah’a olan îmânımızdır. Azık ise takvâdır. Allah Teâlâ’nın Kur’an-ı Kerîm’de hacc ile ilgili ahkâmı beyân eden âyetin sonunda: “Ey müminler! Âhiret için azık hazırlayın. Bilin ki azığın en hayırlısı takvâdır. Ey akıl sâhipleri Ben’im emirlerime muhâlefetten sakının”5 buyurması câlib-i dikkattir. Çünkü hacc, uzun süreli ve uzun soluklu bir yolculuktur. Dağları, çölleri, yolları ve fizîkî mekânları aşarak yapılacak maddî bir yolculuktur. Bu yolculuğun sonunda hacc gibi mânevî bir hedef vardır. Hayât yolculuğunun sonunda da âhiretteki mânevî hedef olan cennet vardır. Âhirette müminlerin kavuşmayı ve ulaşmayı umduğu bu cennet, takvâ sâhipleri için hazırlanmıştır. Dolayısıyla âhirette insanın yüzünü ağartacak olan takvâ azığıdır.
Allah bir başka âyette kıyâmette: “O gün nice yüzler vardır ki akpaktır. Nice yüzler de vardır ki kapkaradır. Yüzleri kapkara olanlara îmândan sonra kâfir mi oldunuz? Öyleyse inkâr etmiş olmanız yüzünden tadın azâbı!” denilir. “Yüzleri akpak olanlara gelince onlar Allah’ın rahmeti içindedirler. Orada ebedî kalacaklardır.”6
Takvâ azığı Allah’ı tanımak, O’nu sevmek ve O’na itâatle meşgûl olarak O’na muhâlefetten sakınıp yasaklarından uzak durarak mâsivâdan uzaklaşmaktır. Bu dünyâda hazırlanacak en iyi azık budur. Dünyâ hayâtının devâmı için hazırladığımız azıklar bizi, fânî ve geçici bir azâbdan kurtarır. Çünkü dünyâ hayâtı da, azığı da fânîdir. Âhiret azığı ise insanı saf lezzetlere ulaştıran kalıcı bir özelliğe sâhiptir.
Âhiret yolculuğuna hazırlanan kişinin kendini beyaz, siyah, kırmızı ve yeşil gibi renklerle ifâde edilen dört çeşit ölüme hazırlaması gerekir. Beyaz ölüm, açlık ve az yemek, siyah ölüm, halkın ezâ ve cefâsına tahammül, kırmızı ölüm, her türlü şâibeden uzak bir şekilde hevâ ve hevese karşı koymak, yeşil ölüm ise zorluklara tahammüldür.7
Allah Teâlâ azık hazırlığı ile takvâya teşvîk etmekte, kulların asıl gâyesinin Allah olmasını ve Allah’ın dışında her şeyden uzak durmalarını emretmektedir. Allah’a yönelmek ve O’nun dışındakilerden uzaklaşmak gerçek akıl sâhiplerinin davranışı olduğu için de ey akıl sâhipleri Ben’den korkun buyurmaktadır. Çünkü Allah’tan korkmasını bilmeyenin âdetâ aklı yok gibidir.
Âhirette aydınlık bir yüze sâhip olmanın hedef olarak gösterilmesi insanları Hakk’ın huzûrunda hüsrândan kurtarmaya yöneliktir. Nitekim şu on grup insanın huzûr-i ilâhîde hüsrâna uğrayacağı vurgulanmaktadır:
1- Kendisini Allah’ın yarattığını bilen, fakat O’na kulluk etmeyen,
2- Allah’ın Rezzâk olduğuna inanan, ama rızık konusunda O’na güvenmeyen,
3- Dünyânın geçici olduğunu bilen, bununla birlikte ona aldanıp peşinden koşan,
4- Vârislerinin kendisine düşman olacağını bilen, yine de onlar için mal toplayan,
5- Ölümün yaklaşmakta olduğunu gördüğü hâlde O’na hazırlık yapmayan,
6- Kabre gireceğine inanan, fakat onun îmârına çalışmayan,
7- Hak sâhibinin kendisini hesâba çekeceğini bilen, fakat ona delîl hazırlamayan,
8- Sırâttan geçeceğini bildiği hâlde günah yükünü hafifletmeyen,
9- Cehennemin günahkârların yeri olduğunu bildiği hâlde günahtan sakınmayan,
10- Cennetin takvâ ehlinin yurdu olduğunu bildiği hâlde takvâ azığı hazırlamayan.8
Mevlânâ Mesnevî’sinde âhiret ile dünyâ konusunu deve katarı ile deve yünü benzetmesiyle anlatır. Ona göre âhiret deve katarına, dünyâ malı ise deve tüyüne benzer. Katara sâhip olan devenin tüyüne de sâhip olur. Devenin tüyünü alan ise deveye mâlik olamaz. Deve senin olunca tüyünün kıymeti kalmaz. Çünkü artık o da senindir.9
Maksad deve katarları mesâbesinde bulunan âhiret azığını derleyip deve tüyü mesâbesinde olan dünyâya bu vesîleyle mâlik olabilmektir. Âhiret azığı olarak temin edilen takvâ ve sâlih amel, insanın yüzünü âhirette ağartacağı gibi bu dünyâda da ağartır. Mühim olan insanın âhiret inancı, hesap kaygısı ve huzûr-i ilâhîye yüz akı ile çıkma sevdâsıdır. Bütün bunların yolu en değerli varlığımız olan ömür sermâyesini fânî hevâ ve hevesler ile geçici dünyâ lezzetlerine kurban etmeden tertemiz bir hayât yaşamaktan geçmektedir.
Dipnotlar:
1) el-Mülk, 67/2. 2) el-İsrâ, 17/14. 3) Abese, 80/34-36. 4) Mesnevî, II, b. 3341-3349. 5) el-Bakara, 2/197. 6) Âl-i İmrân, 3/106-107. 7)Câmî, Abdurrahman, Nefehâtü’l-üns, tercüme ve şerh: Lâmiî Çelebi, haz: Süleyman Uludağ-Mustafa Kara, İstanbul 1995, s. 192. 8) Rûhu’l-beyân, I, 69. 9) Mesnevî, IV, b. 3141-3142.