Altınoluk Dergisi, 1987 – Subat, Sayı: 012, Sayfa: 030
ADI, Şakik bin İbrahim, künyesi Ebû Ali, nisbesi el-Belhî’dir. Horasan erenlerinin ileri gelenlerindendir.
Dedesinin ve babasının büyük servet sahibi zengin olmasından dolayı Şakik, çok rahat bir hava içinde yetişti. Olgunluk çağlarına geldiğinde o, dünya zevklerine dalarak yaşamaktan hoşlanmamaya başladı. Ticaret seyahatlerinde ancak miktarı kafi ticaretle meşgul olur, kalan zamanda manen istifade edebileceği şeyler araştırırdı.
Aslında o, bütün hayatı boyunca tefekkürü ince düşünmeyi elden bırakmamış ve Hakk’ın kendisine ikram ettiği nimetleri sehavetle harcamasını bilmiştir. Malını hem Allah yolunda, hem de sevdikleri uğrunda sarfederek sehavet gösterdiği gibi canını da Allah yolunda ve ihvanı uğrunda harcayarak yiğitlik göstermiştir.
İnsanların azıklarını teminde güçlük çektiği şiddetli bir kıtlık yılında oynayan neşeli bir köle gördü ve sordu: Bu ne neşe böyle görmüyor musun insanlar kıtlık ve üzüntüden neredeyse ölecekler? Köle şöyle karşılık verdi: Bundan bana ne? Benim efendimin bir malikanesi var ki biz ne istersek orada bulabiliyoruz: Bu cevap karşısında Şakik şöyle düşünmeye başladı kendi kendine: O mahluk ve benimkine nazaran fakir olan efendisine güvenerek rızk konusunda endişeye düşmüyor da bana ne oluyor ki böyle yüce bir Mevla’nın kuluyum, fakat rızk endişesi taşıyorum.
Şakik bu sözleriyle rızk konusunda esbaba sarılmayı reddetmiyor, aksine ihtiras sahiplerini nereden gelirse gelsin mal kazanma duygusundan uyarmak istiyordu.
Şakik, o devirde puta tapan bir Türk diyarına ticaret için sefere gitti. Orada onların puthanelerini gördü ve içine girince bir kahinle karşılaştı. Kahin saçını, sakalını tıraş etmiş, erguvan rengi bir elbise giymişti. Şakik ona:
Sen batıl bir inanışa saplanmışsın. Şu putların, senin ve bütün mahlûkatın eşi ve benzeri olmayan bir yapıcı ve yaratıcısı var. Dünya ve ahiret onun. O, herşeye kadir ve herşeyin rızkı O’nun elinde, dedi. Kahin, Şakik’e:
Senin sözünle fiilin birbirine uymuyor, dedi.
Nasıl yani?
Sen kendinin bir halikı ve razikı bulunduğunu iddia ediyorsun ve Onun herşeye kadir olduğunu söylüyorsun, sonra da rızk endişesiyle ta buralara kadar geliyorsun. Eğer durum senin dediğin gibi olsa O seni, burada rızklandırdığı gibi orada da rızklandırırdı, sende buralara kadar yorulmazdın.
Şakik’in bu kıssasında rızkın maksum olduğu Allah’ın herkesin rızkını takdir buyurduğu, hırs ve ihtirasla gayr-i meşru yollardan yapılan çalışmaların maksum rızkı artırmayacağı, binaen aleyh rızk talebinde meşru yola müdavim olmanın gereği anlatılmak istenmektedir.
RİVAYETE göre devrin Belh meliki İsa bin Mahan ava düşkündü ve av için iyi yetiştirilmiş köpekler beslerdi. Günlerden bir gün Melik’in çok sevdiği av köpeği kayboldu. Melik’in adamları onu her tarafta aradılarsa da bir türlü bulamadılar. Nihayet köpeği çaldı, ithamıyla bir adam bulup götürüyorlardı ki, bu adamcağızın böyle bir şeyden haberi bile yoktu. Fakat durumu anlayınca Melik’in kendisine işkence edeceğinden korkarak adamların elinden kaçmayı başardı ve Şakik’in evine sığındı. Şakik de onu himaye ederek Emir’e “Bu adamı serbest bırakın, köpeği bende bilin ve onu getirmek için bana üç gün mühlet verin: dedi. Adamı serbest bıraktılar. Şakik’de ne yapacağını düşünerek oradan ayrıldı ve evine döndü. Üçüncü gün olunca Şakik’in arkadaşlarından yolculuğa çıkan biri dönüşte yolunun üstünde (aşmalı bir köpek gördü ve bunun yetiştirilmiş bir hayvan olduğunu anlayarak tutup Şakik’e hediye olarak getirdi. Şakik arkadaşını ve yanında Emir’in köpeğini görünce çok sevindi ve hemen alıp onu Emir’e götürerek tazminattan kurtuldu. Allah’ın bu lütfu onu intibaha getirip kendi kendine: “Benim bunca gafletime rağmen Hakk Teala bana lütfuyla muamele ediyor. Acaba Ona sıdk ve vefa ile ibadet ederek dönebilirsem, kim bilir onun ikramı nice olur?” diye düşündü ve tevbe ederek zühd yoluna girdi.
Şakik, tecrübeli, ince ve derin düşünceli bir zattı. Fakat onun bu tecrübesi Aişe (r.a.)’nın rivayet ettiği bir hadis-i şerifi görmesiyle ameli yakın duygusuna dönüştü. Rasulullah (s.a.) şöyle buyuruyordu:
“Allah’ım iyilik,ahiretteki hayır ve iyiliktir.”
Şakik bu hadis ile Enes (r.a.)’ın rivayet ettiği şu hadis-i şerifi kendisi için hayat düsturu haline getirmişti: “Dünyadan aldığınız her şeyin Allah hesabını soracak ve dünyadaki haramlardan dolayı azab edecek. Dünyadan ve dünyanın beliyyelerinden kurtulmak zor. Dünya malının helal olanının hesabı, haram olanının azabı var”
Şöyle diyordu Şakik: Dünya ile ahiret amelini temyiz edebilmek için yirmi yıl Kur’an ile meşgul oldum. Nihayet bu gerçeği şu ayeti kerimede buldum: “Size verilen her şey dünya hayatının geçimi ve süsüdür. Allah yanında olan ise daha hayırlı ve kalıcıdır” (el Kasas: 60)
Şakik bunları öğrenip nefsini ve vicdanını bu gerçeklerle doldurunca tam bir ciddiyet ve istekle ahiret ameli tarafına yöneldi ve böylece tevbesi sıhhat ve sadakat kazandı. Şakik tevbeyi şöyle açıklar: “Tevbe Allah’a karşı kendini cür’etkar Allah’ı da sana karşı halim görmendir.” Tevbedeki sadakatin esasını da şöyle belirtirdi: “Akıllı şu üç şeyin dışına çıkmaz. Birincisi geçmiş günahlarından dolayı daima korku içindedir. İkincisi, bir saat sonra başına ne geleceğini bilmez. Üçüncüsü, sonunun ne olacağını bilmediği için akibetinin karanlığından korkar.”
Tevbe sağlam olunca tevekkülde sağlam olur. Şakik’a göre tevekkül: “Allah’ın vaad buyurduğuna kalbin mutmain olarak inanmasıdır.” Şöyle der Şakik: “Allah’ın kudretini bilmeyen Allah’ı biliyor sayılmaz. Allah’ın kudretini bilmek demek, insanın kendine ait olan bir şeyi Allah’ın alıp başkasına verebileceğini veya kendisinde bulunmayan bir şeyi insana verebileceğini bilmesidir.
TEVBE sağlam olunca tevekkül ve zühd de sağlam olur. Tevekkül ve zühdün sağlamlığı Allah’a bağlılık ve güveni artırır. Allah’a güvenen ise hayatın sıkıntılarından kurtulur…
Şakik’a sordular…
Kulun Allah’a güveni nasıl anlaşılır? Cevap verdi:
Eğer kul, kaybettiği dünya nimetini ganimet sayar, dünyalığın gecikmesinden, hemen gelivermesinden daha çok hoşlanırsa o zaman Allah’a güveni tam demektir.
Şakik 194 H. yılında Allah yolunda yapılan bir cihadda şehiden vefat etmiştir.
Rahimehullahi Teala.