Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

RÛHU’L BEYÂN HER TÜRLÜ ÇİÇEĞİN AÇTIĞI BİR GÜL BAHÇESİDİR

Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz Bey’le Rûhu’l-beyân Tefsîri Üzerine:  Konuşan: Salih Zeki Meriç 03/12/2009

– Muhterem Hocam öncelikle bizlere zaman ayırdığınız için Erkam Yayınları ve okuyucularımız adına sizlere teşekkür ediyoruz. Ve hemen sormak istiyoruz: Rûhu’l-beyân tefsîri çalışması ne zaman başladı ve bu çalışmaya neden ihtiyâç duyuldu? Bu konuda kısaca bizi aydınlatır mısınız?

– Muhterem Hocam öncelikle bizlere zaman ayırdığınız için Erkam Yayınları ve okuyucularımız adına sizlere teşekkür ediyoruz. Ve hemen sormak istiyoruz: Rûhu’l-beyân tefsîri çalışması ne zaman başladı ve bu çalışmaya neden ihtiyâç duyuldu? Bu konuda kısaca bizi aydınlatır mısınız?

Yılmaz: Öncelikle bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Rûhu’l-beyân tefsîri Osmanlı dönemi tefsîrlerinin en önemlilerinden birisi olarak kabûl edilmektedir. Eserin müellifi Bursalı İsmâil Hakkı’nın şahsiyeti, eserin derin muhtevâsı ve farklı bilgileri bir araya toplamasından dolayı zamanın ilim çevreleri ile irşad ehli insanlar, bu eserden çokça istifâde etmişlerdir. İsmâil Hakkı Bursevî, Celvetîdir. Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretlerinin yolunun Hakkıyye kolunun kurucusudur.

Rûhu’l-beyân, merhum Mahmûd Sâmi Ramazanoğlu’nun bizim de katıldığımız sohbetlerinde, sıkça istifâde ettiği ve kaynak olarak gösterdiği bir eserdi. Sâmi Efendi, halka yaptığı sohbetlerinde Rûhu’l-beyân tefsîrinden sıkça alıntılar yapardı. Sâmi Efendi’nin eserlerinin kaynaklarından birisi İsmâil Hakkı Bursevî’nin Rûhu’l-beyân tefsîriydi. Bedir Gazvesi, Uhud Gazvesi, Fatiha, Bakara, Hûd ve Yûsuf Sûresi Tefsîri gibi eserlerinde Rûhu’l-beyân’dan çokça istifâde ettiğini görüyoruz. Bu bakımdan 1980’li yıllarda Erkam Yayınları ilk kurulduğunda, Rûhu’l-beyân tefsîrini okuyucu ile nasıl buluşturup günümüze kazandırırız diye düşünmeye başlamıştık.

O zaman Rûhu’l-beyân tefsîri çalışmanız aslında Erkam Yayınlarının kuruluşu ile yaşıt…

Yılmaz: Evet kuvve olarak öyle. Ama daha çok Merhum Mûsâ Topbaş hocaefendinin: ”Rûhu’l-beyân tefsîri keşke tercüme edilse de Türk okuyucusuna ulaştırılsa” tarzındaki talepleri üzerine Abdullah Sert Bey ile bize böyle bir görev terettüb etti. Bizler de bu işâret üzerine -sanırım doksanlı yılların başlarıydı- Rûhu’l-beyân tefsîri tercümesi ile ilgili hazırlık çalışmasına başladık. On ciltlik Arapça metnini esâs alarak arkadaşlarımızla bu hizmeti başlatmış olduk. Tercümesi, redaksiyonu ve basımı, Kur’an’ın nâzil olma yılı ile İsmâil Hakkı Bursevî hazretlerinin bu eseri tamamlama süresi olan 23 yılda gerçekleşmiş olacak inşâallah. Tercümenin başlangıcını 1991 kabûl edersek, bu güne kadar 18 yıl geçmiş. Kalan kısmın da 5 yılda biteceğini ümid ediyorum. Biliyorsunuz eserin tercümesi bitti. Ama basım ve redaksiyon işi biraz zaman alıyor. O da bu süre içinde biter inşâallah.

– Hocam, Rûhu’l-beyân tefsîrini diğer tefsîrlerden ayıran en önemli özellik nedir?  Yâni bu tefsîri farklı kılan unsurlar sizce neler?

Yılmaz:  Kesinlikle çok farklı özellikleri var. Şöyle ifâde edeyim:  Rûhu’l-beyân tefsîri için “içerisinde her türlü çiçeğin açtığı bir gül bahçesi” dense sezâdır. Çünkü Rûhu’l-beyân’da her şey var. Bir kere müellif son derece araştırıcı, üstün zekâya ve yüksek seviyede bir hâfızaya sâhip. Bu yüzden âyetlerin hem rivâyet, hem de dirâyet yönünden açıklamalarını çok didaktik bir şekilde yapmış. Rivâyet tefsîrlerindeki mâlumatı, âyetlerin sebeb-i nüzûl bilgilerini vermiş ve bu konularda rivâyet edilen hadîsleri de almış. Kadim müfessirlerimizden âyetlere farklı yorumlar getirenlerin görüşleri ile tasavvuf ehli insanların gerek tefsîrlerinde, gerekse başka eserlerinde bu konuya muteallık işârî yorumlarını ve kendi gönül iklîminden derlediği çiçekleri oralara serpiştirmiş. Farsça şiirlerden alıntılarla onları âyetlerin mânâsını zenginleştirici tarzda kullanarak okuyanların gönüllerinde tesir bırakmasını sağlamış. Özellikle Mesnevî’den, Sâ’di’nin Bostan ve Gülistân’ından, Hafız’ın ve Molla Câmi’nin eserlerinden alıntılar yapmış ve çok sayıda Farsça şiirle eserini zenginleştirmiş. Sâdece rivâyet ve dirâyet tefsîri değil işârî mânâları ve onlara duygu katan yorumları ile eserini geliştirmiş. Böylece bu tefsîri ele alanlar Kur’an iklîminden yola çıkarak, içerisinde aklî ve naklî bilgiler ile gönül dünyâsına hitap eden duygulu anlatımlar bulabilmektedirler.

– Hocam, naklî yorumlar derken şunu hemen sormak isterim, günümüzde bâzı akademisyenler Rûhu’l-beyân tefsîrini, içerisinde fazla menkıbe ve naklî yorumlar var diye eleştiriyorlar. Bu konuda neler söylersiniz?

Yılmaz: 
Şunu ifâde etmek lâzım: İsmâil Hakkı Bursevî ile muhaddislerin hadîslere bakışlarında bir takım farklılıklar var. Muhaddisler, hadîslere eczacı gibi bakıyorlar. Bir eczacı için önemli olan ilâcın muhtevâsı ve hangi maddelerden oluştuğudur. Ama o ilâcın hangi hastaya ne şekilde tesir edeceğini ancak doktorlar bilebilirler. İşte İsmâil Hakkı Bursevî ve onun gibi sûfîler olaya doktor gibi bakarlar. Yâni rivâyet ve nakli, hangi irşad işinde kullanabilirim ya da insanlar bundan daha iyi nasıl istifâde edebilirler anlayışındadır. Onlar eczacılar gibi bu ilâcın terkibinde ne var, ne zaman, nerede üretilmiş ve nereden gelmiştir gibi detaylara bakmazlar. Sûfîler: ”Benim verdiğim ilâç en kısa yoldan nasıl bir fayda sağlar” diye düşünür. Bursevî, rivâyetleri bu mânâda değerlendirdiği için rivâyetlerin senedlerini, senedlerdeki zaafları ve râvilerin durumlarını ikinci planda tutmuştur. Bir de o günün Osmanlı toplumunda bu tür rivâyet ve nasîhatlerin daha çok dinlendiğini göz önüne alırsak onun bunları irşad bâbında kullandığı görürüz. Belki naklettiği bâzı bilgiler bu gün geçerliliğini kaybetmiş olabilir. Ama o günün şartları düşünülürse bunlar faydadan hâli değildir. Bursevî’nin tenkit edildiği nokta burasıdır.

Bursevî, İbn Arabî ekolüne bağlı bir şahsiyettir. Hem Mevlânâ’yı, hem de İbn Arabî ve Konevî’yi çok iyi anlayan ve yorumlayandır. İbn Arabî ekolünde hadîslerin mânâ ve rüyâ yolu ile Hz. Peygamber’den rivâyet edilmesi gibi bir gelenek vardır. Bu gelenekten de kaynaklanan bir durumla Bursevî, sened bakımından zayıf sayılabilecek rivâyetleri eserinde bir fayda sağlamak için kullanmıştır. Yoksa o rivâyetlerin kalıcılığını ve sahihliğini ortaya koymak için değil. Şunun da altını da çizmek lâzım: Bu güne kadar: ”Ben İsmâil Hakkı Bursevî hazretlerinin Rûhu’l-beyân’ını okudum ve yolumu sapıttım” diyen bir insan çıkmamıştır.

– Hocam belki başta sormamız lâzımdı ama, İsmâil Hakkı Bursevî hazretlerinin yaşadığı dönem ile özellikle tasavvufî muhit hakkında kısa bir mâlumat verir misiniz?

Yılmaz: İsmâil Hakkı Bursevî, XVII. yüzyılın ikinci yarısı ile XVIII. yüzyılın ilk çeğreğinde yaşamıştır. Bu yüzyıl Osmanlının gerileme dönemine rast gelmektedir. Gerileme dönemi, medrese ve tekke kavgalarının ayyuka çıktığı bir dönemdir. Bursalı İsmâil Hakkı, özellikle Kadızâdeliler ve Sivâsizâdeler gruplarının -ki Kadızâdeliler medrese, Sivasizâdeler tekke grubunu temsil ediyorlardı- kavgalarının çok yoğun olduğu bir dönemde yaşamıştır. Bursevî medreseden de eğitim almış olmakla beraber kendisini daha çok tekke tarafını temsil eden bir noktada görür. Hattâ o, eserlerinde bu çatışmaların çok ileri gittiğini belirtir. Nitekim Bursa’da bir Kadir gecesinde Kadızâdelilerin Ulu Câmii bastığını ve namaz kılanlardan iki kişiyi bid’at işledikleri için katlettiklerini söyler. İşte Bursevî böyle bir atmosferde yetişmiştir.

Osmanlı’nın kuruluş döneminde tekke, medrese ve ordu, iç içe kurumlardı. Birbirlerine destek vermekteydiler. Osmanlıyı Osmanlı yapan üç kurum, bunlardır. İlmiye sınıfını yetiştiren medrese, ahlâkî yücelmeyi ve halkın bir takım erdemlerle donanmasını sağlayan tekke ve cihat rûhuna sâhip ordu. Devletin bu üç kurumu arasında kuruluş ve yükselme dönemlerinde bir problem yok. Ama duraklama ve gerileme dönemine geldiğimizde çatışmalar yaşandığını görüyoruz. İşte Bursevî’nin yaşadığı dönem böyle bir zamana denk düşmektedir. O bakımdan onun eserlerini bu çevrenin ve muhîtin tesirini de nazara alarak değerlendirmek lâzım. Kaldı ki Bursevî, keyfiyet bakımından Osmanlı döneminin en velûd müellifi olarak karşımıza çıkmaktadır. Altı yüz yıllık Osmanlı döneminin benim bildiğim kadarı ile en fazla eser yazan müellifi odur. Kemmiyet olarak da, keyfiyet olarak da böyle. Çünkü Bursevî, Mevlânâ’nın Mesnevi’sine Rûhu’l-mesnevi diye şerh yazmıştır. Ayrıca Yazıcıoğlu Mehmed Efendi’nin Muhammediye’sine de şerh yazmıştır. Kur’an’ın tefsîri olan Rûhu’l-beyân’ı da yazmış bir insandır. Çeşitli alanlarda yüzlerle ifâde edilebilecek eser kaleme almıştır. Böyle bir insanı ve eserlerini görmezden gelmek olmaz. Gençlik yıllarımızda yaşları kemâle ermiş hocaefendiler, vâizefendiler ev ve câmi sohbetlerinde Rûhu’l-beyân okurlardı.

– Yâni buradan şunu anlıyoruz ki, zamanımızın ilâhiyatçı ve akademisyenlerine bu mânâda büyük görevler düşüyor. Hem Rûhu’l-beyân’ın, hem de Bursevî hazretlerinin tanınması ve tanıtılması ile ilgili.

Yılmaz: Elbette. Biz Erenköy Zihni Paşa Câmii’nde Pazar günleri Rûhu’l-beyân sohbetleri yapıyoruz. Üçüncü senesine girdi bu sohbetlerimiz. Bu sohbetler Dost TV’de de yayınlanmaktadır. Bunu da kıymetli okuyucularımıza buradan ifâde edelim.

– Hocam biraz farklı bir konuya geçelim. Türkiye’deki tefsîr konusunda bir sorumuz olacak. Özellikle zamanımızda televizyonların da etkisiyle hemen hemen her ekranda gün geçmiyor ki bir hoca çıkıp, Kur’an âyetlerini farklı şekilde tefsîr etmiş olmasın. Bu da karmaşıklığı getiriyor beraberinde. Bu, ülkemizde tefsîr alanında bir başıboşluğun olduğunu mu gösteriyor, yoksa yetkin insanların fazlalığını mı? Ne dersiniz?

Yılmaz: Şimdi şunu ifâde etmek lâzım: Kur’an’ı anlamak Hz. Peygamber’i anlamaya bağlıdır. Çünkü Peygamber Efendimiz, Âişe vâlidemizin de ifâde ettiği gibi Kur’an’ın canlı modelidir. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerîmi sâdece lafzî olarak değerlendirip bir takım anlamlar çıkarmaya çalışmak, tefsîr ilmine âşinâ olmamak demektir. Çünkü lafızların umûmî ve husûsî, kapalı ve açık, mücmel ve muhkem olanları vardır. Bunlardan haberdâr olan insanların gönüllerini de işin içine katarak, Hz. Peygamber merkezli yorumlar yapmaları gerekmektedir. Bir insanın kendi ön kabûlleri ile Kur’an-ı Kerîm’i yorumlamaya kalkması doğru netîce vermez. Yâni: “Ben buna inanıyorum. Dolayısıyla bu âyeti böyle yorumluyorum” denemez, denmemelidir. Bir defa Kur’an-ı Kerîm’in getirdiği gerçeklere kalbden inanmalı ve o âyetlerin nüzûl sebeplerini de bilerek yorumlamalıdır. Ben bu gün bu anlayışta biraz sapma olduğunu düşünüyorum. Medya olayı iyice farklı boyutlara götürüyor. Tefsîr yapacak insan mutlaka Kur’an’ın mânâsı ile bütünleşmeli, onunla aynîleşmelidir. Bu donanımda olmayan bir insan hem kendisini, hem de dinleyenleri yoldan çıkarır. Çünkü: “Kur’an bâzı insanları saptırır, bâzılarına da hidâyet rehberi olur.”[1] Kafasında bin bir türlü teşviş olan insanlar, Kur’an’ı okuyunca yoldan çıkabilirler. Ama kafasında istikâmet kaygısı olanlar, Kur’an’ı okuyunca hidâyeti bulurlar. Kur’an: “Hüden li’l-muttakin” der. Yâni “Kur’an gönlünde kalbini ve kendini koruma kaygısı olanlar için rehberdir.”

– Hocam Türkiye’de tefsîr alanında Rûhu’l-beyân bir numune teşkil etmektedir. Sizce tefsîr alanında yapılan çalışmalar yeterli midir? Bu alanda neler yapılabilir?

Yılmaz: Türkiye’de tefsîr çalışmaları çok sınırlı. Bana göre özgün bir çalışma olarak Türkiye’de henüz aşılamamış tefsîr, Elmalılı Hamdi Efendi’nin Hak Dini Kur’an Dili adlı eseridir. O, tasavvuf rûhunu da içine sindirmiş birisi olarak tefsîrinde çok muvaffak olmuştur. Hem dil îtibâriyle, hem de rivâyet, dirâyet ve işârî olarak yazılmış önemli bir tefsîrdir. Ondan sonraki tefsîrlerin çoğu tercüme tefsîrlerdir. Bunların halkımızın Kur’an’ı anlaması bakımından çok önemli bir hizmet olduğunu düşünüyorum. Bu mânâda yapılan her türlü çalışmanın insanlara bir katkısının olduğu kesindir. Diyanet İşleri Başkanlığı da son yıllarda beş ciltlik güzel bir tefsîr çalışması ortaya koydu. Onun da önemli bir boşluğu doldurduğunu düşünüyorum.

Kanâatimce yapılacak olan çalışmalar kollektif olmalıdır. Kur’an’ın belli bölümlerini ilgili kişiler, kendi alanlarının bakış açılarına göre yazmalıdır. Klasik temel İslâm ilimlerinden başka psikoloji, sosyoloji gibi bilim dalları da işin içine katılmalıdır. Kur’an bu mânâda yeniden yorumlanmalıdır. Çünkü Kur’an her çağda uzmanlarınca yorumlandıkça yeni çözümler elde edilecek bir kaynaktır. Kur’an statik değil, dinamiktir. Kur’an’ın ilk emri “Oku”dur. Yâni Allah insana önce bizzat kendini, sonra kitabını ve kâniatı okumasını emrediyor. Dolayısıyla yeni ilimler de dâhil edilerek bir komisyon tarafından yeni tefsîrler yazılması gerektiğini düşünüyorum. Tabiî önemli olan okunmasıdır. Kütüphâne raflarının doldurulması değil.

– Hocam Son olarak, Erkam Yayınlarının da misyonunu düşünerek ve sizin de Erkam Yayınlarının kurucusu olduğunuzu dikkate alarak hem bu çalışmanın başkanı, hem de Yayınevinin kurucusu olarak bu eseri öncelikli olarak kimlere tavsiye edersiniz?

Yılmaz: Erkam Yayınları yayın dünyâsında çok önemli neşirler yaptı. Özellikle Riyazü’s-salihin’in yeniden tercüme ve şerhinin geniş okuyucu kitlelerine ulaştırılması hadîs alanında çok önemli bir hizmettir. Rûhu’l-beyân da tefsîr alanında çok mühim bir boşluğu doldurmaktadır.  Erkam Yayınları’nın çıkardığı diğer kitaplar da Müslümanın gönül dünyâsına hitâp eden eserlerdir.

Bu bakımdan Rûhu’l-beyân tefsîri, okuyucularımızın gönül dünyâlarını îmâr için her birinin evinde bulunması gereken bir eserdir. Rûhu’l-beyân’ı evlerde belli bölümler seçilerek âilece okunabilecek bir eser olarak görüyorum.

Öncelikle Âileler…

Yılmaz: Evet önce âileler Rûhu’l-beyân tefsîrini okumalıdır. Sonra hocaefendiler; özellikle câmilerinde cemâatine bir şeyler verme derdinde olan hocaefendiler belli bir program çerçevesinde haftanın belli gün ve saatlerinde cemâatine okuyabilir. İçinde cemâatin anlayabileceği menkıbeler, şiirler ve târihî hâdiselerin bulunduğu bu eserin cemâat için verimli olacağı kanâatindeyim. Muhtelif sohbet gruplarında bu tefsîr okunabilir. Tabiî bir de tefsîr okumak; yâni Kur’an’ın ne söylediğini bir başka açıdan görmek isteyen herkese bu eseri tavsiye ederim.

– Hocam kıymetli zamanınızı ayırdığınız için çok teşekkür ediyoruz.

Yılmaz: Ben de bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ediyorum. İnşâallah Rûhu’l-beyân tefsîri, Beyân’ın; yâni Kur’an’ın rûhudur.

[1] el-Bakara, 2/26.