Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Rabıta

Altınoluk Dergisi, 1996 – Nisan, Sayı: 122, Sayfa: 032

Rabıta, etrafında kıyametler koparılmak istenen bazılarınca şirke kadar varmakla itham edilen bir tasavvuf mes’elesidir. Bu kavram ilk devir sûfîlerince pek kullanılmadığı için neredeyse mahkum edilmiş ve ona muhdes, ya da bid’at gözüyle bakılmıştır. Aslında “rabıta”bağ, alaka, artırmak, güçlendirmek, vuslat ve muhabbet anlamlarınadır. Nasıl sevgi, sevgilinin hayalini, güzelliğini, hal ve hareketlerini düşünerek kalbi sevgiliye bağlamak ise, rabıta da aynı şekilde kişinin mürşidine sevgiyle gönülden bağlanmasıdır.

Kur’an’da aynı kökten “ribat”, “murabata”, “rabt-ı kalb” şeklinde muhtelif kavramlar yer almaktadır. Ribat ve murabata, sınır boyunda nöbet beklemek, cihada hazırlıklı olmak ve nöbet beklemeye yarayan mekan, gibi anlamlar ifade eder. Kelimenin böyle fizik bir anlamı olduğu gibi, metafizik ve mistik bir anlamı da vardır. Nitekim rabıt ve rabıta kelimeleri aynı zamanda zahid ve zahide anlamına gelmektedir Râgıb İsfahânî, el-Müfredat adlı Kur’an lugatında “Ey îman edenler, sabredîn, düşmanlarınızla sabır yarışı yapın ve murabata yapın, (savaşa hazırlıklı olun, nöbet tutun’) Allah’tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz.” (Alü imran, 3/200) ayetinde geçen murabata kelimesinin iki anlamı olduğunu belirtmektedir. Bunlardan biri müslüman ordugahlarında düşmana karşı nöbet, diğeri de bir namazdan sonra diğerini bekleyerek nefse karşı uyanıklık, kalbe girebilecek düşmanlara karşı duyarlılıktır (el-Müfredat, s 271).

Rabıta her ne kadar Nakşibendıyye tarîkatına has bir özellik olarak dikkat çekiyorsa da, aslında bütün tarîkatlarda vardır. Hatta insan olan her yerde rabıta vardır. Çünkü rabıta, fıtrî ve tabiî bir olgudur, ideal kahramanların, ideal davranışlarından yararlanma, o kahramanlarla bütünleşme ve aynîleşme yoludur. Rabıta insanî bir insiyaktır. Fizik, içtimaî, ruhî ve ahlakî kişiliğin başkaları üzerinde olumlu, ya da olumsuz etkisidir. Her san’atın ve ilmin pir ve uzmanı, o ilim ve san’at mensupları için örnek ve ideal insandır. Tasavvufta hedeflenen kamil insanı yetiştirmek üzere müridlerin gönlüne kamil bir model konulur ve mürid onunla aynîleşmeye çalışır. “Her yiğidin gönlünde bir aslan yatar.” “Üzüm üzüme baka baka kararır” “Kır atın yanında duran ya huyundan, ya suyundan.” gibi Türkçemizdeki atasözleri, bu ma’nadaki kalbî bağlılık (rabıta) ve fizik beraberlik sonucu meydana gelebilecek etkileri ifade etmektedir.

Tasavvufta rabıtanın amacı “rabıta-ı huzûr“dur. Yani sâlikin daima huzûr-i ilahîde bulunduğu duygusunu sağlamaktır. Her an Allah’ı karşımızda görür gibi yaşamaktır. Bunu sağlamak çok zor bir olaydır. Çünkü Allah müşahhas bir varlık değildir. Öyleyse kulun yoğunlaşmasını sağlayacak, teksifini kolaylaştıracak bir terbiyeye ihtiyaç vardır. Tasavvufta bu terbiye yollarından biri de insan-ı kamil konumundaki şeyhle kalbî irtibattır Murşid-i Kamil, kendisine bağlanan saliki alır, önce Hazreti Rasül’de fani olmaya, ardından da asıl paye olarak Rabb-ı Mutealde faniliğe ulaştırır.

Rabıta bir bakıma başkalarına benzeme ve taklid arzusunun tezahürüdür. Bu yönüyle tasavvufî eğitimde bir terbiye vasıtası olarak görülmüştür. Çocuklukta anne-babayı taklidle başlayan, öğretmen ve ideal şahsiyetleri taklidle gelişen insandaki benzeme duygusu, fıtrîdir. İstenildiği kadar karşı çıkılsın, her insanın hayatında bunun belli bir yeri vardır. Ancak burada taklidden kastedilen, gelip geçici hevesler türünden olan benzeme değil, aynîleşmedir. Zira basit taklidler, moda gibi gelip geçicidir. Aynîleşme ise taklidin bir ileri derecesidir. Aynîleşmede önce benimseme ve zamanla i’tiyâd haline getirme söz konusu dur.

Tasavvufta rabıta, kamil ahlak sahibi kişilerle kurulması istenen sevgi bağıdır. Sevenle sevilenin bir olmasıdır. İnsan karakteri, başkalarının yaptıklarını aynen yapmak suretiyle farkına varmadan bir biçim kazanır. Kişinin şahsiyetinin dokunmasında sevdiğinin tavırları önemli bir fonksiyon icra eder. Çünkü insan sevdiklerini önyargısız ve peşin hükümsüz benimser ve onlarla bütünleşir (identıficatıon). Yıldızlar ve güneş için cazibe gücü ve çekim kanunu neyse insanlar için de sevgi odur.

Tasavvufta rabıta, müşahede ve iyan mertebesine ulaşmış bir murşid-i kamile gönül bağlamak, huzûrunda ve gıyabında onun suretini, sîretini ve rühaniyyetini hayal etmek, yanında iken takındığı tavrı, gıyabında da sürdürmeye çalışmak ve edebe riayet etmektir. Rabıtada önemli olan şeyhin suret ve sîretini hayalde muhafaza etmektir. Mürşidin huzûrunda bulunma mülahazası, ba’zan icmalî, ba’zan tafsîlî bir biçimde olur. Mürid dikkatini şeyhi üzerinde yoğunlaştırmalıdır. Bu suret ve sîreti hayalde muhafaza durumu, zamanla şeyhin ahlak ve özellikleriyle bezenmiş hale gelmeyi sağlar Buna fena fı’ş-şeyh denir.

Konuya psikolojik açıdan yaklaşıldığında, psikolojide örnek alınan enerjik karakterlerde “sirayet özelliği nin varlığı kabul edilmektedir. Güçlü insanlar daima, zayıflar için ilham kaynağıdır. Adeta onları peşlerinden gitmeye zorlamaktadır. İleriye atılan bir kumandanın askeri harekete geçirmedeki gücü buna en iyi örnektir. Güçlü insanlar ve büyük liderler, bir mıknatıs gibi, aynı karakterde olan insanları kendilerine çeker ve etkilerler. Çünkü güçlü insanların sergilediği örnek etkileyicidir. Herkes onları taklid etmek ister, onlara duyulan hayranlık hissi zihnî kabiliyetleri geliştirir insanın ma’nevî bakımdan yükselmesine engel olan nefse karşı koyma direnci kazandırır.

Hadîs-ı şerifte şöyle buyrulmaktadır “Salihlerin anılması anında rahmet-ı ilahiyye iner” (bk Keşfu’1-hafa, II, 70, 1772) Salihlerin sadece hatırlanmış olması rahmet-ı ilahiyyenin nüzulü için yeterli olmaz. Ancak gönülden onlara uyma ve onların izinden gitme arzusu ile kusurları giderme isteği uyanırsa bu, insanda aktivite ve aksiyon sebebi olur iyi işlerin sebebi, gönüldeki iyi arzu ve istektir. Salihleri iyi halleriyle anmak, böyle bir hevesin meydana gelmesine sebep olduğundan onları anmak rahmete medâar olur. Salihleri anmak, onlara benzemeye, onlara benzemek de rahmet-i ilahiyyeye medâr olduğu gibi, onların güzel ahlakını düşünüp benzeme arzusu taşımak da aynı sonucu doğurur.

Sûfîlere Göre Rabıtanın Delilleri

Süfîler rabıtayı tabiî bir olay olarak görmekle birlikte bazı ayetleri buna delil sayarlar. Bu ayetlerin ba’zıları şöyledir:

1- “Ey îman edenler, Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun!” (et-Tevbe, 9/119) Ayette geçen “beraberlik”konusunu Nakşbendiyye meşayihından Ubeydullah Ahrar (ö 895/1490) şöyle açıklar: “Buradaki sadıklarla beraber olma emri, mutlak ve daimî bir beraberliği ifade eder. Beraberlik iki türlü olur. Hakîkî ve hükmî beraberlik. Hakîkî beraberlik sadıklarla aynı mecliste büyük bir kalb huzuru ile fizik olarak da ortamı paylaşmaktır. Hükmî beraberlik ise onlarla aynı mekanda olmanın imkansız olduğu zamanlarda gıyabî olarak suret ve sîretlerini tahayyül etmek suretiyle fikrî, zihnî ve kalbî olarak beraber olmaktır”.

2- “Ey îman edenler, Allah’tan korkun, O’na yaklaşmaya vesile arayın! O’nun yolunda cihad edin.” (el-Maide, 5/35) Ayette geçen “vesile” mutlak, dolayısıyla da genel anlam ifade eder. Rabıta da O’na yakınlığa bir vesîle olduğundan bu hükme dahildir. Bilindiği gibi vesîle, “Allah’a yaklaşmak için istifade edilebilecek herşeydir”. Hakk’a yakınlıkları bilinen ve “görüldüğünde yüzleri Allah’ı hatırlatan”(bk İbn Mace, Zuhd, 4). Allah adamlarını Allah’a vesîle saymak hem tevessül, ham de rabıtadır Salihlerle tevessül etmeye hadislerde ruhsat vardır.

3- “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki (ittiba’), Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı örtsün.” (Alü imran, 3/31) Ayette geçen “ittiba’ görmekle olur. Görmenin de bir maddî, bir de ma’nevî olanı vardır. Maddî görme basarla, ma’nevî görme basîretle olur. Rabıta da ma’nevî ru’yetten başka birşey değildir Mürşidine rabıta edenin şeyhinin bağlı bulunduğu silsile yoluyla Hz Peygamber’i görmüş sayıldığı görüşü tasavvufta esastır.

4- “O kadın (Züleyha) andolsun, ona (Yusuf’a) musallat olmayı kafasına koymuştu. Eğer Rabbının burhanını görmemiş olsaydı, o da o kadını arzulamıştı. İşte biz ondan fenalığı ve fuhşu bertaraf edelim diye burhan gönderdik. Çünkü Yusuf, ihlasa erdirilmiş kullarımızdandı.” (Yusuf, 12/24) Ayetin tefsirinde Zemahşerî “burhan”ı şöyle açıklamaktadır. Burhandan maksad Ya’kub (a s )’ın sûretinin bir anda Yusuf’un gözünün önünde canlanıp hayretle parmağı ağzında ona “Aman kendine sahip ol’ Ondan yüz çevir !” diye hitab etmesidir. Babasının böyle gözünün önünde canlanıp kendini uyardığını gören Yusuf, toparlanmış ve bu işten vazgeçmiştir.” (bk el-Keşşaf, 11,312) Rabıta bu ayetin tefsirindeki “Yusuf’un Ya’kub’un hayalini görmesi” gibi, müridin şeyhinin hayalini gözünde ve gönlünde taşımasıdır.

Hz. Peygamber’e salat-ü selam getirerek gönülde bir sevgi bağı oluşturmak da bir tür rabıtadır. Hz. Hasan’ın dayısı Hind b Ebî Hale’den Hz. Peygamber’in hilyesini sorarak “Onun özelliklerini dikkate alıp onunla kalbi bir bağ kurmak için, senin onu bana tasvir etmeni istiyorum “demesi (bk Tirmizi, Şemail, s 17-18) bir bakıma kalbi alaka ve rabıtadır.

Hadis kitaplarında Hz. Peygamber’in konuşmalarını nakleden sahabilerin “Şimdi onu görür gibi oluyorum, onun şöyle şöyle yaptığını gözümle görür gibiyim” (bk Buhari, Enbiya, 54, Müslim Cihad, 105) tarzındaki ifadeler, bu tur hayalde canlandırmaların fıtrî ve tabiî oluşunu göstermektedir.

Rabıtada kafa karıştıran taraflardan biri, belki resimle yapılan rabıtadır. Özellikle tevhîdi ikame için gelmiş ve putlarla mücadelede tevhidin tenzîhî boyutuna büyük önem vermiş bir dinin mensuplarının fotoğraf kullanarak rabıta yapmaları, genellikle tehlikeli değerlendirmelere sebebiyet vermektedir. Bu tür değerlendirmelere sebebiyet vermemek için resimle rabıta yapılmaması tavsiye edilmektedir.

Netice itibârıyla rabıta, Allah ile kul arasına üçüncü bir şahsı sokarak irtikab edilmiş bir şirk değil, aksine mürîdin önüne ve gönlüne sunulmuş bir model şahsiyete benzemesi, onunla olan kalıp beraberliğini kalb ile sürdürmesidir.