Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz ile 300 soruda Tasavvufî Hayat Adlı Kitap Üzerine..

Maddi Doyum Manevî Açlığı Tetikliyor

Altınoluk Dergis, 2010 – Temmuz, Sayı: 293, Sayfa: 017

Altınoluk: Muhterem hocam, daha önce Altınoluk Dergisi tarafından İslâm Tasavvufu adıyla hediye olarak verilen el-Luma tercümesinin sonuna genişçe bir soru-cevap bölümü eklemiştiniz. Şimdi ise 300 Soruda Tasavvufi Hayat başlıklı kitabınız yayınlandı. Önce kutluyoruz. Sonra sormak isteriz; Tasavvufi hayâta çok mu ilgi var? Bu alana ilgiyi neye bağlıyorsunuz?

Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ: Sözlerime teşekkürle başlamak isterim. Evet, tasavvuf dün olduğu gibi bugün de insanların ilgi odağı. Çünkü tasavvuf fıtrî olarak insanların hayâtında dâima önemli bir yere sâhiptir. Tasavvufa yönelişin târihî seyrine baktığımızda kalb atışlarını gösteren grafiklerde olduğu gibi iniş ve çıkışlar vardır. Bunun çeşitli sebepleri bulunabilir. Nitekim bâzılarına göre insanlar siyâsî otoriteden ümitlerini kestikleri zaman ilmî ve mânevî otoritelere meylederlermiş. Böyle zamanlarda tasavvufa yönelişin yoğun olduğu ifâde edilmektedir. Ancak bu görüşe şahsen benim tamâmen katılmam mümkün değil.

Şunu eklemek gerekir ki XIX ve XX. yüzyıllardan îtibâren insanlık, çok yoğun bir şekilde fizik dünyâya yöneldi. Pozitivist ve materyalist düşüncenin etkisi ile çok ciddî bir şekilde insanlar o yöne meylettiler. Hattâ “dinlerin vaat ettiği cennet dünyâdadır, insan cenneti bu dünyâda görecektir” gibi ifâdeler, seküler mantıkla insanı dünyevîleştirdi. Bu durum insanın bir tarafının ihmâl edilmesi ya da bir boyutunun hormonlu gibi daha fazla gelişmesi sonucunu doğurdu. İnsanlar dış görünüşleri, makyajları, lüks hayât tarzları ve dünyâya âid refah düzeyleriyle çok fazla ilgilendiler. Tabii bu maddî gelişim mânevî gelişimin önünde engel oldu. Dolayısıyla mânevî hayât hem görmezden gelindi, hem de ihmâl edildi. İster istemez kantarın topuzu kaçtı. Madde yükseldi, mâneviyat düşüşe geçti. Ama fıtratın kuralı bu ikisinin beraber olmasıdır. Mevlânâ’nın ifâdesiyle insanda bir beden, bir de can var. Yâni teni yükseltir, canı tazyik altında bırakırsanız dengeler bozulur. Dengenin bozulmaması için ten ve canın at başı beraber gitmesi gerekir. Zannediyorum altta kalan canın, tensel temâyül ve doyumlara “artık yeter, ben de varım” diye seslenip canlanmasından dolayı mânevî bir yöneliş ve tasavvufî arayış başladı.

Bu yöneliş önce Batı dünyâsında transandantal meditasyon ve yoga merkezleri ile başladı. Yâni “bu maddî âlem, pozitivist âlem, cennet dediğiniz dünyâ bana yetmiyor” diye isyâna başladı insanlar. Bu sesler önce okyanus ötesinden geldi. Ülkemizde de entelektüel pozitivist bir nesil, XIX. yüzyılın sonu ve XX. yüzyılın başından îtibâren ateizmi içlerine sindirmiş ve devlet ile sistemi de ona göre dizayn etme yoluna girmişti. 1950’li yıllara kadar halk -tâbiri câiz ise- mengeneden geçirildi. Ama bir taraftan da gizli kalan dînî ve tasavvufî damar, kendini korumaya çalışıyordu. İşte o baskı altında kalan mânevî temâyül yavaş yavaş kendini ortaya çıkarmaya başladı. Nasıl ki kaynayan bir kapta bulunan sıvı, çok bastırınca bir yerden patlarsa onun gibi bir patlama yaşıyor bugün mânevî alan ve damar. Bu durum hem tasavvufa yöneliş olarak, hem de dînî yaşantıya yöneliş olarak kendini belli ediyor.

Altınoluk: Yâni maddî doyum, mânevî alana ilgiyi mi tetikliyor hocam?

YILMAZ: Evet, kısaca ifâde etmek gerekirse maddî doyumlar mânevî açlıkları tetikledi ve mânevî arayışlar hızla gündeme gelmeye başladı. Böyle yorumluyorum son zamanlardaki mânevî yönelişin sebebini. Çünkü insanda maddî ve mânevî doyumun dengeli olarak gerçekleşmesi gerekir. Bir alandaki yüksek doyum, diğer alanın açlığı demektir. Bu ise insanın dengesini bozar. Hattâ maddî doyumda bile tek tür gıdâlarla beslenen vücûdlar dengesiz ve yanlış beslenme sebebiyle tam doyuma ermiş sayılmaz. Mânevî alandaki doyum sağlanmadan maddî doyum dünyânın câzibesini bitirebilir. Bu yüzden İslâmî ve tasavvufî telâkkîde dünyevî nîmetlerden asla yüksek seviyede doyuma ermemek esâstır. Orucun, zekât ve infâkın temelinde hep dünyevî nîmetlere karşı belli bir duyarlılığın kalması amaçlanmaktadır. Hattâ kadın erkek ihtilât yasağının ve tesettürün temelinde de iki cinsin birbirlerine karşı olan ilgi ve duyarlılığını canlı tutma özelliği vardır.

Altınoluk: Tasavvufa yöneliş tasavvufa dâir daha çok soru sorulmasını mı sağladı o zaman?

YILMAZ: Evet, bu yöneliş beraberinde birçok soru getirdi. Dînî hayâta ilginin ya da tasavvufî hayâta yönelişin yüksekliği sevindirici bir gelişme. Ancak bu ilgi ve yönelişin bilgiyle beslenmesi ve sağlam adreslere yönelmesi toplumumuzdaki kafa karışıklıklarını ortadan kaldıracaktır. Bugün yapılması gereken budur kanâatimce. Çünkü dînî ve tasavvufî hayâta sâdece ilgi ve sevgi duymak yetmez. Olayların sebep ve sonuçları üzerinde durmak da gerekir. Dindârlık ve tasavvufî yöneliş kılık-kıyâfet; yâni kisve ile belli kavramların bilinmesinden çok içselleştirmeyi gerekli kılmaktadır. İçselleştirme bilgi merkezli bir inanç ve aksiyon; yâni amel-i sâlih işidir. Sâlih amelle gelişen ve beslenen duygu ve düşünceler hayâtı yorumlamada ve düzgün yaşamada insana daha yüksek seviyede rehber olur. Temelde dînî/İslâmî inançla buluşmamış olan tasavvuf sevgisi ve ritüeller bir anlam ifâde etmez. Bu açıdan Amerika vb. ülkelerde karşılaşılan Mevlevî fakat Müslüman olmayan gruplar hedefine ulaşmamış ok gibidir. Asıl hedef inanç problemini çözerek kulluğa erebilmektir.

Altınoluk: Peki hem tasavvufa yönelik büyük alâka olduğu tespitleri yapılıyor, hem de bunca soru geliyor. Burada bir çelişki yok mu?

YILMAZ: İnsanlar meşgûl oldukları ve ilgi duydukları alanlara dâir yaşadıkça birçok problemlerle karşılaşmaktadır. Dolayısıyla tasavvufî hayâta ilginin çok soruyu beraberinde getirmesi şaşırtıcı değildir. Çünkü sorunun çokluğu o alandaki problemin çokluğu demek değildir sâdece. Aksine o alana yönelişin çokluğu demektir. Çocuklar bile merak ettikleri ve ilgi duydukları konularla ilgili sorular sorarlar ve aydınlanmak isterler. İlgi duymadıkları, dikkatlerini çekmeyen bir alanla ilgili de hiç soru sormazlar. Soru, soranın seviyesini ve alana ilgisini gösterir. Sorunun gelmeyişi ise ilgisizliği, hattâ bilgisizliği ifâde eder. Çünkü soru sormak da bir birikim işidir.

Altınoluk: Kitaptaki bu 300 soru nasıl oluştu hocam?

YILMAZ: Efendim el-Luma’ın yayınlanmasından sonraki süreçte mail adresimize ve veb sayfamıza sorular gelmeye devam etti, konferanslarımızda da pek çok soru soruldu. Biz bu soruları biriktirdik. Daha sonra bunları yeniden gözden geçirerek gördük ki Türk okuyucusunun soru-cevâb tarzında böyle bir kitaba ihtiyacı var. Her yerde konuşulan ve her yerde sorulan sorular var. Bunların cevâblandırılması pek çok bakımdan faydalı olacaktı. Bunun üzerine elimize ulaşan soruları tasnif ederek 300 sorudan oluşan bir eser ortaya çıktı. Bu çalışma aslında bizim yaklaşık 40 yıla varan meslekî hayatımızın bir ürünü diye düşünüyorum. Sual cevâb tarzındaki eserlerin okunması okuyucu için daha bir kolaylık sağlamakta ve ilgi uyandırmaktadır.

Altınoluk: Gerçekten okurken biz de fark ettik. Pratik cevaplar vermesi açısından insanlara büyük kolaylık veriyor. Muhterem hocam tam burada konu sorulardan açılmışken sorular daha çok hangi konularda yoğunlaşıyor?

YILMAZ: 300 sorudan oluşan bu çalışma tasavvuf alanındaki ilgi ve yönelişlerle, tereddüd ve istifhamların hangi sâhalarda yoğunlaştığını göstermektedir. Özellikle tasavvufî hayât konusu insanların en çok merak ettiği konular arasındadır. Tarîkat, tarîkata intisâbXE “intisâb”, şeyhXE “eyh” ve konumu ile râbıtaXE “râbta” konusu en çok soru sorulan alanların başında gelmektedir. Bu da bize gizliliğin insanların merâkını daha çok mûcib olduğunu, halkımızın basın ve medyada yazılıp konuşulanlardan da ciddî oranda etkilendiğini göstermektedir. Ayrıca sihirXE “sihir”, büyüXE “büyü”, cinXE “cin” ve nazarXE “nazar” gibi kısmen tasavvufî sayılabilecek, ama genelde dînî alanda mütâlaa edeceğimiz konuların ise sanılandan daha fazla ilgi uyandırdığı görülmektedir. Özellikle sihir, büyü, cin ve nazar konusu, modern toplumların da ilgilendiği alanlar. İnsanları yönlendirme ve etkilemede sihir ve büyüden kendilerince istifâde etmeye çalışan çağdaş grupların varlığından söz edilmektedir. Bir şeyin gizemi, o şeyin ilgi odağı hâline gelmesini sağlamakta ve spekülasyonları artırmaktadır.

Altınoluk: Sorulara verilen cevâbların geri dönüşümleri oluyor mu?

YILMAZ: Bu kitapla ilgili okuyucu tepkisi ve geri dönüşüm oldukça iyi sayılır. Entelektüel alandan toplumun her kademesine kadar her çeşit insandan muhtelif e-mail ve telefonlar geliyor. Hattâ geçenlerde işi tenekecilik olan biri aradı. Çok memnun olmuş. Bu durum gerçekten bir boşluğun olduğunu gösteriyor. Muhtelif internet siteleri de bu kitabı haber yaptı. www.haber7.com sitesi uzunca bir röportaj yayınladı. Sanıyorum 20.000’e yakın insan okumuş bu röportajı. Yüzlerce de yorum yazılmış. Gazete ve dergilerde de haberler yapıldı. Bir gazetenin “Tasavvufu keşfettiren sorular” diye attığı haber başlığı çok dikkatimi çekti. Bütün bunlar bu alanın doğru bilgiyle beslenmesi gerektiğini gösteriyor.

Altınoluk: Kitabınız bu anlamda “efradını camii ağyarını mani” diye vasıflanabilecek bir kapsama ulaştı mı?

YILMAZ: Bir yazarın kendi kitabı için böyle bir ifâde kullanması bizim tasavvuf anlayışımıza çok uygun değil. Doğrusu bu iddiâlı bir laf olur. Ancak eserin kapsam îtibâriyle düşünüldüğünde tasavvufun tartışılan ve soru sorulan alanlarını kapsayacak bir seviyeye ulaştığını söyleyebiliriz. Muhtevâ, üslûb ve anlatılanlarla ilgili husûslar yazarından çok okuyucuların vereceği notla değerlendirilebilir.

Eserin ihtivâ ettiği iki temel konu ve bölüm bulunmaktadır. Bunlardan biri tasavvufun hayâta yansıyan tahalluk denilen mânevî eğitim boyutuyla ilgilidir. Diğeri ise tasavvufun varlık, insan ve Allah ile ilgili konulara dâir tahakkuk denilen bilgi boyutunu kapsamaktadır. Bunların önünde eserin giriş kısmını teşkil eden “Tasavvufa Dâir Genel Sorular” başlığı altında tasavvufun lüzûmu, islâmî ilimler arasındaki yeri ile diğer din ve kültürlerdeki konumu konusuna dâir sorular yer almaktadır. Bugün en çok sorgulanan konulardan birisi tasavvufun herkese lâzım olup olmadığıdır. Bir de herkesin tarîkata girip girmemesi meselesi de ilgi uyandıran husûslardandır. Biz bu iki konuya genel sorular başlığı altında cevâb verdik. Bütün bu temel konularla ilgili endişeleri izâle edecek doğru ve sağlam bir tasavvufî düşünceyi ortaya koyacak temel verilere ulaşmaya çalıştık. Farklı mistik yapılarla tasavvuf arasındaki benzerliklerin insan fıtratıyla alâkalı olduğunu, mutlaka birinin diğerinden alınmış olmasıyla yorumlanmasının uygun olmayacağını belirtmeye çalıştık. Bu yönüyle istifhâmlara belli ölçüde cevâb verildiğini düşünüyorum.

Altınoluk: Muhterem hocam, sualleri en aza indirgeyen bir tasavvuf anlatımı söz konusu olabilir mi? Size göre bunun koordinatları ne olmalıdır?

YILMAZ: Her alanda olduğu gibi tasavvuf alanında da sualleri en aza indirgemek elbette mümkündür. Ama bitirmek mümkün değildir. Tasavvufun kitap ve sünnet kaynaklı bir İslâmî hayât ve yorum oluşu, bu ilmin İslâmî dayanaklarının iyi ortaya konulmasını gerekli kılmaktadır. Özellikle tartışmaya açık bâzı konular üzerinde spekülasyonlara fırsat vermeden dînî nasslara dayalı yorum ve îzâhlar tartışmaları asgariye indirecektir. İslâmın takvâ, tezkiye, rabbânîlik ve ihsân gibi kavramlarla açıklanan rûhânî boyutu, zühd ile ifâde edilen dünyâya karşı tavrı, merhamet ve şefkat zeminine oturan beşerî münâsebetler anlayışı, üzerinde ittifak edilen husûslardır. Bu husûslar aynı zamanda tasavvufun da temelini teşkil etmektedir. Tasavvufta tartışmalı alanlar daha çok varlık konusu ile ilgili yorumlarla şeyh-mürîd münâsebetlerindeki unsurlardır. Dînî ritüel boyutuyla algılanan bu münâsebetler insânî insiyaklar şeklinde değerlendirilirse problem kalmayacaktır. Meselâ râbıta meselesi bunlardan birisidir. Râbıta dînî bir ritüel olarak değil, sevenin sevdiği ile aynîleşme/identification arzusu olarak değerlendirilir ve olaya “her yiğidin gönlünde bir arslan yatar” fehvasınca bakılırsa problem kalmaz. Dolayısıyla bunun koordinatları insanlara şer’î esâslara dayanan bir tasavvufî anlayışı anlatmaktır. Hurâfe ve bid’atlerden uzak sağlam bir yol göstermektir, diye düşünüyorum.

Altınoluk: Muhterem hocam değerli vaktinizi ayırarak fikir ve düşüncelerinizi Altınoluk okuyucularıyla bu röportaj kapsamında paylaştığınız için çok teşekkür ederiz.

YILMAZ: Estağfirullah, ben de bana bu fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Altınoluk Dergisi için nice aydınlık yıllar, çalışan ve okuyucuları için güzel yarınlar ve huzurlu bir âhiret niyâz ederim