A- HZ. PEYGAMBER’İN HASRET DUYDUKLARI
1- İnanan İnsan Kazanma Hasreti
Hz. Musâ, Hz. Îsâ ve Hz. Muhammed’in: “Bana şimdi kim inanır?” Kaygısı,
Kapı kapı insan arayışı, Tâif’e Gidişi,
Amr ve Ömer’in Müslüman olmasının istemesi
2- Mekke Hasreti
إِنَّ أَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِّلْعَالَمِينَ * فِيهِ آيَاتٌ بَيِّـنَاتٌ مَّقَامُ إِبْرَاهِيمَ وَمَن دَخَلَهُ كَانَ آمِنًا
Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidâyet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mâbet), Mekke’deki (Kâbe)dir. * Orada apaçık nişâneler, (ayrıca) İbrahim’in makâmı vardır. Oraya giren emniyette olur. (Âl-i İmran 3/96-97)
وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هَـذَا الْبَلَدَ آمِنًا وَاجْنُبْنِي وَبَنِيَّ أَن نَّعْبُدَ الأَصْنَامَ *رَبِّ إِنَّهُنَّ أَضْلَلْنَ كَثِيرًا مِّنَ النَّاسِ فَمَن تَبِعَنِي فَإِنَّهُ مِنِّي وَمَنْ عَصَانِي فَإِنَّكَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ* رَّبَّنَا إِنِّي أَسْكَنتُ مِن ذُرِّيَّتِي بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ عِندَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ رَبَّنَا لِيُقِيمُواْ الصَّلاَةَ فَاجْعَلْ أَفْئِدَةً مِّنَ النَّاسِ تَهْوِي إِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُم مِّنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ
Hatırla ki İbrahim şöyle demişti: «Rabbim! Bu şehri (Mekke’yi) emniyetli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut!» * Çünkü, onlar (putlar), insanlardan birçoğunun sapmasına sebep oldular, Rabbim. Şimdi kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, artık sen gerçekten çok bağışlayan, pek esirgeyensin.» * «Ey Rabbimiz! Ey sahibimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harem’inin (Kâbe’nin) yanında, ziraat yapılmayan bir vâdiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rızk ver! Umulur ki bu nimetlere şükrederler.» (İbrâhîm, 14/35-37)
3- Ensar’dan Olma Hasreti
وَالَّذِينَ تَبَوَّؤُوا الدَّارَ وَالْإِيمَانَ مِن قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ إِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِّمَّا أُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَى أَنفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. (el-Haşr, 59/9)
4- Cihâd Hasreti
Cihâd: İslam’la insan arasındaki engellerin kaldırılmasıdır. Allah’ın kullarına Allah’ın dinini anlatmaktır.
İslâm’ın âlem-şümûl oluşu
Cihad hakkında yanlış telakkîler
Hz. Peygamber seriyyelere bile katılmak isterdi.
5- Şehidlik Hasreti
وَلاَ تَقُولُواْ لِمَنْ يُقْتَلُ فِي سَبيلِ اللّهِ أَمْوَاتٌ بَلْ أَحْيَاء وَلَكِن لاَّ تَشْعُرُونَ
Allah yolunda öldürülenlere «ölüler» demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız. (el-Bakara, 2/154)
6- İnfâk Hasreti
Uhud dağı kadar altınım olsa
İsteyene vermesi veya vaâd etmesi
Borç alıp vermesi
Sevmek, vermek, ağalık
Nimette sonda, külfette önde olmak
7- Ümmetine Düşkünlüğü
لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir. ( et-Tevbe, 9/128)
8- Ümmetin O’na Düşkünlüğü
النَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنفُسِهِمْ
Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır. ( el-Ahzâb, 33/6)
Hz. Ebûbekir’in beş özelliği ve O’nun hayâlinin gözünün önünden gitmemesi
Hz. Ömer’in nefsim hariç daha çok seviyorum ifadesi
Sahabilerin فداك ابى و أمى sözü
Sevbân’ın sözü, Nesîbe’nin tavrı,
B- ÜMMETİN PEYGAMBER HASRETİ
1- Sahâbede Peygamber Hasreti
Bilâl’in hasreti,
Hz. Hasan’ın hasreti, Hind b. Ebî Hâla, Tirmîzî’nin Şemâil’indeki Hilye,
Saçının, sakalının toplanması, hırkası ve abdest suyu ile teberrük
Bu hasret ses olmuştur, âhenk olmuştur, san’at olmuştur, çiçek olmuştur, Gül olmuş açmış, levhâ olmuş evlerimizi süslemiştir.
Hilye geleneği ve naatler
2- Sultanlarda Peygamber Hasreti
a) Gazneli Sultan Mahmûd
b) Yavuz Sultan Selim
c) III. Mehmed ve I. Ahmed
Nola tâcım gibi başımda götürsem dâim
Kadem-i resmini ol Hazret-i Şâh-ı Rasûl’ün
Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sâhibidir
Ahmedâ durma yüzün sür kademine o Gül’ün
d) Abdulazîz Hân’a Medine’den gelen mektup
3- Velîlerde Peygamber Hasreti
a- Ahmed Yesevî’nin 63 yaşında toprağa girmesi
b- Mevlânâ’da
Medihlerin bana göre her ne kadar olsa da senâ
Anlatamaz seni, övgü değil belki hicivdir sana
Sen Raûfsun rahîmsin buluttan cömertsin
Bulut verirken ağlar, sen tebessüm edersin
c- Dehlevî’de
Dehlevî’de aşk derecesinde bir Peygamber sevgisi vardı. O’nun adını duyduğunda heyecanlanır, vücûdu titrerdi. Hizmetine bakan kişilerden bir, bir gün demişti ki: “Sen Allah Resûlü’nün gözdesisin.” Abdullah Dehlevî bu sözü duyar duymaz ayağa fırladı, hizmetçiyi kucakladı ve:
“Estağfirullah , ben kim oluyorum ki, O’nun dözdesi olayım?” dedi ve ona hediyelerde bulundu.
Allah Rasûlü’nün söz ve davranışlarına sıkı sıkıya bağlıydı. Hayatına sünnet çizgisine uygun olarak yön vermeye özen gösterirdi. Bu yüzden de hadis kitaplarını çok okur, Sünnet’ten haberdâr olmaya çalışırdı. vefâtı sırasında bile Sünen-i Tirmîzî mütalâa ettiği ve bu kitap göğsünde bulunduğu halde vefât ettiği kaydedilmektedir.
Sünnet ve hadis kitaplarında okuduğu Hz. Peygamber (s.a.v.)’in söz ve davranışlarını derhal tatbik imkânı arardı. Bir gün kendisine getirilen keçi paçası ve kellesini sırf bu yüzden pişirip yemiş ve başkalarına da yedirmiştir.
Engin sevgisi sebebiyle, zaman zaman Allah Rasulü’nü rüyasında görürdü. Cehennem azabından korktuğu ve onun dehşetini düşünerek uyuduğu bir gecede Efendimiz’i gördü. “Sen bizim sevdiğimizsin. Bize sevgisi olan cehenneme girmez.” şeklinde Peygamber’in iltifatına mazhâr oldu.
C- EDEBİYÂTIMIZDA PEYGAMBER HASRETİ
1- Fuzûlî – Su Kasîdesi
Suya versin bağbân gülzârı zahmet çekmesin
Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gülzâre su
. “Bahçıvan gül bahçesine su vermekten vazgeçsin. Onu sele versin. Bütün gülfidanlarını su alıp götürsün. O boşuna zahmet çekmesin. Çünkü değil bir bahçeye, bin gülzâra da su verse, yine senin yüzün gibi bir gül yetiştiremez.”
Dest bûsı arzusuyla ölürsem dostlar
Kuze eylen toprağım sunun anınla yâre su
“Şayet ben sevgilinin elini öpmek arzusuyla ölecek olursam, toprağımdan bir desti yapıp, onunla yâre su sunun.”
Şairin kabir toprağından su kabı yapılıp sevgilisine su ikram edilince, sevgili mecburen dudaklarını su kabına değdirecek, elini öpme arzusuyla ölen şair, bu suretle onun dudaklarını öpmüş olacaktır. Bu bir şefaat arzusudur.
Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayat
Hasmı su içse döner elbetde zehr-i mâre s
“Dostu şâyet yılan zehri içmiş olsa o, hayat suyu olur. Hasmı da âb-ı hayat içse hiç şüphesiz yılan zehrine döner.”
Hâki-pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl
Başını taşdan taşa vurub gezer âvâre su
“O’nun ayak bastığı toprağa yetişmek için, bin arzuyla ömür boyu devamlı ve başıboş akıp, aşk ile kendinden geçen su, başını taşa vurarak akıp gitmektedir.”
Umduğum oldur ki rûz-i haşr mahrum olmayam
Çeşme-i vaslın vere men teşne-i dîdâre su
Azîz Mahmûd Hüdâyî (ö. 1628)
Kudümün rahmet ü zevk ü safâdır yâ Rasûlallâh
Zuhûrun derd-i âşıka devâdır yâ Rasûlallâh
Nebî idin dahî Âdem dururken mâ u tîn içre
İmâm-ı enbiyâ olsan revâdır yâ Rasûlallâh
Kemâl-i zümre-i kümmel senin nûrunla olmuştur
Vücûdun mazhar-ı tâmm-ı Hudâ’dır yâ Rasûlallâh
Seninle erdiler zâta dahi enva-ı lezzâta
İşin erbâb-ı hâcâta atâdır yâ Resûlallâh
HÜDÂYI’ye şefaat kıl eğer zâhir eğer bâtın
Kapına intisâb etmiş gedadır yâ Rasûlallâh
Azîz Mahmûd Hüdâyî (ö. 1628)
Sadr-ı cemî-i mürselîn / Sensin yâ Rasûlallâh
Bedr-i eflâk-i yakîn / Sensin yâ Habîballâh
Nurun sirâc-ı vehhâc / Alemler sana muhtâc
Sâhib-i tâc u mi’râc / Sensin yâ Rasûlallâh
Âyîne-i Rahmânî / Nûr-ı pâk-i Sübhânî
Sırr-ı “Seb’a’l-Mesânî” / Sensin yâ Rasûlallâh
Şahidin leyl-i isrâ / “Sübhân ellezî esrâ”
Câmi’-i cümle esmâ / Sensin yâ Şefî’allâh
Ey menba-ı lutf u cûd / Yerin “Makâm-ı Mahmûd”
Yaratılmıştan maksûd / Sensin yâ Habîballâh
Canlar içinde cânân / Maden-i ilm ü irfân
Ceddim ve pîrim sultân / Sensin yâ Rasûlallâh
Açan râh-ı tevhidi / Bulan sırr-ı tefrîdi
HÜDÂYÎ’nin ümmîdi / Sensin yâ Rasûlallâh
Nâbî (ö. 1712)
Sakın terk-i edebden kûy-ı Mahbûb-i Hudâ’dır bu
Nazargâh-i ilâhî’dir, Makam-ı Mustafâ’dır bu
Felekde mâh-i nev, Bâbü’s-Selâm’ın sîne-çâkidir
Bunun kandîlî Cevzâ, matla-ı nûr u ziyâdır bu
Habib-i Kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazîlette
Tefevvuk-kerde-i Arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ’dır bu
Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i adem zâil
Amâdan açdı mevcûdât dü-ceşmin tûtiyâdır bu
Murâât-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha
Metâf-ı kudsiyândır cilve-gâh-ı enbiyâdır bu
Şeyh Galib (ö.1799)
Sultân-ı rüsûl, şâh-ı mümeccedsin efendim
Bîçârelere devlet-i sermedsin efendim
Dîvân-ı İlâhîde ser-âmedsin efendim
Menşûr-ı “le-amrük”le müeyyedsin efendim
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin efendim
Hak’dan bize sultân-ı müeyyedsin efendim
Hutben okunur minber-i iklîm-i bekâda
Hükmün tutulur mahkeme-i rûz-i cezâda
Gülbâng-i kudûmun çekilir arş-ı Hudâ’da
Esmâ-i Şerîfin anılır arz u semâda
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin efendim
Hakdan bize sultân-ı müeyyedsin efendim
Bî-çâredir ümmetlerin isyânına bakma
Dest-i red urup, hasret ile dûzâha kakma
Rahm eyle amân, âteş-i hicrânına yakma
Ez-cümle kulun Gâlib-i pür-cürmü bırakma
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin efendim
Hakdan bize sultân-ı müeyyedsin efendim
Şeyh Es’ad Efendi (1847-1931)
Gönül nûr-i cemâlinden habîbim bir ziyâ ister
Gözüm hâk-i rehinden ey tabîbim tûtiyâ ister
Safâ-yı sîneme zulmet veren jeng-i günâhımdır
Amân ey kân-i ihsân zulmet-i kalbim cilâ ister
Yetiş imdâda ey şâh-i risâlet rûz-i mahşerde
Ki derd-i bî-devâ-yı mâ’siyet senden şifâ ister
Ne âb-ı dîdeden rahât, ne âh-ı sîneden imdâd
Benim bağrı günâhım lutf-i şâh-ı enbiyâ ister
Sarıldım dâmen-i ihsânına ey şâfi’-i ümmet
Dâhilek Yâ Muhammed, hasta cânım bir devâ ister,
Gül-i ruhsârına meftûn olanlar şüphesiz sensiz
Ne mülk ü mâl ü cân ister ne de zevk u safâ ister
N’ola bir kerre şâd olsun cemâl-i bâ-kemâlinle
Ki kemter bendeniz Es’ad sana olmak fedâ ister
M.Âkif ERSOY (1873-1936)
BİR GECE
Ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi,
Kumdan, ayın ondördü, bir Öksüz çıkıverdi!
Lâkin, o ne hüsrândı ki: Hissetmedi gözler,
Kaç bin senedir, halbuki, bekleşmedelerdi;
Neden görecekler? Göremezlerdi tabiî;
Bir kerre, zuhûr ettiği çöl en sapa yerdi,
Bir kerrede, mâmûre-i dünyâ, o zamanlar,
Buhranlar içindeydi, bu günden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevzâ bütün âfâkını sarmıştı zemînin.
Salgındı, bugün Şark’ı yıkan, tefrika derdi.
Derken, büyümüş kırkına gelmişti ki Öksüz,
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!
Bir nefhada insanlığı kurtardı o Ma’sum,
Bir hamlede kayserleri, kisrâları serdi!
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi;
Zulmün ki, zevâl aklına gelmezdi geberdi!
Âlemlere rahmetti evet şer’-i mübîni,
Şehbâlini adl isteyenin yurduna gerdi.
Dünya neye sâhipse, O’nun vergisidir hep;
Medyûn ona cem’iyyet-i, medyûn O’na ferdi.
Medyûndur o Mâsûma bütün bir beşeriyet…
Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.
Yâman Dede (1988-1962)
ÂHİLEK YÂ RASÛLALLAH
Gönül hun oldu şevkinden boyandım yâ Rasûlallah
Nasıl bilmem bu nîrâna dayandım yâ Rasûlallah
Ezel bezminde bir dinmez figândım yâ Rasûlallah
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah
Yanan kalbe devâsın sen, bulunmaz bir şifâsın sen
Muazzam bir sehâsın sen, dilersen reh-nümâsın sen
Habîb-i Kibriyâ’sın sen, Muhammed Mustafâ’sın sen
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah
Gül açmaz çağlayan akmaz, İlâhî nûrun olmazsa
Söner âlem, nefes kalmaz, felek manzûrun olmazsa
Firâk ağlar, visâl ağlar, ezel mestûrun olmazsa
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah
Erir canlar o gül-bûy-i revân-bahşın hevâsından
Güneş titrer, yanar dîdârının bak ihtirâsından
Perîşân bir niyâz inler hayâtın müntehâsından
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah
Susuz kalsam, yanan çöllerde can versem elem duymam
Yanardağlar yanar bağrımda, ummanlarda nem duymam
Alevler yağsa göklerden ve ben messeylesem duymam
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım Yâ Rasûlallah
Ne devlettir yumup aşkınla göz, râhında can vermek
Nasîb olmaz mı sultanım haremgâhında can vermek
Sönerken gözlerim âsân olur âhında can vermek
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım Yâ Rasûlallah
Boyun büktüm, perîşânım, bu derdin sende tedbîri
Lebim kavruldu âteşten döner pâyinde tezkîri
Ne dem gönlün murâd eylerse taltîf eyle Kıtmîr’i
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım Yâ Rasûlallah
Arif Nihad Asyâ (1902 —1975)
Gel, ey Muhammed, bahardır
Dudaklar ardında saklı
Âminlerimiz vardır!..
Hacdan döner gibi gel;
Mi’râc’dan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!
Bulutlar kanad, rüzgâr kanad;
Hızır kanad, Cibril kanad;
Nisan kanad, bahar kanad;
Âyetlerini ezber bilen
Yâpraklar kanad…
Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler, kat kat!
Çöllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar!
Çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilâl-i Habeşî sustuysa
Ezanlarını Dâvud okusun!
Konsun, yine, pervazlara
Güvercinler;
Hû hûlara karışsın
Aminler.
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fatihalar, Yâsinler!
Kemal Edip Kürkçüoğlu (1902-1977)
ER NAT-I SULTÂNÜ’L ENBİYÂ
Ebediyyen sevecek cân O’nu, cânân olarak
Şart-ı peymân olarak, gâye-i îmân olarak.
Tanırım ben yalınız Hazret-i Fahrü’r-Rüsül’ü
Gönül iklimine şâhenşeh-i zîşân olarak.
Yeter âyetleri Mevlâ’nın, eğer lâzım ise
Rif at-i şânının i’lâmına bürhân olarak
Öyle bir menba’-ı ihsan u keremdir ki ona
Katre hâlinde giden dönmede ummân olarak
Yüz süren südde-i dergâhına, bir zerre iken
Feyz alıp dönmede hurşîd-i dırahşân olarak.
Koklayan bastığı me’mûn ü mübarek hâki,
Na’mesinden yitirir kendini sekrân olarak.
Kalır Allah, O’nu hoşnûd kılandan hoşnûd;
Afvı kâfidir O’nun hüccet-i gufrân olarak.
Yâr-ı gâr eyledi Sıddîk’ı seçip hicretde,
Nesl-i Hâşim var iken mazhar-i rüchân olarak.
Saldı ün her yana Fâruk, O’na îmân getirip,
Fârûk-i hikmet-i mektûme-i Furkân olarak.
“Feseyekfike hümullâh” ile Zü’n-Nûreyn’i
Kıldı ma’rûf-ı cihân, câmi’-i Kur’ân olarak.
Buldu şân, yattı firâşında Aliyyü’l-Kerrâr,
Şeh-i merdân olarak, Hayder-i meydân olarak..
Hâtemiyyetle edip kadrini i’lân ebeden,
O’nu gösterdi Hüdâ âleme sultân olarak.
“Ahmediyyet”le giren çille-i “mim”i mecde
“Ahadiyyet”te erer izzete pinhân olarak.
Zâr ü giryân uyuyup, rûyunu rûyâda gören
Uyanır neşve-i dîdâr ile handân olarak.
Şeb-i mi’râcda sîmâsını seyretti diye,
Kapanır yerlere gök secde-i şükrân olarak.
Can atar her gece Rûhü’l-Kudüs, ihrâma girip,
Harem-i muhterem-i kûyuna mihmân olarak
Bir gören bir daha görsem diye, Allah Allah
Şaşırır akimi ruhsârına hayran olarak.
Âteş-i aşkına bin kerre yanıp İbrahîm,
Görse eylerdi fedâ kendini kurbân olarak.
Tatmayan kevser-i in’âmını İblîs gibi,
Yanacak hasret ü hırmân ile atşân olarak.
İltifâtından uzak düşmese eyvâh eyvâh,
İki dünyâda yeter gâfile hüsrân olarak.
O’nun anlattığı tevhid-i hakîki bir gün
Saracak âlemi bir seyl-i hurûşân olarak.
O’nun öğrettiği irfân inanın kâfidir,
Beşerin derd-i derûnîsine dermân olarak.
Bize dünyâda emânet bırakıp gittiği din
Duracak haşre kadar koskoca bünyân olarak.
Ya Muhammed, bana kıl merhamet âvâzı gelir
Her seher sîne-i pür sûzdan efgân olarak.
Bulurum belki diyip yollara düşsem gözüme
Görünür hâr-ı mugaylan bile reyhân olarak.
Âdem evlâdının ondan daha mümtazı KEMÂL
Dehre bî-şüphe ayak basmamış insân olarak.
I- Âile ortamı sıcaklığı
Asr-ı saâdette Allah Rasûlü’nün etrâfında kümelenen ashâb-ı kirâmın yetişmesinin, O’nun yanında olmak, bir arada bulunmak ve sohbet etmek sûretiyle gerçekleştiğini gören sûfiler, “Peygamber vârisi” olmaya lâyık kimselerin etrâfında toplandılar. وَاعْلَمُوا أَنَّ فِيكُمْ رَسُولَ اللَّهِ “Hem bilin ki, içinizde Allah’ın elçisi vardır”(el-Hucurât, 49/7) Âyetinden hareketle sünnete tam bağlanan mürşidlerin etrâfında bu mânâda nesiller yetiştirmek için bir âile çevresi oluşturdular. Çünkü Hz. Peygamber ve ümmeti de aynı konumdaydı:
وفي قراءة ابن مسعود : «النبيّ أولى بالمؤمنين من أنفسهم وهو أب لهم» . وقال مجاهد : كل نبيّ فهو أبو أمّته . ولذلك صار المؤمنون إخوة؛ لأنّ النبي صلى الله عليه وسلم أبوهم في الدين. { وأزواجه أمهاتهم }
İbn Mes’ûd kıraâtinde el-Ahzâb sûresi, 6. ayet: “Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır. O (Peygamber) onlar için bir babadır.” şeklindedir. Bu meyanda Mücâhid de şöyle demiştir: “Her peygamber ümmetinin babasıdır. Bu sebeple mü’minler kardeş olmuştur. Çünkü Peygamber (s.a.v.) din hususunda onların babasıdır.” ( Peygamber’in (s.a.v.) eşleri de onların anneleridir.) (bk. Zemahşerî, Keşşâf, Beyrut, ts, III, 251)
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ
“Müminler ancak kardeştirler” (el-Hucurât, 49/10)
Hadîs-i şeriflerde:
1) انا بمنزلة أبيكم
2) المؤمن أخوا المسلم