Altınoluk Dergisi, 2009 – Agustos, Sayı: 282, Sayfa: 006
Perhîz, nefsin hoşuna gitmese de zararlıdan uzaklaşıp yararlıya yaklaşmaktır. Özelde günahlardan, genelde mâsivâdan tevbe ve istiğfâr ile Hakk’a yönelmektir. Anlamsız boş şeylerden yüz çevirmektir. Nitekim şâir bunu şöyle anlatır:
Günahkârlar için gece gündüz
İstiğfârdan iyi şerbet yoktur
Dost arzusunda olanlar için
Yalvarmaktan başka lezzet yoktur.1
Oruç bir perhîzdir. Onun sâyesinde bedendeki nefsânî ve şeytânî yolları daraltmak ve onların gücünü azaltmak mümkün olmaktadır. Perhîz ve açlık, bedenin zaafı tatması demektir. Zaafı tadan bedendeki kalb, cilâlanır ve her türlü ibâdet ona kolay gelmeye başlar.
Perhîz, haramlardan ve bedene zarar veren şeylerden sakınma eğitimidir. Mideyi tıka basa doldurmak da zararlı şeylerdendir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.): “Hastalıkların başı, mideyi tıka basa doldurmaktır. İlaçların başı ise perhîzkârlık (az yemek)tır”2 buyurmuştur.
Kalb ile göğüs arasındaki mideyi şişirmek melekût âleminin sırlarına ulaşmaya engel sayılmıştır. Âhiret yolcusunun maksadına ulaşması için tek başına mideyi boşaltması yeterli değildir. Mideyi lokmalardan, duyguları şehvetten arındırarak Allah’tan başkasına himmeti kesmek gerekir. Allah himmetini kendine teksif edene muîn olacaktır. İnsanoğlunun günahtan kurtulması Allah’ın yardımına, Hakk’ın inâyeti de kulun himmetine bağlıdır. Nitekim şâir şöyle der:
Eğer Allah Teâlâ olmazsa insana yâr,
İnsanoğlu günahtan nasıl olur perhîzkâr?3
Tasavvuf bir cenktir. İnsanoğlunun âlây-ı ıllıyyîn/yukarıların yukarısı ile esfel-i sâfilîn/aşağıların aşağısı arasında gidip gelme sırasındaki cengidir. Aklıyla duyguları, kalbiyle nefs ve şehveti arasındaki sürekli savaşıdır. İnsanı olgunlaştıran, kemâl yoluna doğru yaklaştıran bu cenktir.
Dînî ibâdetlerin her birinde bu cenk ve mücâhedenin en etkin tezâhürleri görülür. Namaz bu anlamda insanın ağzına ve diline sahip olması ve sükûtu öğrenmesidir. Nitekim dünyâ kelâmı konuşmak namazı bozar.
Oruç boğaza ve gırtlağa hâkim olmak, yeme, içme ve cinsellik konusunda perhîzkâr davranmaktır. Oruç sâyesinde insan sahurdan guruba; yâni seherden güneşin batışına kadar ağzına lokma sokmamaya, cinselliği tahrik edecek ortamlardan uzak durmaya özen gösterir. Temel hedef irâde eğitimidir. İrâde eğitiminde duygularını; özellikle açlık, susuzluk ve cinsellik duygularını kontrol etme, öfkeye hâkim olma tecrübesi vardır.
Zekâtta “canın yongası” olarak algılanan malı, âriyet görmek ve nefsindeki cimrilik duygularından kurtularak arınmak üzere vermek vardır. Vermek çok kolay değildir. Hele hele verme eğitiminden geçmemiş, sürekli almaya alışmış insanların vermeleri daha bir zordur. İslâm’daki zekât ve sadaka emri, bunu “zenginin malında fakîrin hakkı”4 olarak görür; verme sırasında arkasına bakmadan verebilmeyi tâlim eder ve böylece verme alışkanlığının altyapısını hazırlar.
Hacda, ihrâm emriyle helâl ve meşrû olan şeyler bile yasaklanmak sûretiyle, oruçtan daha yüksek seviyede bir perhîzkârlık eğitimi vardır. İhrâm yasakları olarak bilinen hükümler genelde ihrâmlı olmayana helâl olan fiillerdir. Bunların ihrâmlıya yasaklanması hacc ve umre ibâdetinin insana kazandırdığı perhîz direncini ve yasaklarla baş etme, kendisini nefsin eline salıvermeme titizliliğini gösterir.
Ramazan denilince hatıra genellikle bir perhîz mevsimi ve dikkat eğitimi gelmektedir. Ramazan kelimesinin kökü olan “/rameda” yanmak, kavrulmak anlamınadır. Ateşe vurulan toprak nasıl sudan arınır, pişer, tuğla, kiremit, çanak, çömlek gibi kullanılabilir hâle gelirse insan da ramazanın perhîz fırınına vurulmak sûretiyle âdetâ pişer, ham tarafları kemâl bulur, irâde eğitimiyle kendisi olmanın farkına varır. Ramazan ve oruç bu açıdan ayrı bir anlam ve önem ifâde eder.
Tıb literatüründe perhîz, bedenin bir takım denge bozuklukları gösteren organlarındaki hastalıklarının izâlesi için uygulanan beslenme rejimidir. Tıbbî mânâdaki perhîz nasıl ilâçtan daha etkin bir biçimde bedenin zaaflarını izâle edip savunma mekanizmasını güçlendirirse oruçla yapılan hem maddî hem de mânevî perhîzle gerek bedenin gerekse rûh ile kalbin güçlenmesi ve irâdenin takviyesi sağlanır.
Tıb literatüründe perhîz ilâçların başı sayılır. İnsan perhîz sâyesinde canının güçlendiğini hisseder. İbâdetlerdeki feyzin tesiriyle meydana gelen mânevî rûh sâyesinde gönül, hastalıklardan arınır, hastanın hastalığı iyiliğe dönüşür, bitkinliği takat ve enerji olur.
Ramazanda nefse ağır gelen açlık ve cinsellik perhîzi, nefsin direncini kırarak irâdeyi güçlendirir, şahsiyet ve kimliğin daha diri bir biçimde kulluğa yönelmesini sağlar, insanı nefs rüzgârı önünde savrulan çer-çöp gibi olmaktan kurtarır. Perhîz ve ibâdetlere devam gönül dünyasında aşk ateşinin uyanmasını sağlar. Aşk elsiz, ayaksız olan canın elini tutar ve önüne düşerek ona yol gösterir. Korku ve ümid duyguları ancak perhîz sâyesinde aşkın emrine râm olur. Çünkü aşkın gözü canlara can katar.
Bedene eziyet ve sıkıntı gelen şeyler canın sağlığını temin eder. Perhîz ve riyâzatla bedenin ölmesi tabiî duyguların cana müdâhaleden arındırılması demektir. Bu ise gerçek diriliktir. Bedene zahmet vermek rûhu ölümsüzlüğe ulaştırmaktır. Beden, mal ve mülkten bir şeyler kaybetmek; rûha fayda verdiği gibi yükünü hafifletir ve onu vebalden kurtarır. Allah yolunda hizmete girerek riyâzat ve perhîze müşteri olan can, kendini kurtarmış sayılır.
Hak yoluna yönelmiş ve riyâzata baş koymuş ârifler ölümsüzlüğü perhîzde bulmasa fazla oruç tutmakla bedenlerini niye hırpalasınlar? Çünkü insanoğlu verdiğinin karşılığını almadan, yaptığının mukâbilini görmeden hiçbir iş yapmaz. Ârifler riyâzat ve mücâhadede, ibâdet ve perhîzkârlıkta maddî olarak verdiklerinden daha çoğunu mânevî olarak aldıkları için o sıkıntıları çekerler. Daha doğrusu başkalarına sıkıntı gibi gelen perhîzler onlara elde edecekleri sonucu düşünerek ferahlık ve sevinç vermektedir.
İnsan kendi varlığından arındıkça Rabbı ile dirilmeye adaydır. Kendinden arınmanın yolu da nefsin hevâsından geçmek, tevhîd ateşine yanmaktır. Tevhîd ateşine yanan ârif artık kendisiyle değil, Hakk ile kâimdir. Bu yüzden taleb, istek ve yönelişleri Rabbânîdir.
Oruçta ve diğer ibâdetlerde Hakk’ın ahlâkı ile ahlâklanmak vardır. Husûsiyle Samed sıfatı en bâriz şekilde oruç ibâdetinde tezâhür eder. Samed her şeyden müstağnî olmak demektir. Yine oruç sâyesinde insan meleklere benzer. Melekler şehvetten uzaktır. İnsanın akıl sâyesinde perhîzkârlıkla şehvetini yenmesi onu meleklere yaklaştırır. İnsan günahta perhîzkârlık kazandıkça oruçsuz olduğu zamanlarda bile oruçlu imiş gibi ihsân kıvâmında bir kulluk yaşar. Ama oruçlu olduğu hâlde nefsine hâkim olmayanlar, oruçsuz sayılır. Nitekim hadîste de öyle buyrulmuştur: “Nice oruç tutanlar vardır ki onların oruçları açlık ve susuzluktan ibârettir.”5
İmâm Gazzâlî yemek, içmek ve cinsellikten kaçındığı hâlde diğer günahlardan sakınmayan oruçlu kimsenin bu durumunu, bir âzâsını su dökmeden kuru kuruya üç kere mesh ederek yıkamaya çalışan kimsenin durumuna benzetir. Böyle biri görünüşte sayı şartını yerine getirse bile su kullanılmadığı için iş tamamlanmaz. Oruç da böyledir. Onda aslolan kalbdeki sakınma duygusu ve perhîzkârlık arzusudur. Tam kulluk ise abdestte âzâları üç kere yıkamak gibi hem yemek, içmek ve cinsellikten uzak kalmak, hem de günahlardan elini uzak tutmak sûretiyle olur.6
Perhîzkârlık, yeme-içme ve cinselliği kontrolde insanları hikmete erdiren, irfânî duygular bahşeden bir husûsiyet bahşeder. Nitekim Şeyh Sa’dî bunu şöyle ifâde eder:
Midesine düşkün olanlar habersizdirler
Dolu midenin hikmetten boş olduğundan.7
Yine o der ki: Perhîzi/zühdü olmayan âlim, meşale tutan kör gibidir. Faydasız yere ömrünü sarf eden kimse ise parasını hiç harcamayıp yabana saçıp telef eden ve elinde bir şey kalmayan kimseye benzer.8
Kur’an’da Hz. Peygamber (s.a.)’e âid bir görev olarak sunulan kitap ve hikmeti tâlim9 işi perhîzkârlıktan, kişinin kendine ve duygularına hâkim olmasından geçmektedir. Kendini aşamayan, öfkesini kontrol edemeyen, duygularını yenemeyen insandan hikmet ya da mârifet ummak tekeden süt çıkmasını beklemek gibidir.
Hikmetin başı Allah korkusu olduğuna göre10 hikmete ermenin yolu da her ânını kulluk bilinciyle yaşamak, her an ilâhî kameranın altında olduğu idrâkinde bulunmaktır. Oruç bunu tâlim eden bir ibâdettir. Sürekli buna muvaffak olunamasa da yolunda bulunulması işi kolaylaştırır.
Niyâzımız oruç ve Kur’an ayında Rabbımızın cümlemizi bu kemâle erdirmesidir.
Dipnotlar: 1) Rûhu’l-beyân, III, 52-53. 2) Bkz. Süyûtî, ed-Dürerü’l-müntesira, 144; Keşfu’l-hafâ, II, 279. 3) Rûhu’l-beyân, II, 145. 4) bkz. el-Meâric, 70/24-25. 5) İbn Mâce, Sıyâm, 21; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 373. 6) İhyâu ulûmi’d-dîn, I, 237. 7) Rûhu’l-beyân, III, 150. 8) Rûhu’l-beyân, V, 100. 9) bkz. el-Bakara, 2/129, 151; Âl-i İmrân, 3/164; Cumâ, 62/2. 10) bkz. Keşfu’l-hafâ, I, 421.