Altınoluk Dergisi, 1996 – Kasim, Sayı: 129, Sayfa: 052
“Din eğitimim bir öğretim ve bilgilenme olayı olarak görmek yerine onu, sevgi ve güven ortamında dokunan bir kumaş olarak görmek gerekir” Avrasya İslam Şûrası’nda vermiş olduğu tebliğde eğitim-eğiten-eğitilen ilişkisini bu cümleyle ifade ediyordu. Kamil Yılmaz Bey Çağın bunalımlı insanın İslam’la huzura kavuşturmak ve İslam eğitim ve ahlakıyla gergef gergef dokumak ancak böyle bir sevgi ortamında gerçekleşebilirdi. Mesele şuydu İslam’ı bir sevgi yumağı halinde gittiği her yere taşıyacak insanı nasıl eğitecektik? Bu eğitim nasıl ve hangi özelliklere sahip eğiticiler tarafından verilmeliydi? Hasan Kamil Yılmaz Bey’in tebliğinin konusu işte buydu.
Konunun iki önemli safhası vardı.
Öncelikle Din Eğitimi nasıl verilmeliydi? Hasan Kamil Yılmaz Bey İslami kimlik ve kişilik içindeki bir müslümanı yetiştirmenin üç boyutu olduğuna işaret etti. Ortam Hazırlama, Zamanlama, Hedef Kitleye Ulaşma.
Ortam deyince hem fiziki hem de sosyal ortam hatırlanmalıydı. İnsana ulaşabilecek her yer fizik ortamdı. Fizik ortam kadar manevi ve sosyal ortam da etkiliydi. Eğitimi verecek kişi bu ortamların eri olmalıydı. Yılmaz eğiticinin “nebevi bir takım sıfatlara sahip olmasına” işaret ettikten sonra bu ortamın temel şartını da kişinin gönlündeki aşk ve heyecana” bağladı. Eğitimde öyle bir ortam olmalıydı ki insanlar kendilerini “aile ocağında” hissetmeliydi. Arzu edilen ortam bir sohbet ortamıydı. Bunu oluşturmanın yolu ise insanlarla iletişim kurmaktan, onları ziyaretten, ikramdan, ilgi ve sevgiden geçmekteydi. Sonra tebessüm ve hüsnü muamele bir eğitici için vazgeçilmez hususiyetlerdi.
Zamanın da din eğitiminde önemi büyüktü. Yılmaz konuşmasında, mübarek gün ve geceler başta olmak üzere insan hayatının önemli değişikliklerine sahne olan doğum, ölüm, evlenme-boşanma ve hastalık anı gibi zamanların iyi değerlendirilmesi gerektiğini vurgulayarak şöyle dedi”. “İyi bir din eğitimcisi böyle zamanları bilinçle değerlendirebilir. Burada aslolan güzel davranış, ve paylaşma, hizmete karşı sunulan zarfı geri çevirebilmektir. Bunu başaran din görevlisi etkili konuma geçmiş demektir”
Hedef Kitleye Ulaşma konusuna gelince bu da dini eğitimin, hitabet, vaaz, sohbet ve ders usullerinden biriyle sunulması meselesiydi. Kamil Yılmaz Bey bu konuda da din eğiticilerine bazı tavsiyelerde bulunduktan sonra önemli ve mesaj niteliği taşıyan cümlelerin sıkça tekrar edilmesini söyledi.
Hasan Kamil Yılmaz Bey tebliğininin ikinci safhasında Nitelikli Din Görevlileri Yetiştirilmesi konusuna açıklık getirdi. Din hizmetinin nebevi bir görev olarak algılandığını ifade ettikten sonra din eğitimi yapacak kimselerinde peygamberlerde bulunması vacip sıfatlara sahip olması gerektiğini söyledi. Sıdk, Emanet, Fetanet, İsmet, Tebliğ-i Şeriat peygamberlerin sıfatlarıydı.
Sıdk, din eğitimcisinin iç ve dışının birbirine uygun, dengeli bir şahsiyete sahip olması demekti.
Emanet, Güvenilirlik demekti. Allah ve peygamber adına din anlatacak kişi güven kazanmış bir şahsiyet olmalıydı.
Fetanet, zeki olmak demekti. Eğitim bir zeka işiydi ve herkesin bu işle uğraşması fayda yerine zarar getirebilirdi.
İsmet, günahsızlık demekti. Bu anlamıyla sadece peygamberlere has bir sıfattı. Ancak din eğitimi gibi ulvi bir işe soyunan günaha düşmememe konusunda titiz olmalıydı.
Tebliğ, din eğitimcisinin insanlara ulaşma ve onları Allah’a çağırma kaygısı içinde bulunması demekti.
Nitelikli din görevlisi yetiştirmenin üç aşamasını da şöyle açıkladı. Seçim, yetiştirme ve istihdam.
H. Kamil Yılmaz Bey tebliğinin son bölümünde ise şunları söyledi: “Netice olarak din eğitimi bir uzmanlık, aşk ve coşku işidir. Sağlam bir altyapı işidir”.