İstikâmette dikey; yâni yukarı doğru bir hareketlilik vardır. Çünkü istikâmette kıyâm için ayağa kalkma irâdesi ve amele yöneliş söz konusudur. Müstakîm olmak, istikâmet üzere hareketin sürekliliğidir.
Sırât-ı müstakîm ise hareket için ayağa kalkma irâdesi gösteren insanın yürüdüğü yol güzergâhının düzgün olma gerekliliğini ifâde eder. Günde yaklaşık kırk defa okuduğumuz Fâtiha’daki sırât-ı müstakîm duâsı, gündelik hayâtta insana gereken, ayak kaymasına engel olacak sağlam ve düzgün bir yol talebidir.
Allah Teâlâ yüce peygamberinden de istikâmet istiyor ve bunu iki şarta bağlıyor:
1- Emrolunduğun gibi dosdoğru ol,
2-
Seninle birlikte tevbe edenler de dosdoğru olsunlar.1
Emrolunan şekilde dosdoğru olmada; istikâmet ve doğruluğun şahıslara göre izâfî ve değişken olmaması gerektiğine işâret vardır. Herkes kendi ölçüleriyle kendini doğru sanır; istikâmet üzere olduğunu düşünür. Bu ise kafa karışıklıklarına sebebiyet verebilecek bir zaaftır. Bu işin sağlam ve herkes için geçerli bir ölçüsü olmalıdır. O da Allah nasıl emrediyorsa O’nun emrettiği gibi ihlâs üzere, eğilip bükülmeden, nefse ve dünyâya pirim vermeden, indî mütâlaalarla kendine haklılık payı ayırmadan, kurallara bağlı bir doğruluk ve istikâmet üzere olmaktır. Senin kafana ve duygularına göre doğru saydığın bir dürüstlük ve istikâmet değil.
Hani meşhûr hikâyedir: Yılan nehrin kıyısına kadar gelmiş, karşıdan karşıya geçecek ama kara yılanı olduğu için suya girmeye cesâreti yok. Orada beklemekte olan köpeğin yanına sokularak demiş ki: “Dostum karşıya geçeceksin herhâlde? Ben de karşıya geçeceğim, ama senin kadar yüzme bilmiyorum. Benim karşıya geçmeme yardımcı olur musun?”
Köpek: “Olur, ama sana pek güvenemem. Beni sokarsın diye korkarım” demiş. Yılan: “Nasıl yaparım böyle bir vefâsızlığı? Sen beni karşıdan karşıya geçireceksin, ben seni ısıracağım. Olmaz öyle şey” demiş. Bunun üzerine köpek yılana: “Peki o zaman dolan belime” demiş. Yılan köpeğin beline dolanmış ve nehri yara yara birlikte geçmeye başlamışlar.
Nehir tam yarılandığı sırada yılan durmuş durmuş, duramamış. Sokmamaya söz verdiği için fıtratının gereği başlamış köpeğin kaburgalarını sıkmaya. Köpek yılan tarafından sıkılıp boğulmak istendiğini anlayınca demiş ki: “N’apıyorsun? Hani bir kötülük yapmayacaktın bana, söz vermiştin!”
Yılan: “Sözümde durdum, seni sokmuyorum, ama ne yapayım fıtratım bu. Bir zarar vermeden edemiyorum. O yüzden sıkıyorum seni” demiş. Köpek âkıbetini anlayınca demiş ki: “Anlaşıldı, sen beni öldürmeye öldüreceksin. Bari son arzumu yerine getir!” Yılan sormuş: “Nedir son arzun?”
Köpek demiş ki: “Son arzum senin o parlak güzel gözlerini son bir defa daha görmek!” Bunun üzerine yılan başını köpeğin gözünün önüne doğru uzatınca köpek can havliyle yakalamış yılanın başını ve iyice sıkmış, bitirmiş işini. Sahile varınca da çalmış onu yere. Bakmış ki yılan eğri büğrü yerde uzanıyor. Köpek hiddetle yılanın başını ağzıyla kavrayıp ayağıyla da kuyruğuna basarak: “Hayâtında da eğri büğrüydün, ölümünde de! Sen belki kendini ok gibi dosdoğru zannediyorsun, ama eğri büğrüsün işte. Bâri şimdi dosdoğru ol!” diye onu düzeltmeye çalışmış.
Evet, herkes kendini doğru sanır. Sübjektif olarak, yaptıklarını hep doğru görür. Ama gerçekten öyle midir? İnsan kendini içerden öyle gördüğü gibi, dışarıdan da öyle mi görünür acaba insan? Elbette hayır. Bu yüzden kişilere göre değişen istikâmet ve doğruluk ölçüleri yerine, Allah’ın koyduğu ve O’nun emrettiği kurallar çerçevesinde bir istikâmet ve doğruluktur aslolan. İndî ve şahsî ölçülere göre doğruluk değil.
Bir de insanın kendisinin istikâmet ve doğruluk üzere olması yetmez. Çevresindekilerin de doğruluğu, kişinin sorumluluğuna verilmiş bir keyfiyettir. Bu yüzden Allah peygamberine: “Sen ve seninle beraber tevbe edenler emrolunduğunuz gibi dosdoğru olun”2 buyurmaktadır. İstikâmetteki zorluk da buradadır.
Etrafındaki insanları da istikâmet üzere yaşatmaktan sorumlu olduğu içindir ki Allah Rasûlü: “Hûd sûresi ve benzerleri beni ihtiyârlattı”3 buyurmuştur. Rasûlüllaha zor gelen ve onu yoran, etrafındakilerin de istikâmetinden sorumlu olmasıydı.
XIX. yüzyılın Paşa unvânını hak etmiş iki şâir ve devlet adamı vardır ki bunların doğruluk ve istikâmete vurguları gerçekten çok anlamlıdır. Bunlardan biri 1825-1880 yılları arasında yaşayan meşhûr Ziyâ Paşa’dır. O der ki:
İnsana sadâkat yaraşır görse de ikrâh
Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allah
Diğeri ise 1832-1891 yılları arasında yaşayan Diyarbakırlı şâir, yazar ve devlet adamı Saîd Paşa’dır. Onun “Hazret-i Allah Utandırmaz Seni” başlığını taşıyan şiiri bu mânâda çok ünlü ve derin muhtevâsıyla dikkat çekicidir. Saîd Paşa son mısraı “Müstakim ol Hazreti Allah utandırmaz seni” diye biten şiirinde istikametin bütün şümulünü anlatır. Şiirin tamamını açıklamaları ile birlikte veriyoruz.
Müstakîm Ol
Sen başkalarını usandırma, ki başkaları da seni usandırmasın. Sen kimseye hîlekârlık yapma, ki kimse seni kandırıp dolandırmasın. Düşmanın elinden soğuk su içmeye ve harâretini teskin etmeye kalkışma. Çünkü düşman eliyle gelen su, seni kandırmaz ve harâretini kesmez. Düşmandan asla korkma, onu gözünde büyütme. Düşmanın ateş olsa, sen doğru olduktan sonra o seni yakamaz. Sen doğru olmaya, müstakîm olmaya bak. Öyle olursan Allah utandırmaz seni.
Sen usandırma eli, el de usandırmaz seni
Hîlekârlık eyleme, kimse dolandırmaz seni
Dest-i a’dâdan soğuk su içme, kandırmaz seni
Korkma düşmandan, ki âteş olsa yandırmaz seni
Müstakîm ol, Hazret-i Allah utandırmaz seni
Halk arasında düşmanlığın temel sebebi insanların birbirleri hakkındaki peşin hükümlü sû-i zanlarıdır. Âlem mülkünün bozulup karışması, sû-i zan kaynaklı fitnelerdir. Allah da sû-i zannı yasaklamıştır.4 Cinayetlerde genellikle suç öldürende bilinir ama, çoğu zaman ölendedir. Sen bir fenâlık görürsen, başkasından sanma. Çünkü kişiye kötülük ancak kendinden gelir. Sen doğru olmaya, müstakîm olmaya bak. Öyle olursan Allah utandırmaz seni.
Halk arasında adâvet sû-i zandandır bütün
İhtilâl-i milket-i âlem fitendendir bütün
Öldürenden bilme cürmü, suç ölendendir bütün
Ne fenâlık görsen elden sanma, sendendir bütün
Müstakîm ol, Hazret-i Allah utandırmaz seni
Allah Teâlâ’nın senin ırz ve nâmusunu korumasını istiyorsan, sen de asla kötülük peşinde koşan düşmanın bile nâmusunu haleldâr etmemeli, ona zarar vermemelisin. Ezelden beri halk arasında söylenen bir darb-ı mesel vardır: Herkes yaptığının karşılığını görür, ne ekersen onu biçersin. Sen doğru olmaya, müstakîm olmaya bak. Öyle olursan Allah utandırmaz seni.
İster isen hıfz ede ırzın, Hudâ-yı lem-yezel
Irzına a’dâ-yı bed-hâhın bile, verme halel
Tâ ezelden söylenir halkın dilinde bu mesel
Celb eder elbette insana mükâfatın amel
Müstakîm ol, Hazret-i Allah utandırmaz seni
Halka zarar verip kendini âbâd ve ma’mûr eylemeye kalkışma. Bu dünyâ için çalışıp ukbânı ihmâl ile berbâd etme. Merhametsiz bir zâlimden çıkarın için yardım isteme. İnsanları kendinden nefret ettirecek hâlleri alışkanlık ve âdet hâline getirme. Sen doğru olmaya, müstakîm olmaya bak. Öyle olursan Allah utandırmaz seni.
Halkı tahrîb eyleyip de kendin âbâd eyleme
Bu cihânda ev yapıp ukbâyı berbâd eyleme
Nef’in için zâlim-i bîrahm’e imdâd eyleme
Âlemi tenfîr eden ahvâli mu’tâd eyleme
Müstakîm ol, Hazret-i Allah utandırmaz seni
İnsana her türlü kötülük kötü nefsinden, içinde beslediği öz benliğinden ve varlık iddiâsından gelir. Âdemoğluna her türlü mahcûbiyet de kötü arkadaşından bulaşır. Kişinin izzeti bulunduğu mekâna da izzet katar. Bu yüzden şerefü’l-mekân bi’l-mekîn demişlerdir. Müstakîm hâl sâhibi insanların istikâmeti dîninden; yâni dindârlığından gelir. Sen doğru olmaya, müstakîm olmaya bak. Öyle olursan Allah utandırmaz seni.
Seyyiât insana nefs-i kemterîninden gelir
Her hacâlet âdeme sû-i karîninden gelir
İzzet-i zât mekâna hep mekîninden gelir
İstikâmet müstakîmü’l-hâle dîninden gelir
Müstakîm ol, Hazret-i Allah utandırmaz seni
Düşmanını zillete uğratmak için hîle ve hud’a ile meşgûl olma. Çünkü bu dünyâda kötü hâl sâhibi olmak, güzel düşüncelere perde olur. Kötü işlerle uğraşanlar iyilik düşünemezler. Dünyâ için yüzsuyu dökme, kaçırdıklarına üzülme, dedikodu etme. Derdlenme ki celâl sâhibi olan Allah, senin maksadını mutlak verecektir. Sen doğru olmaya, müstakîm olmaya bak. Öyle olursan Allah utandırmaz seni.
Düşmanı tezlîl için hîleyle etme iştigâl
Hüsn-i efkâra olur hâil cihânda sû-i hâl
Yüzsuyu dökme, teessüf çekme, etme kıyl u kâl
Sen sakîm olma, verir maksûdun elbet Zü’l-Celâl
Müstakîm ol, Hazret-i Allah utandırmaz seni
Riyâdan uzaklaşmaya ve hâllerini düzeltmeye çalış. Boşboğazlık etme, dedikodularını azaltıp düzeltmeye bak. Sen kötü hâllerini ne şekilde saklayayım derdine düşsen de Allah Teâlâ senin her türlü hâlini senden daha iyi bilir, bunu unutma. Sen doğru olmaya, müstakîm olmaya bak. Öyle olursan Allah utandırmaz seni.
At riyâyı elden, ıslâha çalış ahvâlini
Boşboğazlık etme ta’dil eyle kıyl u kâlini
Sen ne türlü saklayım dersen de sû-i hâlini
Hak Teâlâ senden a’lemdir senin ahvâlini
Müstakîm ol, Hazret-i Allah utandırmaz seni
Seni gaflet üzere gördüğünde şeytan hâline güler. Sen gaflete düşüp de böyle kötü huylu bir düşmanı; yâni şeytanı kendine güldürme. Âlemde emînlik/güvenilirlik sıfatıyla meşhûr ol, ama asla hıyânete düşüp hâin olma. Çünkü bu âlemde herkesin horluğu da, yükseklik ve değeri de kendi elindedir. Sen doğru olmaya, müstakîm olmaya bak. Öyle olursan Allah utandırmaz seni.
Hâline şeytan güler, gördükte senden gafleti
Üstüne güldürme öyle düşmen-i bed sîreti
Hâin olma, ver emânetle cihâna şöhreti
Herkesin destindedir âlemde züll ü rif’ati
Müstakîm ol, Hazret-i Allah utandırmaz seni
Ey Saîd! Hâlık Teâlâ bu âlemde senin rızkını garanti etmiştir. Bu yüzden rızık endişesiyle mâsivâya boyun eğmek sana yakışmaz. Aslında bu âlemde ızdırâbın temel sebebi alâık denilen dünyâ bağlarına meyledip insanın kendini bağlamasıdır. Başkaları için halkın diline düşüp kendine yazık etme. Sen doğru olmaya, müstakîm olmaya bak. Öyle olursan Allah utandırmaz seni.
Zâmin olan ey Saîd, erzâka Hâlık’tır sana
Mâsivâya ser-fürû etmek ne lâyıktır sana
Iztırâbı celb eden meyl-i alâıktır sana
Gayr için düşme lisân-ı nâsa, yazıktır sana
Müstakîm ol, Hazret-i Allah utandırmaz seni
Dünyâ ve âhirette insanın yüzünü ağartacak olan doğruluk ve istikâmettir. Dînî hayâtın istikâmet zemininde yaşanması insanı huzûr ve mutluluk ile rızâ-i Bârî’ye ulaştırır. Kur’an ve sünnette istikâmet vurgusunun çokluğu da bundandır. Kulu erdirecek olan istikâmet ve ihlâstır. g
Dipnotlar: 1) Hûd, 11/112. 2) Hûd, 11/112. 3) Tirmizî, Tefsîru’s-sûre, 56/3297. 4) el-Hucurât, 49/12.