Altınoluk Dergisi, 1993 – Nisan, Sayı: 086, Sayfa: 032
Uzunca boylu, esmer tenli, güzel yüzlüydü Gözleri büyükçe, sakalının iki tarafı seyrekçeydi. Zahir ve batın ilimleri derlemiş, zühd ve takva ehli bir zattı. Heybetli bir yüzü, müessir bir siması vardı. Yüzünü görenler etkilenir, durumlarına göre tevbe eder veya hidayete ererdi.
Muhammed Masum’un oğlu. İmam-ı Rabbani’nin torunu 1049/1639 yılında Serhind’de doğdu. Tasavvuf ve tarikatte üstadı, babası Muhammed Ma’sum Seyr u sülukunü tamamladıktan sonra babası tarafından Delhi’de irşada memur edildi. Burada ki tekkesi ruhanî bir eğitim merkezi oldu. Halkın her sınıfından binlerce insanla dolup taştı Bu dergahtan pekçok halife yetişti. Burada yetişen halifeler aracılığıyla, Nakşbendiyye’nin Müceddidiye kolu, Afganistan, Türkistan, Irak ve Şam belgeleme kadar yayıldı. Evi ve dergahı kafile kafile gelen ziyaretçilerin konağı oldu. Dedesi İmam-ı Rabbani’nin kendisine karşı büyük mücadele verdiği Ekber Şah’ın torunu ve zamanın sultanı Alemgir Evrengzîb onun bendeleri arasında yer aldı. İmam-ı Rabbani ve oğlu Muhammed Masum’un mücadeleleri böylece meyvesini vermiş oluyordu. Sultan Alemgîr takva ehli bir zat olarak yetişti. Sultanın Seyfeddin Serhendiye intisabının ardından pek çok vezir ve devlet ricali de onun yolunu izledi. Tarikat neşvesiyle marifet deryasına daldı.
Alemgir Evrengzîb İle:
Şeyh Seyfeddin Serhindi’ye bende olan Sultan, şeyhinin gösterdiği nurlu yolda hızla mesafeler katetti. Ülkesinde adaletin hakim olmasını sağladı. Raşid halifeler gibi sünnet-i seniyye yolunda yürümeye büyük özen gösterdi. Sultan maneviyatın cezbesine kendini tam kaptırmıştı. İlerlemiş yaşına rağmen Kur’an’ı hıfz etti. Geceleri zikir, fıkır ve ibadetle meşgul oluyor, manen terakkiye devam ediyordu. Nihayet “letaif’ten “ahfa” mertebesine gelmişti. Kendisine garib bazı ilhamlar ve haller gelince durumu şeyhi Muhammed Seyfeddin’e anlattı. O da onun sıkıntısını manevi tasarruflarla feraha çıkardı. Ayrıca durumu henüz hayatta olan babası Muhammed Masum’a yazdı Muhammed Masum cevabî mektubunda sultanın durumunun sağlam ve gelişmelerin yerinde olduğunu ve sonuçdan pek sevindiğini oğluna bildirerek şunları yazdı: “Sultanın azamet, heybet ve şevketine rağmen, Hakk’a tabi olup size intisab etmesi şükrü gerektiren büyük bir nimettir” Muhammed Ma’sum’un Mektübat’ının III cildinde 221 ve 227 sırada bulunan oğluna yazdığı mektupların muhtevasından sultanın tarikata girmesinden letaif, rabıta ve zikirle meşguliyetinden şeyhin duyduğu sevinç ifade edilmekte ve sultanın emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-ı ani’l-münker konusundaki gayretleri öğülmektedir.
Tarih kitapları Muhammed Seyfeddin’in kendisine intisab eden Alemgirşah Evrengzib’in sarayına gelmesi olayını şöyle nakleder: “Şeyh, şahın sarayına geldiğinde duvarda bir takım resimler görür. Ve bunların derhal indirilmesini söyler. Şah da tereddütsüz itaatle resimleri indirtir. Ve uzunca bir süre sarayda sohbet ederler.”
Heybeti ve Etkisi
Muhammed Seyfeddin emr bi’l-maruf ve nehy ani’l-münker konusunda çok titizdi Nitekim Muhammed Ma’sum oğlunun bu durumu hakkında şunları söyler: “Hind ülkesinin neresinde bir münker, bir kötülük işlendiğini duysa hemen onun üstüne gider, onu ortadan kaldırmaya çalışır. Duyduğu bir kötülüğün bir an bile kalmasına dayanamazdı.”
Manevi mehabeti sebebiyle sultanlar ve kumandanlar bile huzurunda tam bir edeble el-pençe divan durur, oturmayı su-i edeb sayarlardı
Adamın bin bir gün Şeyh Seyfeddin’in huzurunda durup haline şöyle bir baktı ve kendi kendine “Bu şeyh de amma da büyüklük taslıyor”, diye düşündü Muhammed Seyfeddin onun bu manalı bakışından hakkındaki su-ı tefehhümünü keşfederek dedi ki:
– Bende biri büyüklük varsa o Hakk’a aittir Küçüklük ve kusur varsa bendendir.
Muhammed Seyfeddin’in kemalini kabul etmeyen adamlardan biri şöyle bir rüya gördü: Emniyet kuvvetleri kendisini yakalamış bir yandan dövüyorlar, öbür yandan da şunları söylüyorlar:
– “Sen misin bizim şeyhimizin halini beğenmeyen, onu kabul etmeyen? Halbuki o Hakk’ın sevgili kuludur.”
Adamcağız uyandığında vücudunda sopaların sızısını hisseder ve bunu şeyhin bir tasarrufu sayarak koşup kendisine intisab eder.
Ney ve Sema
Anlatıldığına göre, Şeyh Seyfeddin bir gün evinde otururken komşuda çalınan bir ney sesi duyar. Ve nağmenin tesiriyle bayılıp düşer. Kolu feci bir şekilde incinir. Kendine geldiğinde der ki:
– Ney ve ilahi dinlemeyi terketmemden dolayı bazıları benim aşktan yana nasipsiz olduğumu sanıyorlar. Halbuki asıl nasipsiz, beni öyle sananlar. Çünkü aşık olan böyle yanık ve sûzişli ney sesini dinlemeye nasıl dayanabilir.
Yine bir gün coşkulu dervişlerinden biri, bir ney ve sema meclisine tesadüf eder. Ney ve semanın tesiriyle vecd ve cezbe içinde uçar gibi okunan ilahileri dinler. Kendisini iç dünyasının coşkusuna kaptırır. Fakat edebinden nara atıp ses çıkaramayınca oracıkta can verir. Bu dervişin durumu Şeyh Seyfeddin’e haber verildiğinde şunları söyler:
“Ney ve sema, duygulu gönüller ve hassas ruhlar için tehlikelidir. Ulemanın bu konuya cevaz vermedeki tereddüdünde şüphesiz bir hikmet vardır.”
Vukûf-i kalbî ve Sohbet:
Hergün dergahında 1400 kişiye iki öğün leziz yemekler pişirilir, gerek dervişlere gerekse gelen ziyaretçilere ikram olunurdu. Ziyaretçilerden biri bir gün merak saikıyla sordu:
– Bu yolda aslolan “kıllet-i taam” değil mi? Siz boyuna yediriyorsunuz.
Şeyh Seyfeddin şu karşılığı verdi:
– Gıdayı büsbütün azaltmak vücudu takattan düşürür. Bizim yolumuzun pirleri “vukûf-u kalbî” ve “sohbet” esası üzerinde durmuşlardır. Riyazatta aşırılık, ve açlıkla vücuda meşakkat vermek bazı olağanüstü hallerin meydana gelmesini sağlayabilir. Fakat biz bunları muteber saymayız. Bizim gayemiz zikre devam, Allah’a teveccüh, sünnete ittiba ve meşru işlerle iştigal suretiyle nur ve berekatı arttırmaktır.
Pekçok halife yetiştiren Muhammed Seyfeddin, 1096/1684 yılında Serhind’de vefat etti. Ve oraya defnolundu.
Yetiştirdiği halifelerden başlıcaları: Şah Abbas, Şeyh Sadreddin Sufi, Şeyh Ebu’l-Kasım, Şah İsa ve Seyyid Nur Muhammed Bedayünî’dir. Kendi yerine halef bıraktığı da bu sonuncusudur.
-rahmetullahi aleyh-
Kaynaklar: el-Hadaiku’l-Verdiyye, 190-200; Nezhetü’l-havatır, VI.; Adab, 63; Nedvî, el-İmamu’s-Serhindî, 312-314, Muhammed Murad Kazanî, Zeylü’r-Reşahat, Mekke 1300, s. 68; Mektûbat-ı Muhammed Masum, III, 115,118.