1952 İzmit (Karaabdülbaki) doğumlu. 1963’te Akmeşe Bölge İlkokulu’nu, 1970’te Adapazarı İmam Hatip Lisesi’ni, 1974’te İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nü bitirdi. İlk olarak Bakırköy Şenlikköy Ortaokulunda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği, ardından Gaziosmanpaşa İmam Hatip Lisesi’nde meslek dersleri öğretmenliği ve müdür yardımcılığı yaptı. 01 Şubat 1977’de İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü Tasavvuf ve Tarihi alanında asistan oldu. Vatani görevini Mart-Temmuz 1981’de Burdur’da kısa dönem olarak tamamladı. Mayıs 1983’te “Doktor” ünvanını aldı. Aynı yıl “Yardımcı Doçent” oldu.
1986-1987 yılları arasında bir yıl süreyle sahasında araştırmalar yapmak ve incelemelerde bulunmak üzere Mısır’a gitti. 1989’da “Doçent”, 1996’da “Profesör” oldu.
Neşredilmiş yirmi kadar eseri, muhtelif dergilerde yayınlanmış makaleleri, ansiklopedi maddeleri, ulusal ve uluslar arası düzeyde çeşitli bilimsel toplantılarda sunulmuş pek çok tebliğleri bulunmaktadır.
Halen Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı Başkanıdır. Evli ve beş çocuk babasıdır.
Hz. Mevlânâ’yı diğer âlimlerden ayıran özelliği neydi? İnsanlar ne bulmuşlardı ki bir halka olarak Hz. Mevlânâ’da toplanmışlardı?
Hz. Mevlânâ hem âlim hem de ârif bir insan. Zâten diğer âlimlerden farkı da burada. Mevlânâ, Şems’i tanımazdan önceki dönemde Konya medreselerinde müderrislik ve câmilerinde vâizlik yapacak ilmî bir birikime ulaşmıştır. Mevlânâ’da Şems ile tanıştıktan sonra gönül dünyasında bir takım değişiklikler olduğunu görüyoruz. Şems-i Tebrizî, ondaki istidâdı fark ederek, özellikle ilâhî aşkını gördükten sonra onun gönül volkanına bir kibrit çalmıştır. Mevlânâ bu tanışma ve beraberlikten sonra: “Hamdım, piştim, yandım” demiştir. Bu noktadan sonra gönlünde bir diğergamlık duygusu, başkalarının farkında olma heyecanı hissetmiş ve başkalarına ümid aşılayan bir gönüller sultanı olmuştur.
Mevlânâ, İslâm dünyasının savrulduğu bir dönemde yaşamıştır. Gerek doğudan gelen Moğol istilâlarıyla, gerek batıdan gelen Haçlı savaşlarıyla ve içerdeki bir takım problemlerle birlikte gelen sorunlar sonucu insanlarda istikbâle âid bir takım endişeler oluşmaya başlamıştı. Mevlânâ, böyle bir dönemde hem Hakk’a hem de halka sevgi diliyle hitap etmiş; halkı Hakk’a çağırarak tutunacak dalın “Allah” olduğunu hatırlatan üslûbuyla insanları fânîye değil Bâkî’ye çağırmıştır. İnsanlara ümid aşılamıştır. Onun bu ümid aşılayan, yaratılanları Yaratan’dan ötürü sevmeyi hedefleyen konuşmaları etrafındaki insanlara ayrı bir duygu ve heyecan vermiştir. O, her insanı potansiyel bir Müslüman olarak gördüğü için insanlara sevgiyle, şefkatle bakmayı vazife telakkî etmiştir. İslâm’ın güler yüzü olmuş bir insandır. İnsan olması özelliğiyle, çocuk, genç, ihtiyar, kadın demeden herkese şefkatle yaklaşmıştır.
Mevlânâ’nın en önemli özelliği, söylediklerini yaşayan bir insan olmasıdır. Peygamberlerin ve âriflerin en önemli özelliği budur. Batıda bir kısım filozoflar: “Fikirler iştirak edilip yaşanırsa değerli olur” diyorlar. Mevlânâ, düşüncelerini bizzat yaşayan bir insandır.
Mevlânâ Hazretlerinin kullandığı tebliğ üslubu hakkında da bilgi verebilir misiniz?
Mevlânâ hazretlerinin yaşadığı dönem zor bir dönemdi. Müslümanların çelişkiye düştükleri dönemdi. Böyle bir durumda ise insanlar ümid arar. İşte Hz. Mevlânâ bunu yapmıştır. Mevlânâ, herkese kurtuluş için bir melce/sığınak olduğunu göstermiş, onları Allah’a yönlendirmiştir. Allah’a sığındıkları zaman dünya ve âhiret bakımından başarıya ulaşabileceklerini onlara anlatmıştır.
Bir de Hz. Mevlânâ, fantezilerden çok hayatın içinden olan şeyleri ortaya koymuştur. Mevlânâ’nın üslûbunda Kur’an üslûbu hâkimdir. Onun Mesnevî’si konulu tefsîr mahiyetindedir. Kıssalarla, hikâyelerle, nasîhatlerle karşısındakilere hem Kur’an’ı anlatır hem de hayatın problemlerini sergiler.
Mesnevî’nin çok fazla okunuyor olmasının sebepleri nelerdir?
Mesnevî’nin çok okunuyor olmasının tek sebebi, müellifin insan gerçeğini yakalamış olmasıdır. İnsanların zaaflarını, kusurlarını, ilgilerini, alakalarını keşfetmiş bulunmasıdır. Hz. Mevlânâ bir takım fanteziler kurup anlatmak yerine insanların kendilerini anlatma yolunu seçmiştir. Herkes Mesnevî okurken orada kendinden bir şeyler bulabilir. Mesnevî âdetâ insanların duygularına, düşüncelerine tercüman olmaktadır. Böyle olunca da onu anlamakta zorluk ve insanlar yabancılık çekmiyor. Bu nedenle her devirde ilgi ile takip edilmiştir.
Mesnevî, medeniyetler savaşının hâkim olduğu bir dönemde kaleme alınmış ama medeniyetler savaşını durdurmuş, medeniyetler arasında âdeta bir köprü olmuştur.
Mesnevî’yi okurken nasıl okumak lazım?
Mesnevî’yi okurken bir şiir kitabı gibi okumamak lazım. Kendisi de zaten maksadının şiir yazmak olmadığını, tek amacının Kur’an ile, İslâmiyet ile insanları buluşturmak olduğunu belirtir. Dolayısıyla Mesnevî’yi bir şiir gibi algılamaya çalışarak okumamak gerekir. Telmihte bulunduğu âyet ve hadîslerle onu bir bütün olarak anlamaya çalışmak lâzım. Mevlânâ her hikâyeden sonra gerekli nasîhatlerde bulunmaktadır. İnsanlar Mesnevî’yi o gözle okurlarsa daha çok istifâde ederler.