Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Mevlânâ Halid Bağdâdî – Kuddise Sirruh

Altınoluk Dergisi, 1993 – Agustos, Sayı: 090, Sayfa: 032

DIŞ GÖRÜNÜŞÜ (HİLYESİ)

Uzun boylu, beyaz tenli, kırmızı yanaklıydı. Saçları ve gözleri siyahtı. Hafif değirmi burunlu, uzunca kirpikliydi. Kolları uzun, omuzları genişti. Vücudu kıllıydı. Heybeti ve ağırbaşlı duruşu bakanlar üzerinde ürperti uyandırır, saygınlık telkin ederdi. Güzel giyinirdi. Halkın arasına çıktığı zaman, ne taylasanını bırakırdı, ne de asasını ikramı ve bahşişi böldü. Prensiplerine sıkı sıkıya bağlıydı.

Altın silsilenin 30. halkası ve yeni bir kolbaşısı bu sefer Osmanlı ülkesinden, Irak’ın Musul vilayetine bağlı Şehrezür kasabasından Adı Halid b. Ahmed, lakabı Mevlana ve Zıyaeddin İslâm dünyasında Celaleddin Rumî’den sonra “Mevlana” (Efendimiz, büyüğümüz) lakabıyla anılan ve bu sıfatla meşhur olan ikinci kışı olduğuna bakılırsa tesir ve nüfuzu anlaşılmış olur. Kendisinden sonra Nakşîlik neredeyse “Halidîlik” olmuş ve bu kol Osmanlı ülkesinin en yaygın tarikatı haline gelmişti

HAYATINDAN ÇİZGİLER

Ömrünün bir kısmı Bağdad’da geçtiğinden ve orada iken meşhur olduğundan “Bağdadî” nisbesiyle anılır. Baba tarafından Hz. Osman, ana tarafından da Hz. Ali soyundandır. 1193/1179 yılında bazı kaynaklara göre Şehrezur’da, bazılarına göre ise Baban’a bağlı Karadağ’da doğdu. İlk tahsilini önce babasından, ardından da Süleymaniye medreselerinde yaptı. Seyyid Abdülkerim Berzenci, Seyyid Molla İbrahim gibi alimlerden okudu. Süleymaniye’den Bağdad’a geçti. Bağdad’da bir sure ilim tahsiliyle meşgul olduktan sonra tekrar Süleymaniye’ye döndü. İlme doymuyordu adeta. Dini ilimlerden sonra fen ilimlerine merak sardı ve devrin Ali Kuşçu’su sayılan Muhammed Kuseym’den riyaziye, hesap, hendese, hey’et ve üstürlab gibi teknik bilimler tahsil etti.

Üstün zekası ve yüksek ilmi kabiliyeti sayesinde çevresinde ilgi odağı oldu Devrin idarecileri kendisini bir medreseye müderris tayin etmek istedilerse de o bundan imtina etti. Henüz bu işe ehil olmadığını beyan ederek afv diledi. Ancak 1213/1798 yılında Süleymaniye’de ortaya çıkan taun vakasında hocası Abdülkerim Berzenci vefat edince onun yerine müderrisliği kabul etti. Yedi yıl sureyle sürdürdüğü tedris hizmetinden sonra içinde hissettiği boşluğu doldurmak ve manevi bir teselliye nail olmak amacıyla hacca gitmeye karar verdi. Hac yolculuğu sırasında Şam’a uğradı ve bir süre orada ikamet etti.

Şam’da ikameti sırasında Muhammed el-Küzberi’den hadis icazeti, Mustafa el-Kürdî’den kadiri hilafeti aldı. Hac yolculuğu sırasında yolun meşakkatlerinin yanı sıra manevi bazı lütuflara ve tasavvufi irşatlara da mazhar oldu. Nitekim Medine’ de bulunduğu sırada kendisine rehberlik edecek mürşid ararken karşılaştığı hüsn-i hal sahibi bir zattan dua ve irşad talebinde bulundu. O zat, kendisine şu nasihat ta bulundu. “Mekke- i Mükerreme’de bulunduğun sırada zahiren gördüğün bazı hataları yargılayıp reddetmekte aceleci olma!”

Halid Bağdadî arkardaşlarıyla Medine’den Mekke’ye geçti. Günlerini Kabe civarında ibadetle geçirmeye özen gösteriyordu. Yine bir gün sabahın erken saatlerinde Harem-i Şerif’te Delail okurken birinin sırtını Kabe’ye dönüp oturduğunu gördü. Kendisine bakmakta olan bu zat ile bir ara göz göze geldiler Arkasını kıbleye ve Kabe’ ye dönmüş bu zatın hali pek hoşuna gitmemekle birlikte Medine’de aldığı nasihat gereği sesini çıkarmamaya azimliydi. Ancak bu sefer sözü başlatan karşısındaki zat oldu: “Allah indinde mümin bir gönlün Kabe’den daha değerli olduğunu bilmez misin? Hem Medine’deki zatın söylediklerini ne çabuk unuttun?”

Bu hikmetli ve anlamlı sözlerin etkisiyle başı dönen Halid Bağdadi gayr ı iradî sözün sahibinin dizlerine kapandı ve kendisini irşad etmesini istedi. Ancak şu karşılığı aldı “Sizin irşadınıza dair işaretler Hindistan tarafından geliyor. O tarafa yönelin!”

Hacc farizasını tamamlayan Halid Bağdadî, Süleymaniye’ye döndü ve tedris hizmetine devam etti. Nihayet bir gün Abdullah Dehlevi’nin gezginci dervişlerinden Mirza Rahimullah Azimabadî’nin Süleymaniye’ye gelmesine kadar bu hizmeti sürdürdü. Mirza Azîmabadî ile Süleymaniye’de uzun uzun sohbet ve halvetlerde bulunan Mevlana Halid, Nihayet beklediği anın geldiğine inanmıştı. Dünyevi bütün meşguliyetlerini bırakarak mirza Azîmabadî ile Hindistan’a sefere çıktı (1224/1809). Yaya olarak tam bir yıl sürecek olan bu yolculuk boyunca da boş durmadı. Yolda her bölgedeki ulema ve meşayihin kabrini ziyaret etti. Pek çok alim ve şeyh ile görüşüp tanıştı. Nihayet Abdullah Dehlevi’nin dergahının bulunduğu Cihanabad’a vardı.

Mevlana Halid, orada şeyhinin yanında bir yandan seyru suluk ile manevi eğitimini tamamlarken diğer yandan da şeyhinin izin ve işaretiyle Molla Abdülaziz el-Hindi’nin akaid ve kelam derslerine devamla icazet aldı. el- Hindi Tuhfe-i İsna Aşeriyye adında şiaya reddiye yazmış bir Nakşı şeyhi ve akaid bilginidir. Abdullah Dehlevi, müridi Halid Bağdadî’ye Nakşbendiyye, Kadiriyye, Sühreverdiyye, Kubrevivye ve Çeştiyye tarikatlarından icazet verdi .Dehlevi, müridindeki “benlik” duygusunu kırmak için onu küçük hizmetlerde kullandı. Temizlik yaptırdı Hatta helaları yıkattırdı. Nefsin azgın dalgalarını durulttu ve bir yılda onu eğitti.

Şeyhinin yanında seyru sulükunu tamamlayıp irşad icazetini alan Mevlana Halid şeyhinden aldığı işaretle tekrar memleketine döndü. Son arzusu sorulduğunda verdiği cevap ilginçtir: “Son arzum dindir, dinin kemali ve kuvvet bulması için de dünyayı isterim.”

1226/1811 yılında memleketi Süleymaniye’ye geldi Ardından şeyhinden gelen bir işaret üzere Bağdad’ a gitti. Orada vali Said Paşa’nın da desteğiyle İhsaiye medresesini ihya ederek ilk “Halidî tekkesi” haline getirdi. Engin bilgisi geniş tasavvufi etkisi kısa zamanda şöhret ve nüfuzunu artırınca çevrede hasedci nazarlar ve kıskanç tavırlar şahlamış işi kendisini Vali Paşa‘ya şıkate kadar vardırmışlardı.

Şikayetin bir ucu pay-ı tahta Sultan II. Mahmud’a kadar ulaştı Sultan Şeyhülislâm-ı çağırıp kararını vereceği sırada Şeyhülislâm Mustafa Asım Efendi Sultan a :”Ey iman edenler, size bir fasık gelir ve bîr haber getirirse onu iyice araştırın. Aksi halde bir topluluğa bilmeden bir kötülük etmiş olursunuz. Sonra da pişman olursunuz.” (el-Hucurat, 49/6) ayetini hatırlattı. Bunun zerine Sultan bu iş için iki adam gönderdi. Diğer taraftan Vali Said Paşa’nın yaptırdığı araştırmada Mevlana Halid’in haklı iddiaların iftira olduğunu ortaya çıkardı. Olayların yatışması için Mevlana Halid, memleketi Süleymaniye’ye döndü.

Süleymaniye’de de hemen ikinci bir tekke açıldı. Gerek Bağdad’daki ilk tekkede, gerekse Süleymaniye’deki ikinci dergahta pek çok halife yetiştiren Mevlana Halid bunları İslâm ülkelerinin muhtelif merkezlerine gönderiyordu Süleymaniye den sonra bir ara tekrar Bağdad’a gelen Mevlana Halid, oradan da Şam civarında Salihiye’de üçüncü bir dergah daha açtı (1238/1822)

Salihiye’de üç yıl kadar irşad hizmetiyle meşgul olduktan sonra 1241/1825 yılında tekrar hacca gitti. Hac dönüşü Şam da kolera hastalığına yakalandı. Çok geçmeden 12 Zilkade 1242, 10 Haziran 1826 yılında vefat etti. Vefatı sırasında ağzından “Ey itminana eren nefs, sen O’ndan, O senden razı olarak dön Rabbına!” (el-Fecir, 89/27-30) ayetleri dökülmüştü. Kabri, Şam Salihiye’de Kasyon tepesi eteğindedir. Halifelerinden Muhammed el-Firaki’nin delaletiyle kabrinin üstüne I. Abdülmecid Han tarafından kubbe yaptırılmıştır.

Mevlana Halid’in tedris ve ilmi eserleriyle başlayan şöhreti, İslâm dünyasının her bölgesine gönderdiği yüzlerce halifesi sayesinde daha sağlığında iyice artmıştı. O’nun mürid ve müntesipleri arasında Mekkizade Mustafa Asım ve Mehmed Refik Efendi gibi şeyhü’l-İslâmlık makamını ihraz etmiş ilim adamları Said Paşa, Davud Paşa, Abdullah Paşa, Necip Paşa ve Namık Paşa gibi devlet ricali de yer almaktadır. Halidiyye’nin halk ve devlet ricali ile ilim adamları arasında kısa zamanda ve sür’atle yayılmasının temelinde genellikle Halid Bağdadî nin şeriatın zahirine sıkı sıkıya bağlı bir ilim adamı olmasıyla halifelerini genellikle ilim erbabından seçmesi gerçeği vardır. Mevlana Halid in bizzat yetiştirip görevlendirdiği 116 halife Halidiliği XIX asrın en büyük tarikatı haline getirmiştir. Ünlü hanefi fakihi İbn Abidin ile Ruhu’l-maani adlı tefsirin müellifi Alusî de Halidi mensubudur.

AHLAKÎ VASIFLARI

Halidi Bağdadî hazretleri cömert, güzel ahlaklı, halkın eziyetlerine sabırlı, açık ve tatlı sözlü, azimetle ameli seven, ihtiyatı elden bırakmayan, yetim ve dulları himaye eden, Allah yolunda kınayanın kınamasından korkmayan bir gönül eriydi.

Huzurunda oturup zahirî ve batınî adaba riayet edenler, azamî derecede istifade ederlerdi. Huzurda bulunanların kalbleri dünya sevgisinden temizlenir, makam ve mansıp endîşesinden, gaflet pasından arınırdı.

NASİHATLARİ

Size kat’iyyetle emrederim ki, bütün varlığınızla sünnet-i seniyyeye sarılıp cahiliye adetlerinden ve bidatlerden sakının. Sufiye hakkındaki dedikodulara aldanmayın. ‘Paşa da olsa avamdan insanlarla ülfet etmeyin. Onlardan hangi vesileyle olursa olsun, bir şey istemeyin. Çünkü bu, sizin kötülükle itham edilmenize sebep olur. İki mefsedet arasında çaresiz kaldığınız zaman ehven olanını seçin. Mutlu kişi, başkasının başına gelenlerden ibret alandır. Daha önemli olanı, önemli olana tercih ediniz. Sakın ola ki sultanlarla ve devlet ricaliyle bir işe girişmeyin. Çünkü onları ıslah edecek güce sahip değilsiniz. Onları gıybet etmeyin, veliyy-i emrinize hayırlı işlerinde muvaffak olması için dua ediniz.

Dünya perest tüccarları, ulema taslaklarını, ilmi halk arasında bir makam elde etmek için maşa olarak kullanan talebeleri, tenbellikleri sebebiyle yüklerini halka taşıtmaya çalışan asalakları, maneviyatı dünyasına basamak yapmaya kalkışan kimseleri, tarikata almayın, alsanız da bu tür davranışlarına fırsat vermeyin. Bilesiniz ki bana en sevgili olanınız, ehl-i dünya ile alakası olmayan, başkalarına yük olmayanızdır. Daha da sevimlileriniz fıkıh ve hadisle uğraşanlarınızdır. Nitekim tabileri çoğalanın şeytanları çoğalır, malı çoğalanın hesabı zorlaşır Tama ve şöhret sevgisine tutulan dünyalığını arttırmak, makama erişmek için her şeyi meşru görmeye başlar .Dünya ile dini değişir.”

“Zikr-i kalbiye devam et. Yolda giderken de olsa onu bırakma’. Her işinde Allah’ın kuvvet ve kudretine iltica et! Sadat-ı kiram hazretlerinin rühaniyetinden istimdat et. Alimlere ve Kur’an hafızlarına ikram et. Mümkün mertebe Kur’an kıraatiyle ve en çok da fıkıh ilmiyle meşgul ol! Huzur-ı kalb,seni bu işten alıkoymasın!”.

ESERLERİ

Mevlana Halidi Bağdadî, sohbetleri ve yetiştirdiği halifeleri kadar yazdığı eserleriyle de ünlüdür. Bu eserleri muhtelif dini konuları ihtiva eder. Bir kısmı Farsça, bir kısmı Arapça”dır:

1. el-Akdü’l-Cevheri: İlm-i kelamda “kesb” konusunda Maturidi ile Eş’ari mezhebi arasındaki görüş ayrılıklarım belirten bir risaledir. İstanbul’da basılmıştır.

2. Rabıta Risalesi: Nakşbendiyye’de önemli bir yeri olan rabıta konusunu anlatan müstakil bir risaledir. Raşahat kenarında basılmıştır.

3. Şerh Makamat-ı Harirî

4. Şerh Hadis-i Cibril: Cibril hadisi diye bilinen meşhur hadisin akaid ve tasavvuf açısından yapılmış Farca bir şerhidir. Eser yazma olup bir nüshası Süleymaniye kütüphanesinde vardır.

5. Siyelkütî Haşiyesi

6. Akaid-i Adudiyye

7. Divan, Farsça, Arapça ve Kürtçe şiirlerden meydana gelen bu eser, Sadreddin Yüksel tarafından terceme edilmiştir.

Mevlana Halid’in hayatı ve menkıbeleri hakkında yazılmış Mecd-i Talid gibi müstakil eserler de vardır.

-rahmetullahi aleyh-

Kaynaklar: Haydarîzade, el-Mecdü’t-talid. Muhammed b. Süleyman el-Bağdadi, el-Hadikatü’n-Nediyye, İstanbul 1977, s. 41-64; Necdi, Asfa’l-mevarid, Muhammed b. Abdullah el-Hani, el-Behcetü’s-seniyye, İstanbul 1981, s. 82-99; el-Kazani, en-Nefaisü’s-sanihat, s. 161 vd; Haririzade, Tibyanü’l-vesail, 1, 327 vd; Ahmed Hilmi, Hadikatü’l-evliya, l, 155-156; Bursalı M. Tahir, Osmanlı Müellifleri, l, 66-67; Vassaf, Sefine-i Evliya, II, 162; el-Hadakiu’l-verdiyye, s. 223-262; M. Zahid el-Kevseri, İrgamü’l-merid,İstanbul, 1328, s. 78-84; en-Nuzumü’l-atid, Kahire 1976, s.47-79; el-İmamu’s-Serhindi, 319-321; H. Kamil Yılmaz, Tasavvufi Hadis Şerhi, s. 94; İrfan Gündüz, Osmanlılarda Devlet Tekke Münasebetleri, (Halidiyye Bölümü)