Altınoluk Dergisi, 2000 – Agustos, Sayı: 174, Sayfa: 021
İnsan, beden gibi bir madde, rûh gibi bir mâna taşıyan, Allah’ın yeryüzünde kendine halife kılmak için en güzel bir biçimde (ahsen-i takvim); mükerrem olarak yarattığı yüce bir varlıktır.
İnsan, bedenî yapısı itibarıyle maddî şeylere ihtiyaç duyar ve bu ihtiyaçlarının karşılanması duygusu insanda fıtrî olarak mevcuddur. İnsan rûhî yapısı açısından da mânevî gıdalara ihtiyaç hisseder. Selim bir fıtrat sâhibi olan insan bu ihtiyaçlarını fark edip karşılanması yollarını araştırır.
Şu bir gerçek ki XIX. Yüzyılda gerçekleştirilen sanayi ınkılâbı ve onunla birlikte bütün dünyaya ağırlığını hissettiren materyalist düşünce, insanın mânevî dünyasını allak bullak etti. Gelişen teknoloji karşısında şaşkına düşen bir takım düşünürler insanlığın aradığı ve dinlerin vaad ettiği cenneti dünyada gerçekleştirilebilecekleri zehâbına kapıldılar. Materyalist düşünce ve özellikle Marksist akım, bu anlayışla bütün dünyayı sarstı. Doğu bloku ülkeleri ve Batı ve Amerikan insanı maddeyi ilahlaştırarak genelde Allah ve âhireti inkâra yeltendi. Bu yolla aradığı mutluluğa ereceğini sandı. Ancak bir türlü bu mutluluğa erişemedi. Çünkü insanı, fıtratına ters bir yönde yürüten bu sistem, neticede tıkandı. Marksizm sistem olarak iflas etti. Materyalist ve kapitalist düşünce de insan konusunda birşeyi noksan bıraktığını fark etmeğe başladı. Çünkü elinde maddi güç ve teknoloji vardı ama, Batı insanı can çekişiyordu, mutsuzdu, uyuşturucu müptelasıydı. Nüfus geri saymaya başlamış, teknolojiyi eline geçiren insan manevi açlığı sebebiyle iyice gaddarlaşmıştı. Çünkü insanın mânevi hayatı ihmâl edilmişti.
XXI. yüzyılın başında dünyanın yüz yüze olduğu bu tablo karşısında insanın yeniden kendini ve ihtiyaçlarını gözden geçirmesi gerekiyor. Bu gözle insanın mânevî ihtiyaçlarını incelediğimiz zaman onların iki boyutu olduğunu görüyoruz. I) Ferd planındaki manevî ihtiyaçlar. II) Toplum planındaki mânevî ihtiyaçlar.
I- Ferd Plânındaki Mânevî İhtiyaçlar
İnsanın ferd plânında en önemli ihtiyacı, temiz bir gönüle sâhip olmaktır. Peygamberlerin temel görevleri arasında sayılan “tezkiye” insanların gönül evlerini, mânevî dünyalarını temizlemektir. Bugün kültürel kirlenme, düşünce sistemlerindeki tıkanma, gönülleri ve kafaları da kirlettiğinden günümüz insanının ilk muhtaç olduğu şey gönlünü arıtmaktır. Bunun yolu da:
1) Tevhide dayalı sağlam bir îman,
2) Derin bir ibâdet hayatı,
3) Ve bunlara bağlı bir san’at anlayışıdır.
1. Sağlam Bir İnanç
İnsanoğlu; rûhî yapısı, yaratılış gayesi itibarıyle inanmak ihtiyacında olan bir varlıktır. Çünkü Allah Teala: “Ben insanları ve cinleri başka bir maksatla değil, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (ez-Zâriyât, 51/56) buyurmaktadır. Ayette geçen “bana kulluk etsinler” ibaresi, “beni tanısınlar, benim teklifimi kabul etsinler” şeklinde tefsir edilmektedir. İnsan kulluk için yaratıldığından mutlaka bu ihtiyacını tatmin etmek üzere yüce varlığa teslim olmak durumundadır. O yüce varlığa kul olmadığı, O’nu tanımak şerefinden mahrum kaldığı zaman ise mutlaka başka bir şeye kul olmaktadır. Tabiat boşluğu kabûl etmediği için insan Allah’a inanmak ve ancak ona açılmak üzere yaratılmış bulunan kalbini başka şeylere açarak bu ihtiyacını tatmin etmeye çalışır. Üstün sayılan bazı varlık ve kişilere âdetâ tanrı imiş gibi gösterilen, saygı ve bağlılık, bu duygu sapmasından kaynaklanmaktadır. Tevhid ilkesinden koparak gerçek imandan mahrum kalan insanların gönülleri yeni tanrılarla dolmaktadır. Bugün bizim toplumumuza kadar giren bazı sanatçıları “ilah” sayma anlayışı, bu tür bir sapmadır.
İnanmak, hava kadar su kadar bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyaç iyi bir tevhid eğitimiyle karşılanabilir. İnsan kimin Rabb, kimin kul olduğunu bilirse kula kulluktan, nefse ve dünyaya kulluktan kurtulur. Çünkü insanın nefsini de tanrılaştırdığı Kur’an’ın belirttiği bir gerçektir. (bk. el-Furkan,25/43; el-Câsiye, 45/23)
2. Derin Bir İbâdet Hayatı
İbadet de inanç gibi insanın fıtrî bir ihtiyacıdır. Bu fıtrî ihtiyaç, fıtrat dini olan İslâm’ın gösterdiği usüllerde tatmin edilmediği zaman insanlar, kendi putlarına ve tanrılarına ibadete ve tapınmaya kalkışmaktadır. Son zamanlarda ülkemizde futbol maçlarında stadyumlarda görülen ve seyircilerin taraftar olduğu takıma hitaben yazılan pankartlardaki “sana tapıyoruz” ifadeleri bu gerçeği seslendirmektedir. Belki akl-i selim ile konuşulduğunda bu yaptığının bir çılgınlık olduğunu kabullenecek insanlar, kendilerini bu tür sözler sarfetmekten alamamaktadır.
İbadet ve inanç, insan rûhunda kendine güven duygusunu geliştiren en müessir etkendir. Alexis Carrel, ibadet hayatının hastalıkların tedavisinde bile son derece etkili bir rol oynadığını itirâf etmektedir. İnsandaki sığınma ihtiyacı, ancak ibâdetle doyurulabilir; çünkü ibadet insana huzûr ve sükûn verir. Bedenî, mâlî ve mânevî ibadetler bütünüyle insanda kemal yolunu açar. İbâdet denilince genellikle insanın rûhu ve kalbiyle ibâdete iştirâkini, kulluğun ihlâs, huşû, takvâ ve ihsân boyutunu kasd ediyoruz.
3. Sanat İlgisi
İnsanda rûhî doyuma katkıda bulunan rûhî gıdalardan biri san’attır. Asıl san’at, Sâni-i Hakîm’in sun’-i mutlakını temâşâ ile hüsn-i mutlaka ermek ve onu insan eliyle eşyaya nakşetmektir. Temeldeki bu temâyül san’atı doğurmuş; insanlar müzik, san’at ve sporu ibadetin yerine ikame etmeye çalışmışlardır.
II- Toplum Planındaki Manevi İhtiyaçlar
Bilindiği gibi Asr Sûresinde insanın zarardan, ziyandan ve hüsrandan kurtulup aradığı mutluluk ve hayra erişmesi dört şarta bağlamış bulunmaktadır. İnanç, ibadet, Hakk’ı ve sabrı tavsiye. Bunlardan ilk ikisi insanın Allah ile ilişkilerini düzenleyen ve ferdî hayatta mutluluğu sağlayan şeylerdir. Geri kalan ikisi ise toplum hayatını düzenleyen ve sosyal hayatta inanç ve güzellikleri hakim kılmayı amaçlayan prensiplerdir.
1. İnsanlara Ulaşmak ve Paylaşım
insan paylaşmak ihtiyacında olan bir varlıktır. İnsanoğlu dâimâ inanç ve düşüncelerini, sevinç ve tasalarını paylaşacak dost arar. Kardeşçe sıcak bir nefese ve yumuşak bir sese dâima ihtiyac duyar. Böyle bir dost çevresi bulmak; yoksa kurmak ister. Sağlam bir inanç, iyi bir ibâdet hayatı insanı bireysellikten kurtarıp toplumsallaştırır. Hodgâmlık ve bencillikten kurtarıp daha feragatli ve özverili hale getirir, insanları ve varlıkları sevmeyi öğretir. Bugün bu toplumda yaşayan insanlar olarak birbirimizi sevmeye her zamankinden çok daha fazla ihtiyacımız var. Kanayan yaraların sarılması, bu duygu ile mümkündür.
Batı toplumunun en fazla şikayetçi olduğu konu, yalnızlıktır. Batı insanı yalnızdır. Aile içinde, işyerinde ve toplumda bu yalnızlık psikozundan kurtulamamaktadır. Bugün Batı’da İslâma yönelen insanların genellikle, içine düştüğü yalnızlık duygusundan kurtulmak ve İslâm’daki sevgiye dayalı paylaşım ortamına kavuşmak için bu tercihte bulundukları bilinmektedir. Sosyal hayattaki en önemli ihtiyacımız, bize gönlünü açacak herşeyini bizimle paylaşacak bir dosttur. İnsan, özellikle elinden tutup kendisine yol gösterecek problem ve sıkıntılarını kendisiyle hasbî olarak paylaşacak bir rehber şahsiyete daima muhtaçtır.
2. Güzel Ahlâk
Ahlâk, insanın mânevî hayatının bir tezâhürüdür. İnanç sistemi ve toplumun tasvib ettiği güzel davranışların insanda meleke haline gelmesidir. İnsanın her hal ve durumda vicdanının sesine kulak vererek doğru, dürüst, tutarlı ve kişilikli olmasıdır. İnsanda en önemli ahlâkî motivasyon Allah korkusudur. Allah’tan korkan, kullardan utanmasını da bilir. Bu yüzden ahlâkın başı hayâdır. İnsanda insanî davranışların bir göstergesi de hayadır. İnsanoğlu’nun hayâ denilen ve ahlâkî davranışları düzenleyen duyguya sahip olması gerekir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.): “Utanmadığın takdirde dilediğini yap” (Buhârî, enbiyâ, 54, edeb, 78; Ebû Dâvud, edeb, 6; İbn Mâce, Zühd, 17; Muvatta; sefer, 46; İbn Hanbel IV, 121-122, V, 273) buyurarak hayatını kaybeden kişinin ahlâkî erdemleri de kaybettiğini ifade etmektedir. Mevlânâ da insanla hayvan arasındaki sınırı “edeb ve hayâ” olarak belirtmektedir.
Batı’nın emperyalist zihniyeti, kültür egemenliğiyle istilâ etmek istediği ülkelerde, insandan önce hayâyı kaldırmayı amaçlamaktadır. Çünkü hayâ ortadan kalktıktan sonra bütün moral değerler çökecek ve toplum kişiliğini yitirecektir. Bugün TV.’lerdeki pembe diziler ve diğer erotik yayınların insanımızda yaptığı en önemli tahribat bu noktadadır. Yani insanımızı hayâ duygusundan uzaklaştırmak, âile ilişkilerini ve toplum ahlakını tahrib etmektir. En yüz kızartan sahneleri devamlı olarak seyreden insanlarda tabîî olarak bir bağışıklık meydana gelmektedir. Bu tür bağışıklıklar insanı tepkisiz hale getirir. Zaten amaç da bu olsa gerektir. Batı, insan planında tükenmişliğini, başkalarına bulaştırmak istiyor. Batı kendi mikrobunu bize taşıyor. Toplum ahlâkını ve âileyi bitirmek istiyor.
Bugünün insanı ferdî plânda gönül temizliğine; bunun için de tevhid inancı ile derin bir ruh hayatına, ibadete; toplum planında dostluk ve paylaşma ve ahlâk ve hayâya ihtiyaç duymaktadır. Bu ihtiyacı karşılayacak da tevhid inancıdır. Rabbımızdan tevhid ikliminde arı duru gönüllerle ahlâken yücelmiş toplumlara erdirmesi niyâzıyla…