Altınoluk Dergisi, 2009 – Mayis, Sayı: 279, Sayfa: 006
Zulüm haksızlık etmek, adâletsiz davranmak, hak yemek, eziyet, işkence, söz ve fiilde haddi aşmak, aşırı gitmek demektir. Kısaca bir şeyi olması gerektiği yere değil, olmaması gerektiği yere koymaktır. Zulmet, zulümât ve zalâm, aynı kökten kelimeler olup karanlık anlamını ifâde etmektedir. Kur’an insanlığı zulümâttan/karanlıklardan nûra çıkaran hidâyet rehberidir.1
Kur’an’ın en çok üzerinde durduğu kavramlardan birisidir zulüm. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da üç yüz defa geçmektedir. Zulüm Kur’an’a göre üç türlü olur:
a. Kulun Allah’a karşı zulmü, ki bunların başında şirk gelir.
b. İnsanların birbirlerine karşı zulmü, ki burada adam öldürmekten, hırsızlık ve zinâya kadar her tür beşerî günahlar yer alır.
c. İnsanın kendi nefsine zulmetmesi. Zulmün bu türü ilk ikisinin sonucudur. Allah’a karşı işlenen zulüm ile insanlara yapılan zulüm, insanın nefsine karşı zulmünü doğurur. Böylece nefsine zulmeden kendine kıymış olur.
İlk iki zulüm türünü Allah’a isyân ve zulüm şeklinde teke indirmek mümkün. Çünkü insanlara karşı işlenen zulüm Allah’a isyân sonucudur. Dolayısıyla: “Allah’a isyân eden kendine kıymış olur” denilebilir.
Nefsine zulmetmek demek ilâhî emirlere kulak asmadan; dînî hayâtı ve âhireti ciddiye almadan şuursuzca yaşamak ve bunun sonucunda ilâhî cezâyı hak etmek demektir. Âdil, Rahmân ve Rahîm olan Allah kullarına zulmetmeyeceğine göre2 Allah’ın adâleti gereği cezâya müstahak olan kul kendine kıymış olmaktadır.
İnsanın kendisine yazık etmesi anlamında Kur’an’da yirmi dokuz âyet vardır. Şeytân ve nefsin insanı beşerî zaafları ile iğvâ ederek kandırması, kulun kendi nefsine zulmü olarak değerlendirilmektedir. Nitekim şeytânın tuzağına düşerek cennette yasaklanan meyveyi yiyen Âdem ve Havvâ tevbe ve duâlarında şöyle ilticâ etmişlerdi: “Ey Rabbımız! Biz nefsimize zulmettik/kendimize yazık ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyân edenlerden oluruz.”3
Hz. Âdem ve Havvâ’nın cennette kendi nefislerine zulmetmesi sonucu başlayan dünyâ yolculuğu o günden bu güne ilâhî dâvete sarılma ya da nefis ve şeytâna aldanma ekseninde gidip gelmektedir. Dâvete uyanlar kurtuluş muştusuna ererken şeytân ve nefse aldananlar kendilerine yazık etmektedir.
Dünyâ hayâtı sona erip hesap günü geldiğinde insanları çeşitli vaadlerle kandıran şeytânın vaadinden hulf ederek kandırdıklarına sahip çıkmayacağı ve onlardan uzaklaşacağı Kur’an’da şöyle anlatılmaktadır: “İşi bitilirince şeytân diyecek ki Allah size gerçek bir vaadde bulundu, ben de bir vaadde bulundum. Ama ben vaadimden hulf ettim. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm de yoktu. Ben sizi sâdece çağırdım. Siz de hemen bana geliverdiniz. Öyleyse beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ne ben sizi ne de siz beni kurtarabilirsiniz.”4
İnsanın kendi kendine yazık etmesinin en yüksek boyutu, kulluk adresini şaşırması ve Allah’tan başka tanrılar edinmesidir. Bunların başında insanın nefis ve hevâsını tanrı edinmesi gelir.5 Bununla birlikte insanın servete, şöhrete, şehvete ve dünyâya kulluğu hiç eksilmez. Kur’an bu tür sapkınların serüvenlerini uzun uzun anlatır. Nitekim İsrâiloğulları buzağıyı tanrı edindikleri zaman Mûsâ (a.s.) onlara: “Siz buzağıyı tanrı edinerek nefsinize zulmettiniz/ kendinize yazık ettiniz. Onun için Yaradanınıza tevbe edin de nefislerinizi; yâni kötü duygularınızı öldürün. Böyle yapmanız Yaratıcınız katında daha iyidir.”6
İnsanlık târihi boyunca peygamberler apaçık mûcizelerle geldiğinde onlara inanarak muhsin sıfatını kazananlar da nefsine yazık edenler de hep olmuştur. Nitekim Kur’an İbrâhim (a.s.) ve İshâk (a.s.)’ın neslinden bu tür insanların varlığına işâret etmektedir.7
İnsanların ilâhî vahiy ve dâveti idrâk edemeyerek kendilerine yazık etmesi bir tür zulümdür. Yoksa Allah kullarına zulmedici değildir.8 Daha önceki ümmetlerden peygamberlerin getirdiğine inanıp tâbi olmayarak kendilerine yazık edenler değişik şekillerde azâba muhâtap olmuşlardır. Nitekim Nûh (a.s.)’ın kavmi tûfanla, Hûd (a.s.)’ın kavmi şiddetli rüzgârla, Sâlih (a.s.)’ın kavmi depremle, İbrâhim (a.s.)’ın kavmi sinekle, Şuayb (a.s.)’ınki ateşle, Lût (a.s.)’ınki ise yerin altını üstüne getirmekle helâk edilmişlerdir. Nitekim Kur’an’da bunlara şöyle işâret edilir: “Onlardan her birini günahı sebebiyle cezâlandırdık. Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgâr gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah zulmetmiyor, asıl onlar nefislerine zulmediyorlar.”9
Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerîm’de yeryüzünde gezip önceki ümmetlerin akıbetlerinin nice olduğunu araştırmayı, onların hâlinden ibret almayı emreder. Onların güçlü kimseler olmasına rağmen nefislerine zulmettiklerini/kendilerine yazık ettiklerini ifâde buyurur.10 Geçmiş ümmetlerin şirk ve küfür ehli olanlarının kendi kendilerine yazık ettiği11 gibi İsrâiloğullarının da kudret helvası ve bıldırcın eti gibi ilâhî ikrâma rağmen semâvî emirleri dinlemeyerek kendilerine yazık ettiklerini anlatır.12
Allah Teâlâ âyetlerini yalanlayarak kendilerine zulmeden kimselerin durumunun ne kötü olduğunu13 haber verdiği gibi daha önce kendilerine zulmedenlerin yurtlarında oturup ta ibret almamayı ayrı bir nasîbsizlik olarak görür.14
Allah peygamberlerini kendilerine itâat edilmek için gönderir. Kullar içinde peygamberlere itâat etmeyerek kendilerine yazık edenler bulunabilir. Allah böyleleri için de bir çıkış yolu göstermekte ve şöyle buyurmaktadır: “Onlar daha sonra peygamberlere ve peygamberlerin yoluna mürâcaat etseler ve Allah’tan mağfiret dileseler elbette Allah’ı ziyâdesiyle bağışlayıcı ve esirgeyici bulurlardı.”15
Allah ile ilişkilerinde çarpıklık yaşayan, O’nun sınırlarını aşan, içtimâî meselelerde çevresine, hâne halkına ve eşine zarar veren kimseler de Kur’an’ın ifâdesiyle kendilerine yazık edenlerdir.16
İnsanın nefsine zulmetme/kendine yazık etme sebeplerinden biri dünyâ malına mağrur olup evine, bağına gururla girmesi, dünyâ malının asla yok olmayacağını ve kıyâmetin kopmayacağını zannetmesidir.17
İnkâr edenlerin bu dünya hayatında yapmakta oldukları tasarruf ve harcamaları, dünyevî bir amaç ve gâye için olduğundan boş ve anlamsızdır. Allah böyle davranarak kendine yazık etmiş olan insanların bu tür davranışlarını, ekinleri vurup mahveden kavurucu bir rüzgâra benzetmiştir. Nasıl kavurucu rüzgâr henüz başak vermiş yeşil ekini kavurur ve başağın içini boşaltırsa dünyâ için yapılan boş harcamalar da insanların davranışlarını boşa çıkararak kendilerine kıymalarını sağlar.18
Kur’an’a göre insanın kendine kıyması beşerî bir zaaf sayılmaktadır. Nitekim Kur’an’da cennete dâvet edilen müttakîlerin vasıfları sayılırken bir vasıflarının da şu olduğu belirtilir: Bir kötülük işlediklerinde ya da nefislerine zulmettiklerinde; yâni kendilerine kıyacak bir zaaf gösterdiklerinde Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe ve istiğfâr etmek.19
İnsanın kendine kıyması çoğu zaman şeytân ve nefsin tuzağı olarak değerlendirilmiş ve kalbî uyanıklıkla bunu idrâk eden insanın Allah’a yönelmesine işâret edilmiştir. Nitekim Hz. Mûsâ (a.s.) ölümüne sebep olduğu bir gence karşı işlediği günahı şeytân işi olarak görmüş ve bu günah sebebiyle nefsine zulmettiğini düşünerek Allah’tan bağışlanma dilemiş; Allah da kendisini bağışlamıştı.20
Hz. Süleymân (a.s.)’ın karşısına gelen melîke (Belkıs) de Rabbına: “Ben kendime zulmetmişim, Süleymân ile beraber âlemlerin Rabbı’na teslîm oldum”21 diyerek kendine kıymış olmaktan Süleymân peygamber eliyle kurtulduğunu ifâde etmiştir. Allah Teâlâ kendisine kitap verdiği seçkin kulları arasında da kendine yazık edenler, orta yolu izleyenler ve Allah’ın izniyle hayırda öne geçenler olmak üzere üç grubun bulunduğunu belirtir.22
Bu üç gruptan ilkini teşkil eden nefsine zulmeden ya da kendine yazık edenlerin vasfı, Kur’an’a göre yaşamada kusurlu bulunmalarıdır. Bunun tedavisi de kalb-i selîme ermek sûretiyle kendine yazık etmekten kurtulmak, müteakiben Müslümanlığı ciddiye alıp orta yola erişmek, ardından da her türlü hayır hizmetinde öne geçme gayret ve çabasında bulunmaktır. Öne geçenler bellidir. Kur’an’ın ifâdesiyle onlar şunlardır: “Muhâcirler ile ensâr ve ihsân kıvamıyla onlara tâbî olanlar. Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da Allah’tan râzı olmuşlardır.”23
Kur’an’da geçen âyetler ışığında insanın kendisine kıymasına sebep olan hususları şöyle özetlemek mümkündür:
1. Kullukla mevsûf olan insanın Allah’ı unutup başka şeylere kul olması;
2. Ebediyet tutkusu sebebiyle insanın dünyâda ebedî kalacağını, dünyâ nîmetlerinin sona ermeyeceğini, kıyâmetin kopmayacağını sanması;
3. Şeytânın saptırmasına, nefsin dürtüsüne kanması;
4. Allah insandan asla gâfil olmadığı hâlde insanın O’ndan gâfil olması, Allah’ı görüyormuşçasına kul olmak yerine sâdece kendini görmesi;
5. Geçmiş kavimlerin ve helâk olmuş ümmetlerin âkıbetinden ibret almaması;
6. Şirke koşarak Allah’a karşı zâlim olduğu gibi insanlara karşı zulüm ve haksızlık yaparak azâbı hak etmesi;
7. Beşer olmanın gereği insan bazen şaşabilir. Ancak bu yanılma ve şaşmasını hemen tevbe ile tashih edememiş olması;
8. Allah tarafından seçilmişliğine rağmen insanın gerekeni yapmayı ihmâl etmesi ve ilâhî emirlere uymada kusur göstermesi.
Bütün bunlar insanın kendine yazık etmesi sonucunu doğurur.
Kalb-i selîm insanın kendine yazık etmesi ya da nefsine zulmetmesinin önünde en büyük engeldir. Çünkü kalb-i selîm incinmeyen ve incitmeyen kalbdir. Toplumda olaylar karşısında incinmeden direnmek, söz ve davranışlarımızla başkalarını incitmemek en büyük fazîlettir. Böyle bir duyarlılığa sahip olmak toplum ve ferd planında zulmün engellenmesi noktasında zulmetmek ya da zulme uğramak husûsunda önem arz etmektedir.
Dipnotlar: 1) el-Bakara, 2/257. 2) Bkz. Fussilet, 41/46; Âl-i İmrân, 3/182; el-Enfâl, 8/51; el-Hacc, 22/10; Kâf, 50/29. 3) el-A’râf, 7/23. 4) İbrâhim, 14/22. 5) Bkz. el-Furkan, 25/43; el-Câsiye, 45/23. 6) el-Bakara, 2/54. 7) es-Sâffât, 37/3. 8) et-Tevbe, 9/70. 9) el-Ankebût, 29/40. Ayrıca bkz. Yûnus, 10/44. 10) Bkz. er-Rûm, 30/9. 11) Bkz. Hûd, 11/101; en-Nahl, 16/33. 12) el-Bakara, 2/57; el-A’râf, 7/160; en-Nahl, 16/118. 13) el-A’râf, 7/177. 14) Bkz. İbrâhim, 14/45. 15) Bkz. en-Nisâ, 4/64, 110. 16) Bkz. el-Bakara, 2/231; et-Talâk, 65/1. 17) Bkz. el-Kehf, 19/35. 18) Âl-i İmrân, 3/117. 19) Âl-i İmrân, 3/135. 20) el-Kasas, 28/15-16. 21) en-Neml, 27/44. 22) Bkz. Fâtır, 35/32. 23) et-Tevbe, 9/100.