Altınoluk Dergisi, 1998 – Eylul, Sayı: 151, Sayfa: 018
Kalp kelimesinin anlamlarından biri de değişkenliktir. İnsan kalbi, dış etkenlere açık olmasının sonucu devamlı olarak halden hale değişmekte ve içinde bulunduğu duyguları koruyamamaktadır. Fizik çevreden sosyal ve manevi çevreye kadar insan kalbi, kendisini kuşatan her şarttan etkilenmektedir. Manevi hayatın derinlik ve zenginliğinin artması ise kalbin istikametini müsbet yönde etkilemektedir. Tavsiye edilen ibadet hayatı ve nezih ilişkilerin hedeflerinden biri de kalbe sahip olmak ve kalbi korumaktır.
Dış etkilerin çoğaldığı çağımızda son zamanlarda inananlar üzerine artan baskılar, kafalarda karışıklık, gönüllerde bulanıklık, kalplerde kayma ve davranışlarda yamulmalar meydana getirmektedir. Günümüz müslümanları adeta şu hadisin hükmünü yaşamaktadırlar: “Öyle bir zaman gelecek ki ümmetim sabahleyin evlerinden müslüman olarak çıkacak, akşam kafir olarak dönecek.”. (bkz. Müslim, İman, 186; Ebû Dâvud, fiten, 1,2; Tirmizi, fiten 30; ibn Mâce fiten 9,10; Darimî, Mukaddime 32)
İnsanların dini hayata karşı tavırlarının gevşediği çağımızda duyguları pekiştirecek, kalplerin kaymasını önleyecek bir koruyucu yardımcı unsura ihtiyaç var. O da sufilerin dilinde murakabedir.
Murakabe lügatte denetlemek, gözetlemek, kontrol etmek, devamlı olarak asıl gayeyi; gayeler gayesini düşünmek demektir. Tasavvuf kavramı olarak kalb ile devamlı surette Allah’a bakmaktır. Gereğiyle amel etmek için, bir konuyu uzun veya kısa bir süre yoğun biçimde düşünmektir. Kulun sürekli olarak Rabbinin kendisinin bütün hallerini bildiğinin şuuruna varması ve Allah’tan feyz beklemesidir. İbrahim b. Havvas der ki: “Dinin emirlerini yerine getirmek murakabe halini doğurur. Murakabe hali ise zahir ve batının Allah rızası için olması sonucunu doğurur.”
Demek ki murakabe halinin temel şartı emir ve nehy çizgisini korumaktır. Farzları yapmayan, haramlardan sakınmayan bir gönül sahibinin kalbini koruması imkansız denecek kadar zordur. Vasıti’nin dediği gibi taatların en faziletlisi kulun Allah’ın kendisini durdurduğu sınırda durması, Rabb’ından başkasını murakabe etmemesidir. Ebu Muhammed Ceriri der ki: Tasavvuf iki temel üzerine oturmuş bir binadır. Bunlardan biri murakabe diğeri şeriatı ikamedir. Nefs murakabe sayesinde korunur, şeriatı ikame sayesinde de zahir ve batın mamur olur.
Muhasebe ile kul amellerini tartıp ölüm hazırlığı duygusuna ermeden murakabeye geçemez. Kul geçmişte işlediklerini kendi içinde hesaba çekip tevbe ile düzeltmeden murakabeye yol bulamaz. Yanlışlarını düzeltip her nefes alış verişinde Allah’ı düşünen kul, bütün hallerinde O’nu murakabe etmiş sayılır. Kişi Allah’ın kendisi üzerinde murakıb olduğunu, kalbine agah bulunduğunu, bütün hallerini bildiğini, fiillerini gördüğünü ve sözlerini işittiğini bilir.
Murakabe bir bakıma kalbi ve zihni teksiftir. Zihindeki ve kalpteki düşüncenin Allah zikri ve ahiret fikri etrafında yoğunlaşmasıdır. Hadis-i şerifte: “Dünyada bir garip veya yoldan geçen bir yolcu gibi ol. Kendini kabir ehlinden say.’ (Buhari, Rikak, 3 ; Tirmizi, Zühd, 25) buyurulmuştur. Kendini kabir ehlinden saymak kalbi bir ameldir. Kalbi ameller, dünyevi ilişkileri azaltır, şehvet, gazap ve kötü ahlakı giderir. Telkin edilen adab ve vazifeler kalbi bir şeye teksif etmenin vesile ve yollarıdır.
Psikolojideki “Dikkat bölünmez” ilkesinin ibadet ve gönül hayatında yoğun biçimde öne çıktığı durum murakabe halidir. Önünden insanların geçebileceği yerde namaz kılan kimse için sütre kullanılması tavsiyesi bile kalp dağınıklığının ortadan kaldırılması ve kalbi ilgisinin teke indirilmesi amacına yöneliktir. Nitekim hadis-i şerifte: “Sizden biriniz namaz kıldığı zaman önüne bir şey koysun. Bir şey bulamazsa sopa diksin. Sopa da bulamazsa önüne bir çizgi çizsin. Bunları yaptıktan sonra önünden geçenler ona zarar vermez.” (Ebu Davud, Salat,102; İbn Mace, İkametü’s-salat,36)
İbadet ve kulluğa yönelip Allah’ın azamet ve yüceliğinin tasavvurunu devamlı bir şekilde kalp üzerine getirmek murakabedir. Nitekim Hz. Peygamber’in: “Hud ve benzeri sureler beni ihtiyarlattı.” (Tirmizi,Tefsir,56) buyurulması kalbin istikamet murakabesine yoğunlaşmasındandır. İbn Abbas’a Hz. Peygamber: “Ey delikanlı! Allah’ın hakkını koru ki O’nu yanında bulasın.” (Beyhaki, Şuabü’l-İman , VII,203) buyurmuştur. Allah’ın hakkını korumak; O’nu unutmamak, emirlerini yerine getirmek ve murakabe halini sürdürmek demektir.
Kulun murakabesi, kalbine ve gönlüne Allah’ın muttali olduğunu yakinen idrak etmesidir. Bu suretle kul, efendisinin zikrinden alıkoyan kötü havatıra karşı kalbini korumuş olur. Çünkü insan gönlüne, şeytan ve nefisten menfi; bir takım havatır doğmaktadır. Murakabe bu tür havatırı gönlü işgaline izin vermez. Sufilerden biri şöyle der: “Bir kimse kalbine gelen havatır konusunda murakabe halinde bulunursa Allah onun organlarını günaha düşmekten korur.”
Cibril hadisi olarak bilinen hadisteki “ihsan” kavramı : “Allah’ı görüyormuşçasına kulluk” anlayışı murakabenin yukarı derecede en iyi tanımlarından biridir. Çünkü murakabe kulun, Allah’ın her halükarda kendisini gözetleyip, denetlemekte olduğunu bilmesidir. Bu bilginin sürekli olması, kul canibinden Hak katına yönelen bir murakabedir. Aslında bu hadise göre iki tür murakabe olduğu anlaşılmaktadır. Birincisi kulun Hakk’ın rızasını gözetlemesi, ki buna kulun Hak için murakabesi denir. İkincisi Hakk’ın kulunu denetlemesidir. Buna Hakk’ın kulunu murakabesi adı verilir.
Kul kendi yönünden olan murakabede her nefes alış verişte, her fiil ve davranışta kalbini denetleyerek Allah’ın rızasını kazanmaya ve gönlünü nazargah-ı ilahi haline getirmeye çalışır. Allah Teala yönünden murakabede ise kul her düşünce, her hareket, her söz ve davranışının Hakk’ın gözetiminde olduğunu hissederek O’nun denetiminden asla uzak kalamayacağını kavramış bulunur.
Kuran-ı Kerim’de murakabeyle aynı kökten bazı kelimeler zikredilmektedir. “Allah her şeyi murakabe etmekte yani gözetmektedir.” (el-Ahzab 33/52) “İnsan hiçbir söz söylemez ki onu gözetleyen, dediklerini zapteden bir melek hazır bulunmasın.” (Kaf 50/18) “Bilmezler mi ki Allah onların gizli konuşmalarını ve sırlarını bilir. Allah gizlileri bilendir.” (et-Tevbe 9/78)
Sufiler nezdinde murakabe dünya nimetleriyle ölçülemeyecek bir değerdir. Nitekim İbrahim Acürri, Cüneyd’e şöyle nasihat etmiştir: “Oğlum zerre miktarı da olsa dikkatini Allah’a yöneltmen senin için üzerine güneşin doğduğu her şeyden daha hayırlıdır.” Cüneyd’in bizzat kendisi de murakabenin hakikatine eren kimsenin sadece Rabb’inden alacağı nasibi kaçırmamak için kaygılandığını söyler. Hasan b. Ali Damegani de: “Gönlünüze iyi sahip çıkın, çünkü Allah iç dünyanıza muttalidir” der.
Murakabe üç türlüdür. Birincisi, Allah’ın, kulunun iç dünyasına muttali olduğunu bilerek gönle sahip olmak. İkincisi, Hakk’ın dışında herşeyden fani olup Hakk’ı Hak ile murakabe etmek, fiil ve davranışlarda Allah Rasulü’ne tabi olmak. Üçüncüsü, murakabe ile gönlü Allah’a bağlamak ve murakabe konusunda Allah’ın kendisini korumasını dilemek.
Kalbin murakabeyle kontrol altına alınması, onun olumsuz düşüncelerle olan alakasını ve kötülüklerle olan bağını keser. Kuran’daki: “Her nefsin kazandığını görüp gözetene ortak koşulur mu?” ( er-Ra’d, 13/33) ayet-i kerimesi bu tür murakabenin sağlayacağı faydaya işaret etmektedir. Büyük mutasavvıflardan Ebu’l-Abbas Cafer murakabeyi bu anlamıyla ele alarak der ki: “Murakabe Hak Teala’nın sana nazar etmekte olduğunu düşünerek kalbini, gelecek her türlü düşünceden korumaktır.”
Zünnun Mısri: “Murakabenin alameti Allah Teala’nın tercih ettiğini tercih etmektir. O’nun büyük gördüğünü büyük, küçük gördüğünü küçük görmektir.”derken Ebu’l-Abbas Ca’fer: “Hakk Teala’nın sana nazar etmekte olduğunu düşünerek kalbe gelen her türlü havatırdan gönlü korumanın” gereğine işaret eder.
İbn Ata’ya göre taatların en faziletlisi sürekli Hakk’ı murakabe etmektir. Hakk’ı murakabe O’nun okunan ve görülen ayetlerini temaşa ve ibretle tefekkürdür. Çünkü kalpler kaymaya yatkın bir yapıdadır. Bundan dolayı Rabbımız bize kalplerimizi kaydırmaması duasını talim ve telkin etmektedir: “Rabbımız. Bizleri doğru yola erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma!” (Al-i İmran, 3/8) Peygamberimiz de bize: “Ey Allahım, kalplerimizi dinin üzere sabit kıl” duasını öğretmiştir. Bize düşen “amin” deyip bu duayı tekrarlamak: “Kalplerimizi kaydırma Allahım!”