Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Kalbi Şeytan ve Nefse Kaptırmamak

Altınoluk Dergisi, 2008 – Agustos, Sayı: 270, Sayfa: 006

Şeytan genelde insan, cin ve hayvanların azgın ve şerli olanlarına verilen isimdir.1 Şeytan ve melek kelimeleri birbirinin zıddı olarak Kur’an’da tekil ve çoğul, toplam aynı sayıda; 88 defa geçmektedir.2

İblîs ya da şeytan meleklere yakın bir gruptan; cin tâifesindendir. Kur’an, iblîsin Âdem’e secde emriyle sınandığında, kendini beğenme ve kıskançlık gibi duygularla bu emre uymaktan imtinâ ile imtihanı kaybettiğini uzun uzun anlatır.3 Bu âyetlerde üzerinde durulan ve verilmek istenen mesaj, şeytânî duygular ve nefsânî temâyüllerin insan kalbi üzerindeki etkisini anlatmaktır. İnsanoğlunun yaradılış sırrındaki hikmet kulluk; kulluğun ilk şartı îmândır. Îmanın merkezi ise kalbdir. İnsan kalbi îmân için korunaklı bir kale mesâbesindedir. Şeytan o kaleye girip ifsad etmeye çalışan azılı bir düşmandır. Nasıl kaleyi düşmandan korumak, kapılarını sağlamlaştırmak ve kale gediklerini kapatmakla mümkünse; aynı şekilde insanın îmân kalesi olan kalbinin korunması da şeytanın kalbe giriş yollarını iyi bilmek ve bu yollarını tıkamakla olur. Gazzâlî’ye göre şeytanın insan kalbine hulûl ettiği kapı ve gedikleri şöyle sıralamak mümkündür: 1- Şeytanın ilk ve en güçlü menfezi gadap ve şehvettir. Gadap; yani öfke aklı yok eder, akıl zaafa uğrayınca da şeytan hücuma geçer. Şehvet irâde gücünü zaafa uğratarak şeytanın önünü açar. Bu yüzden şeytan insanoğlunu, gadap, kin ve şehvetin galib olduğu zamanlarda daha kolay aldatır. Helal lokma ile bile olsa karnı tıka basa doyurmak şehveti takviye ettiğinden şeytanın elini güçlendirir. Çünkü çok yemek, insana namaz ve zikre karşı ağırlık ve gevşeklik verir, hantallaştırır. Öfke ve şehvet arzusu insanı, hasımlara karşı kin ile küçümseyici tavırlara yöneltir. Bu da şeytanın kulun ameline ortak olması demektir. 2- Şeytanın insanı tuzağa düşürdüğü diğer iki kapı hased ve hırstır. Nitekim şeytanı helâke götüren de hasediydi. Âdem’i cennetten çıkaran da orada sürekli kalma hırsıydı. İnsan bir şeye harîs olunca, gözü hakkı/doğruyu görmez, kulağı hakîkati duymaz olur. İnsan kalbine şeytanın girişini haber veren, basîret nûrudur. Hırs ve hased, basîreti körleştirir. Kul göremez hâle gelince, şeytan insana hulûl ile arzusuna ulaşmayı ona güzel gösterir. 3- Şeytanın kalbe açılan kapılarından biri dünya nîmetleriyle tezeyyün/süslenme temâyülüdür. Şeytan bir insanda bu hastalığı görünce kalbde kuluçkaya yatar ve insan için dünya câzibesiyle tuzaklar kurmaya başlar. 4- Şeytanın kalbe giden büyük kapılarından biri de tama’kârlık duygusudur. Kalbe galib olan bu duygu, tama’ edilen şeyleri elde etmek için insanı riyâ ve hîleye sevk eder. Riyâ ve hile, kalbi de ameli de ifsâd eder. 5- Şeytanın kalbe açılan kapılarından birisi aceleciliktir. Temkîn, düşünerek karar verme ve işin sonunu hesab etme, insanın sürçme ihtimallerini azaltır. İnsandaki acelecilik duygusunun şeytânî; teennî ve temkîn duygusunun rahmânî olduğu4 bilinince insan kalbinde tefekkür ve tezekkür ufukları açılır ve basîret nûru yanlış kararı azaltır. 6- Şeytanın kalbe giriş kapılarından biri yoksulluk korkusu ile cimriliktir. Bu duygu, insanı infaktan alıkoyar, mal yığmaya davet eder. Altın ve gümüş gibi her türlü dünyalık şeylerle meşgûl olmaya yöneltir. Oysa ihtiyaçtan fazla dünyalık, şeytanın icrâ merkezidir.5 Hakk Teâlâ, Allah’a ve âhiret gününe inanmadan mallarını gösteriş için sarf etmek yerine Allah için verenlerden olmayı teşvik etmekte ve şeytan ile arkadaşlığı kötü bir arkadaşlık olarak değerlendirmektedir.6 Kalbe açılan menfezler, şeytanın insana tuzak kurduğu alanlardır. Kalb avcısı şeytan hiddet/öfke, şehvet, dünya hırsı, para sevgisi, makam arzusu gibi yemler atarak başımıza getireceği felaketleri planlar. Nasıl avcının saçtığı yeme kapılmayan kuş, canını kurtarırsa; şeytanın saçtığı yemlere kapılmayan kul da hakîkat sahrasından gıdalanır, kolu kanadı bağlanmaz, hür ve âzâd olur. Şeytanın kurduğu günah tuzağından bir kere kurtulmanın şükrü bir daha o tuzak alanlarına girmemek; hatta etrafında bile dolaşmamaktır Şeytanın vesvese vererek kalbi ifsâd etmesi, sâdece şehvet ve dünya sevgisi tarafından değildir. Şeytan, muhtelif yollardan yürüyerek insandan intikam alma sevdâsına kapılmıştır. Çünkü şeytan, Kur’an’ın beyanına göre Allah’ın kendisini Âdem vesilesiyle yoldan çıkardığını söyler ve Allah’ın sırât-ı müstakîmine oturarak insanların önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından gelerek saptırmak üzere Allah’tan izin ister.7 Allah onun bu talebine şöyle cevap verir: “Git! Onlardan sana uyanların cezâsı cehennemdir. Onlardan gücünün yettiği kimseleri çağrınla şaşırt, süvarilerinle, yayalarınla yaygaraya boğ, mallarına, evladlarına ortak ol, kendilerine vaadde bulun! Şeytanın vaadi insanları aldatmaktan başka bir şey değildir. Allah’ın ihlâsa erdirdikleri üzerinde şeytanın hiçbir ağırlığı olmayacaktır.”8 İnsanı şeytanın tuzağına düşüren şey, Allah’ın zikrinden gaflettir. Allah gâfile, şeytanı musallat kılar. Şeytan, onu doğru yoldan alıkoyduğu halde, o kendinin doğru yolda olduğunu sanır. Şeytana dost olan bu kişi, huzûr-ı ilâhîye gelince, şeytanın ne kötü arkadaş olduğunu anlar ve: “Keşke benimle senin aranda, doğu ile batı arası kadar mesâfe olsaydı” 9 der ama heyhât! İş işten geçmiştir. Şeytan, insanoğluna musallattır. Herkesle bir şekilde uğraşır. Hatta cennette bile şeytanın mekr ve hîlesinden eman yoktur. Nitekim Âdem ve Havvâ şeytanın tuzağı sebebiyle cennetten uzaklaştırıldılar. Bu bakımdan “şeytan bana bir şey yapamaz” iddiâsıyla efelenmek safsatadan ibârettir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ, Peygamberimiz’den (s.a.) önceki bütün peygamberlerin dilek ve temennîlerine şeytanın dahl etmeye çalıştığını ifâde buyurmaktadır.10 Bu mânâdan olmak üzere Peygamberimiz de (s.a.): “Kalbime bazen öyle şeyler gelir ki, günde yüz defa istiğfar ederim.” buyurmuştur.11 Amelin Allah için değil de başkaları için yapılmasını tetikleyen nefs ve şeytan, insan kalbindeki tevhîd akîdesine zarar vermektedir. Güçlü, hakîki bir îmanın azlığı ve azlığına rağmen şeytanın saldırısına muhâtab olması, insanları sıkıntıya sevkeder. Nitekim Mevlânâ der ki: Şeytan bir köpektir. Binlerce kişinin içine girer. O kimin içine girip kalbine yerleşirse o kimse de şeytan kesilir. Seni Hakk’tan hakîkatten soğutan, ibâdetten alıkoyan şeytan içindedir. Derinin içine gizlenmiştir. Asıl şeytan, kendisine yardımcı insan şeytanını bulamazsa hayâline girer de seni vebâle sokar. Seni hayâl âleminde dolaştırır ve peşinde koşturur. Namazdan, oruçtan, her türlü iyilik ve ibâdetten elde edilen mânevî zevk azığını şeytan gelir ve alır gider.12 Nefs ve şeytanın aynı şey mi ayrı ayrı şeyler mi olduğu hep konuşula gelmiştir. Anlaşılan o ki, ikisi de insanı şerre çağırmakta ortaktır. Ancak şeytan dışardan ve farklı bir şahsiyet hâlinde insanı yönlendirmeye çalışan şer elçisidir. Nefs ise bu dış çağrıya insanın içinden destek veren ve onun peşi sıra giden kötülük duygusudur. İnsanı içerden saptıran nefstir. Kula egemen olan nefs, başkaları için saptırıcı olduğunda şeytan olur. Şeytan daha genel nefs ise şahsa özeldir. Her nefsin şeytânî bir tarafı vardır ama her şeytanı nefs olarak değerlendirmek mümkün değildir.

Herkesin içinde kötülüğe çağıran ses kendisi için nefs, başkaları için şeytandır. Âyet ve hadislerden anlaşılan mânâ budur. Nitekim Mevlânâ da konuyu böyle algılamaktadır: Şeytan ile nefs ezelden beri bir oldukları için şeytan, Âdem’e düşman oldu, hased etti. Onun hakîkatini göremeyen şeytan, topraktan yaratılmış bu varlıktan ürktü ve kaçtı. Melek ise Âdem’in nur hâlindeki rûhunu gördü ve onun karşısında eğildi.13

Dünyada amel yapan insan, anbarına buğday dolduran müstahsil gibidir. Ancak anbara giren fareden ve onun hîlesinden habersiz bir müstahsil, nasıl farkında olmadan anbarını boşaltır ve sonunda eli boş kalırsa, insanoğlu da ameline ortak olmak isteyen şeytana ve nefse elini ve kalbini kaptırırsa ameli boşa çıkar. Kalbi nefs ve şeytanın eline geçer. Böylece dünyası ve ahireti hüsran olur. Bu tür bir akıbetten Allah’a sığınırız.

Dipnotlar: 1) Isfahânî, el-Müfredât, s. 383. 2) İblîs ve şeytan kelimeleri birbiriyle eş anlamlı olarak kullanılan iki Kur’ânî kavramdır. İblîs, ümidsiz olmak anlamına be-le-se kökündendir. İblîs, Allah’ın rahmetinden ümidini kesen demektir. Kur’an’da iblîs kelimesi 11 yerde geçmektedir. Allah’ın rahmetinden ümid kesen iblîsden Allah’a sığınmak Kur’ânî bir emirdir ve bu sığınma emri de büyük bir tevâfukla Kur’an’da 11 yerde geçmektedir. 3) el-Bakara, 2/34-37; el-Âraf, 7/11-22; el-Hicr,15/32-42; el-İsrâ, 17/61-66;el-Kehf, 18/50-51, tâhâ, 20/116-123; Sâd, 38/74-83. 4) Krş. Tirmîzî, Sünen, Beyrut ts., Birr ve’s- sıla 65; Beyhakî, Şuabü’l-îmân, Beyrut 1410, s. 89. 5) Bkz. İhyâ ulûmi’d-dîn, Kahire, ts, s. 30-39. 6) Bkz. en-Nisâ, 4/38-39. 7) el-Âraf, 7/16-17. 8) el-İsrâ, 17/64-65. 9) ez-Zuhruf, 43/36-38. 10) Bkz. el-Hacc, 22/52. 11) Ahmed b. Hanbel, Müsned, Kahire ts., IV s. 211. 12) Mesnevî, III, b. 4326-4335. 13)a.e., III, b. 3197-3200.