Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Kadın ve Erkeğin Kulluk Statüleri

Altınoluk Dergisi, 1999 – Kasim, Sayı: 165, Sayfa: 048

Yüce yaratıcı, kainatın gözde varlığı insanı kainatın merkezine yerleştirmiştir. Cennetten yeryüzüne indirilen Adem, dünya hayatının merkezi olmuştur. Cennette Adem’e eş ve yoldaş olarak yaratılan Havva, hikmete mebni yasak meyveden hem yedi, hem Adem’e yedirdi. Ardından gelen hicran ve firkatten sonra Adem’le Havva dünyada buluştu ve insan nesli bu çiftten türedi. Allah Teala Kur’an’da Havva’nın Adem’den yaratılışını şöyle anlatır: “Ey iman edenler! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun.” (en-Nisa, 4/1) Ayetten de anlaşıldığı gibi “Rabbiniz bir can yarattı ve o candan eşini yarattı.” Biri diğerinin canından kopmuş bir çift meydana getirdi. Böylece sembolik olarak Adem’le Havva ve genelde kadın ve erkek cinsleri hayatın sıkletini beraber omuzlamak üzere yola çıkmış oldular.

Kadın ve erkekten oluşan çiftler birbirleriyle bazen yanyana, ve omuz omuza, bazen karşı karşıya hayatın çilesini üstlendiler. Bu iki cins arasında hayat bazen tatlı bir yarış, bazen boğuşma, bazen kaynaşma şeklinde sürüp gitti. Zaman zaman birbirine tahakküme varan bu mücadelelerde haksızlıklar, zulümler birbirini kovaladı. Tarih boyunca kadını horlayan, dışlayan anlayışlar olduğu gibi kadın egemen yapı da eksik olmamıştır.

Fıtrat dini olan İslam her iki cinsi layık oldukları konumlarına yerleştirerek erkeği ve kadını fazilet müsabakasında eşit gördüğünü ortaya koymuştur. Nitekim Ahzab suresinin 35. Ayeti bu müsabakanın hangi alanlarda olabileceğini ve bu alanlardaki yarışlarda kadın ve erkeğin eşit statüde olduğunu belirtmektedir. Söz konusu ayetin nüzul sebebi ile ilgili iki rivayet vardır: Birinci rivayete göre Hz. Peygamberin eşleri annelerimiz: “Ya Rasulallah, Allah Kur’an’da erkekleri zikrediyor; demek ki bizim zikrolunacak hiçbir iyiliğimiz yok, bizden hiçbir itaat kabul buyurulmayacak diye korkuyoruz.” demişlerdi de bu ayet nazil olmuştu (Tirmizî, Tefsîru sûre, 33/13). Diğer rivayete göre Ahzab suresindeki “O’nun hanımları müminlerin anneleridir.” diye başlayan ve “Ey Peygamber! Hanımlarına şöyle söyle!”(ayet 6-18) diye devam eden ayetlerde ” Ezvac-ı Tahirat” belli hususiyetleriyle anılınca Medineli hanımlar Peygamberimize geldiler ve : “Bizim hakkımızda hiçbir şey nazil olmadı” dediler. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu. (krş. İbn Hanbel, VI, 305)

Ayetin meali şöyle: “Şüphe yok ki müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mümin erkeklerle mümin kadınlar, itaat eden erkeklerle itaat eden kadınlar, sadık erkeklerle sadık kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, mütevazi erkeklerle mütevazi kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkeklerle ırzlarını koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkeklerle Allah’ı çok zİkreden kadınlar var ya, işte onlar için Allah bir mağfiret ve büyük bir mükafat hazırlamıştır.” (el-Ahzab, 33/35) Âyette zikri geçen “on” önemli konuda erkeklerle kadınların fazilet yarışında bulunduğu ve eşit şartlarda birbirleriyle müsabaka ettiği anlatılmaktadır. Bu on konu: İslam, iman, kunût, sıdk, sabır, huşû, sadaka, oruç, namusunu korumak, Allah’ı çok zikretmektir.

İslam, içinde “Kadınlar” (Nisa) adıyla özel bir sure bulunan bir kitabın sahibi ve daha çok kadın hakkı talebiyle başvuran kadınlara müsabakada eşitlik yolu açan bir dindir.

Kadını insan olma erdemiyle mücehhez kılarak erkeği ile aynı hizaya koyan bu ayet ona, fizik dünyadaki zorluklardan metafizik cazibe ortamına doğru kanat açtırmaktadır.

Ayetin müslim ve müslime diye zikrettiği ilk kavram, savaş ve barışta Allah’ın hükmüne boyun eğen kadın ve erkeklerin bu manaya dahil olduklarını belirtmektedir. Bunun anlamı müslim ve müslime aşk ve şevkle nefsini mücahedeye ve nefs hevasına muhalefete hazırlayan ve bu özellikleriyle elinden ve dilinden insanların selamet bulduğu kimsedir. Müslim ve müslime aynı zamanda dünyevi işlerinin düğümünü Allah’a tevfiz edendir. O’na olan güveni sebebiyle kafasını ve kalbini dünya işlerinin dağınıklığı ile meşgul etmeyendir.

Mümin ve mümine lafızlarıyla anlatılan özellik ise insanın gönlüne giren iman nuruyla aklın aydınlanması ve bu aydınlık gönülle herkesin, kendisinden emin olabileceği bir konuma gelmesidir. İman Allah’ın emir, nehiy ve vaad olarak haber verdiklerini tasdik etmekdir. Mümin ve mümine Allah’ı Rabb, Muhammed’i Peygamber kabul ederek, kalbi dilini yalanlamayandır. Farzları işleyerek Allah’a ve sünnetlere devamla peygambere itaat edendir. Bu özellikleri itibariyle kadınla erkek arasında hiçbir fark yoktur.

Kânit ve kânite olarak ifade buyurulan konu, kulun kulluğa devam ve itaatidir. Hatta varlığı taat ve ibadete müsteğrak olacak bir coşku ile kulluk etmektir. Denilebilir ki bu tür bir ibadet hazzında kadınlar erkeklerden geri olmak şöyle dursun çok öndedirler.

Sadık ve sadıka, söz, davranış ve niyyetteki sadakat ve doğruluğun adıdır. Sözünü yalandan, özünü riyâdan korumaktır. Sıdk ve sadakat ehlinin kalblerine, rablerine yakınlık derecelerine göre, bağışlanan bir nur ve gönül aydınlığıdır. Kişilik aşınması ve şahsiyet yıpranması, olduğu gibi görünmemek ve göründüğü gibi olmamakla alakalıdır. Bu durum kadın erkek bütün insanların ortak problemidir.

Sabir ve sabire, taatleri yerine getirirken, yasaklardan kaçınırken; iyi hasletler elde etmek, kötü vasıflardan vazgeçmek ve bir de hükm-i kaza ile başa gelen belalarda direnç göstermek anlamınadır. Sızlanmayı ve şekvayı bırakıp dua ile Yüce Yaratıcıya iltica etmektir.

Hâşi ve hâşia, kalpleri ve organları ile Hakka teslim olanlar demektir. Huşu bâtının, huzu da zâhirin Hakk’a boyun eğmesidir. Hak nezdinde insanın ses ve soluğunun kısılması, kalp huzurunun organlara yansımasıdır. İbadet sırasında sağında ve solundakinin kim ve ne olduğunun farkında olmayacak kadar kendini ibadete vermektir. Bu da sağ ve sola dağılmadan gönle yoğunlaşmakla olur.

Mutasaddık ve mutasaddıka, malında isteyen ve istemeyen ihtiyaç sahibi kimselerin hakkı olduğunu bilerek infakta bulunan demektir. Sadaka insanın Allah’ın yakınlığına ermek için malından çıkarıp verdiği farz olan zekat ve nafile olan sadaka için kullanılan bir kavramdır. Haftada hiç olmazsa bir dirhem infak eden tasadduk ehlinden sayılır. Vermek zordur, insanın sahip olduğu dünyalığı başkalarıyla paylaşması ve bundan haz ve mutluluk duyması önemli bir olaydır. Deprem ortamını yaşadığımız şu günlerde mal ve dünyalığın fanilik ve geçiciliğini dolu dolu yaşayan insanların paylaşmakla nasıl mutlu olduklarını gördük.

Saim ve saime: Dinin caiz görmediği şeylerden, kâlp ve kalıbı uzak tutan kimse demektir. Kalıp ve beden nefsani isteklerden, kalp ise ibadetine değer vermekten uzaklaşmaktır. Oruç kesilmek demektir. İster yemek, içmek ve isterse şehvet türü talepler olsun bunlardan farz ve nafile olan oruçla kesilen kimse bu guruba dahildir. Ramazan dışında eyyâm-ı biyz orucu tutan da sâim ve sâime kapsamı içine girer.

Hâfız ve hâfıza: Namuslarını helal olmayan ilişkilerden koruyan erkek ve kadınlardır. Nikah ile birbirine helal olan eşler, yabancılara karşı gözlerini ve namuslarını koruyarak neslin devamı konusunda en sağlıklı yolu izlemiş olmaktadır. Namus mefhumu insan neslinin devamı kadar, kişiliğin korunmasında da önemli bir etkendir. Bu konuda da genellikle yargılanan kadındır. Ama aslında her iki cinsin bu konudaki zaaf, günah veya fiilleri eşittir.

Zâkir ve zâkire: Allah’ı dilleri ve kalpleri ile çok anan erkek ve kadınlardır. Zikir cismani ve ruhani varlığın bütün cüzleri ile olmalıdır. Zikrin mutlak olanının zaman ve mekan kaydı yoktur. Her zaman ve mekanda ve her türlü ahvalde Hakk’ı unutmamak, O’nu anmak demektir. Kişinin faydalı ilim, Kur’an tilaveti, dua ile meşgul olması da zikir kapsamına dahildir. Hakkını vererek beş vakit namazı eda edenler bile zâkir ve zâkire sınıfına dahil olabilirler. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur: “Bir müslüman geceleyin uyanır, eşini de uyandırdıktan sonra birlikte iki rekat gece namazı kılarsa “zakir ve zakire” sıfatıyla Allah’ı çok ananlardan yazılırlar.” (Ebû Davud, tatavvû,18; Müslim, zikir,4; Tirmizî, deavât, 4) Bir başka hadis de şöyledir, Hz. Peygamber’e sordular: “Kıyamette, Allah nezdindeki derecesi en yüksek amel hangisidir?” Allah Rasulü: “Allah’ı çok zikreden kadın ve erkeklerin ameli” buyurdu (krş. İbn Mace, edeb, 53; Tirmizî, deâvât, 6; Nesâî, iman, 1). Bir başka rivayet de şöyledir: Allah Rasulü Mekke yolunda Cümdan denilen yere gelince: “Burası Cümdan’dır, koşunuz. Müferridler yarışı kazandı.” buyurdu. “Müferridler kimlerdir?” diye soruldu:“Allah’ı çok zikreden erkeklerle kadınlar” buyurdu (Müslim, zikir, 1). Kalbin Hakk ile elin halk ile meşgul olması manasına gelen zikir telakkisi, gönle masiva şaibesinin girmesine engeldir.

Ayetin kapsamına giren on konudan beşi, kulun Rabbı ile olan ilişkisine dairdir: İslam, iman, kûnut, ibadet, zikir ve savm (oruç). Yani bu beş konuda Rabbına karşı sorumluluk bilinci açısından erkek ile kadınlar aynıdır. Bu durum onların aynı zamanda hem kabiliyet hem de sorumluluk açısından aynı olduğunu teyid eder. Bu on kavramdan sıdk, huşu, ve sabır ise insanın nefsiyle ilgili konulardaki imtihan alanlarıdır. Namusu koruma ve tasadduk konusu ise toplum düzeninde uyulması gerekli sosyal sorumluluklardır.

Ayette İslam’ın kullara emirleri hemen hemen on maddede özetlenmiş, bunlara sadece cihad dahil edilmemiştir. Bu da sadece cihad konusunda erkek ve kadının eşit statü ve sorumluluklarda bulunmadığını gösterir.

Netice olarak bu âyetten İslam’ın en değer verdiği konularda kadın ve erkeğin aynı sorumluluğu paylaştığı anlaşılmaktadır.