Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

İ’tisâm: Allah’a Sarılmak

Altınoluk Dergisi, 2006 – Haziran, Sayı: 244, Sayfa: 006

Allah’tan geldik ve O’na dönüyoruz”1 ilâhi fermânı, insanın bu dünyadaki varlık sebebinin Allah’a aidiyet ve O’na yönelmek olduğunu açıkça belirtmektedir. Ancak bu yönelişte iki yön vardır. İlki irâdî ve kalbî olan yöneliştir ki kulun Allah’a teslimiyetini O’nun emirlerine râm oluşunu, kalbini O’na rabt edişini ifade eder. Diğeri ise mecbûri olan dönüş ve yöneliştir ki ölümle sona eren, fâni hayatın Allah’ın kullarını zorunlu olarak kendisine döndürmesi keyfiyetidir. Bu keyfiyet Kur’an’da ve hadislerde “i’tisâm” kavramıyla ifade edilir. İ’tisâmlügatte bir şeyi el ile tutmak, sığınmak, korunmak gibi anlamlar taşır. İ’tisâm kelimesi günahsızlık ve günaha düşmemek anlamına gelen ismet kökündendir. Dînî bakımdan ismet, günaha düşmekten kendini korumak için emir ve hükümlere dört elle sarılmak, yasaklardan ve günahlardan dikkatle kaçınmak, tâate devam etmek, kalbî olarak Hakk’ı müşâhede etmektir. İ’tisâm; dünya hayatını Allah’a kalbi bağlılıkla gaflete düşmeden yaşamak demektir.

İ’tisâm fiilinde iki boyut vardır. Bu boyutlardan ilki insanın acze düştüğü bir sırada can havliyle kendini kurtaracak bir şeye kuvvetle sarılmasıdır. Deniz yolculuğu sırasında çıkan rüzgâr veya her hangi bir tehlike sonucu insanın canını kurtaracağını umduğu, can yeleği ve can simidi gibi şeylere sarılması buna örnektir. Takdir edilir ki ölüm korkusuyla kurtuluş ümidi veren şeye sarılmak, güçlü bir sarılma hatta yapışmadır. İkinci tür bir sarılma ise insanın hayat yolculuğunda muhtelif alternatiflerden tercih ettiği bir usul ve yönteme sıkı sıkıya sarılması ve o yöntemi bütün şartlarıyla uygulayarak başarıya ulaşmasıdır. İkincisinde bir irade ve tercih söz konusudur. Nefis veya başka etkenlerle mücadele gerekmektedir.

Allah’a i’tisâm bir bakıma birinci tür yapışmaya benzemektedir. Nitekim ayette buyrulur: “Allah uğrunda, hakkını vererek cihâd edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim’in dîninde (de böyleydi). Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için. O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur’an’da) size «müslümanlar» adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcıdır!”2

Ayette, Allah Teâla hazretleri Allah yolunda (fî sebîlillâh) cihâd yerine Allah uğrunda (fi’llâh) cihâd tabirini kullanmaktadır. Allah uğrunda ifadesi nefse karşı Allah için yapılacak olan iç mücâhedeyi, nefsin direnmesine mukâbil dînî hayatı güçlendirme çabasını ifade etmektedir. Nitekim ayet’in son kısmındaki namaz ve zekât emirleri de bunu teyid etmektedir. Râgıb el-Isfahânî, el-Müfredât’ında “Cihad düşmana karşı bütün imkanlarını ortaya koymak” diye tanımlamaktadır. Dış düşmana, şeytana ve nefse karşı olmak üzere üç türlü cihâd vardır. Bu âyette geçen “hakka cihâdih” ibâresinde üç tür düşman kastedilmiştir.3 Cihâd elle, dille, malla ve gönülle olur.

Kur’an’daki “İ’tisâm” yani Allah’a sarılma ve yönelme emirleri bazen Kur’an anlamında “habl” kelimesiyle bazen ise doğrudan Allah’a sarılmak şeklinde kullanılmıştır. Nitekim bu ayette de “va’tesimu billâh” (Allah’a sımsıkı sarılın) şeklinde gelmiştir. Ayet’in son kısmındaki “Allah sizin mevlânızdır, O ne güzel mevlâdır” ifadesinde Allah’a sımsıcak ve dostluk duygularıyla yönelmeyi ve ona güvenmeyi telkin etmektedir.

Sekülerleşen, dünyevîleşen günümüz hayatında Allah’ı ve dünya işlerini birbirinden ayırmaya çalışan insanoğlu ne kadar yalnızlaşmakta ve fıtrattan yabancılaşarak uzaklaşmaktadır. Her gün yaptığı işleri, “dünya işleridir, bununla dinin ve Allah’ın ne alakası olabilir?” gibi yaklaşım tarzıyla aklı sıra Sezar’ın hakkını Sezar’a vermeye çalışan günümüz insanı farkında olmadan nefsin ve dünyanın kölesi durumuna düşmektedir. Dünyanın âlâyiş ve cazibesi insanoğlunu yeteri kadar cezb ettiği gibi ilave olarak dînî ve ahlâki değerlerden uzaklaşmak da bu süreci hızlandırmaktadır. Dünya hayatının iniş ve çıkışları ve manevî hayatımızı tehlikeye sokan fırtınalar karşısında Allah’a sarılmak O’na güvenmek, yardım, destek ve başarıyı O’ndan beklemek, güçlü bir sarılmadır. Çünkü tam bir sadakatle bütün mâbûd ve tanrıları temizleyip kalbî bir yönelişle Allah’a yönelmek demektir. Nefsin ve şeytanın iğvâ ve kandırmalarına aldırmadan “O bana kâfidir. O ne güzel vekildir” diyebilmektir. Bunu sadece lafzen değil, gönülden ve özden söyleyebilmektir.

Fatiha sûresindeki “Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz”4 ayetinde buyrulduğu gibi O’nun dışındakilere kul ve köle olmaktan kurtulup gerçek hürriyete erişmektir. Kulların ve fânîlerin yardım ve desteğine değil, sadece O’nun yardımına, destek ve himâyesine güvenmektir. İstediğini O’ndan istemek, şikâyet ve talebini sadece O’na arz etmektir. O’na kul olmak ve önce O’nun nezdinde makbûl olmak kaygısı taşımaktır. Elbette böyle bir i’tisâm yüksek seviyede bir i’tisâmdır. Gönül adamlığının ve arınmışlığın sıfatı olan bir i’tisâmdır.

Allah’ın kitâbı ve Rasûlü’nün sünnetine sarılmak anlamındaki i’tisâm ise kişinin hayat yolculuğunda kendini günaha ve kötülüğe düşmekten korumak üzere bu iki rehberi pusula edinmesi onların aydınlığında yolculuk etmesi demektir. Böyle bir tercihte de sonuç ve başarı tutunulan ve yapışılan şeye ne kadar sağlam yapışıldığına bağlıdır. Yapışmak parmak ucuyla olmaz. Parmak ucuyla dokunulur ve tutulur. İşini parmak ucuyla tutan ise her zaman risk altındadır, tökezleyebilir, düşebilir. Bu bakımdan kitap ve sünnete sarılan kimsenin de buna gereği gibi yapışması gerekmektedir.

Kur’an’daki Allah’ın ipine sarılmak, hadislerdeki buna ilaveten sünnete sarılmak ilkeleri hayatına ve gönlüne Allah’ı egemen kılmış bir müminin yol haritası niteliğindedir. Allah’a sarılmak ulvî bir gaye ve yüksek bir duygu, Allah’ın kitabına ve Rasûlü’nün sünnetine i’tisâm; yani sarılma ise bu duyguyu katışıksız kılmayı sağlayan reçete gibidir. Nitekim Allah Teâla buyurur: “Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.”5

Âyet-i kerîme, Allah’ın kitabına sarılmanın, birlik ve beraberliğin tesisi, sosyal hayattaki düzeninin sağlanmasının önemi hakkında mesajlar vermektedir. Kitâb-ı ilâhiye sımsıkı sarılmak ve onun ruhuna uygun yaşamak kalbleri ısındıran toplumsal sevgi ve başarı temin eder. Çünkü Allah’ın kitâbı insanlara farâgati, fedâkârlığı ve birbirlerini sevmeyi öğretmektedir. Allah Rasûlü de imânın insanların birbirlerini sevmeleriyle kemâle ereceğini ve böyle bir îmânın da dühûl-i cennet ve sebeb-i mağfiret olacağını haber vermektedir.6

Demek ki Kur’an’da geçen “Allah’a sarılmak” (i’tisâm) ile “Allah’ın kitabına sarılmak” arasında bir dereceleme farkı vardır. Allah’a sarılmak doğrudan ve gönülden teslimiyetle O’na güvenmek; Allah’ın kitabına sarılmak ise O’nun gönderdiği hayat rehberine uygun yaşamaktır. Her türlü tavır ve davranışlarımızı O’nun emir ve yasaklarına göre düzenlemektir. Birincisi ikincisine göre daha yüksek bir seviye ve kalbî bir yükseliş sonucu varılan mertebedir.7

Dipnot: 1) el-Bakara, 2/256; 2) el-Hâc, 22/78; 3) bk. el-Müfredât, Mısır 1970, s. 42; 4) el-Fatihâ, 1/5; 5) Âl-i İmrân, 3/103; 6)Müslim, Îmân 93; Ebû Dâvûd, Edeb 131; Tirmizî, İsti‘zân 1; İbni Mâce, Mukaddime 6, Edeb 11; 7) Daha fazla bilgi için bkz. Bursalı İsmail Hakkı, Rûhu’l-beyân, İstanbul 1971, VI, 64-66