Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Hudûd-i İlâhî’yi Korumak

Altınoluk Dergisi, 2005 – Ocak, Sayı: 227, Sayfa: 010

Hudûdullah” “Allah’ın sınırları” demektir. Cenâb-ı Hakk’ın beşerî münasebetleri düzenlemek için koyduğu sınırlardır bunlar. İlâhî emirler sünnet, vâcib ve farz şeklinde yasaklar da mekruh ve haram şeklinde iç içe birbirini koruyan halkalar gibidir. Sünnet ve vâcibi terk eden kul dış iki sınırı aşmış ve haram sınırıyla karşı karşıya kalmış demektir. İşte orası hudûdullahtır. Aynı şey sünnet ve vâcip konusunda da söz konusudur. Sünnet ve vâcibi terk eden farzı tehlikeye sokmuş sayılır. Hudûdullah Kur’an’da sekiz âyette geçmektedir. Ancak söz konusu âyetlerde anlatılan hudûdun altı tanesinin âile hukukuna; yâni karı-koca ilişkileriyle mîras konularına âid olması ilgi çekicidir. Belki bunun anlamı, insanların birbirinin hukukuna riâyet konusunda en dikkatli olması gerekli alanın âile hayatı olduğudur. Kur’an’da âile hukukuna tealluk eden ve hudûd-i ilâhiyi belirten âyetler şunlardır:

1- Ramazan’da mescidlerde itikâfa girenlerin eşleriyle cinsel ilişkiye girmeleri yasaklanmıştır. Bu hükmü belirten âyetin devamında “Bunlar Allah’ın sınırlarıdır, bunlara yaklaşmayın.”1 buyurulmaktadır.

Aslında bu yasaklar, kul için koruma alanları mesâbesindedir. Koruma alanlarına sokulmak, yasak bölgelere yaklaşmak demektir. Nitekim bir hadis-i şerifte buyurulur ki: “Her hükümdarın bir korusu vardır. Allah’ın korusuda yasakladığı; haram kıldığı şeylerdir. Koru etrafında dolaşanlar içine düşmek tehlikesiyle karşı karşıyadır.”2

2- Boşanma konusunda ilâhî hükmü belirten âyette kadınlara verilen hediye ve malların geri alınmasının helâl olmadığı, kadının ayrılma isteğinden vazgeçmesinde bir günah bulunmadığı ve bu hükümlerin “hudûdullah” olduğu belirtilmektedir.3

3- İkinci âyetin devamında üç talâkla boşanan bir kadınla erkeğin yeniden evlenmesinin mümkün olmadığı belirtilir. Ancak kadın bir başkasıyla evlenip boşanırsa bu durum müstesnâdır. Âyetin devamında “bunun bilenler için hudûdullah olduğu anlatılmaktadır.4

4- Hudûdullah kavramı, “kadın-erkeğin birbirlerine vâris olacakları miktarları belirten” âyetin devâmında da söz konusu edilmektedir. Konulan miras oranlarının Allah’ın sınırları olduğuna işâret edildikten sonra Allah’a ve peygamberine itâat edenlerin cennetle taltif edileceği Allah’ın koyduğu hudûdu aşanların ise cehenneme girecekleri anlatılır.5

5- Hudûdullah kavramının geçtiği âyetlerden biri “zıhâr” âyetidir. Bilindiği gibi zıhâr sırt demektir. Adamın karısına boşamak niyetiyle: “Senin sırtın bana anamın sırtı gibi olsun” demesi zıhârdır. Bu niyet ve ifâdelerle zıhâr yapan bir adam eğer karısına geri dönmek isterse bunun cezâî şartları vardır. Önce bir köle âzâdı, bu olmazsa iki ay peşpeşe oruç, ya da altmış fakiri iki öğün doyurmak şeklinde sıralanan bu cezâî şartlara Kur’an “hudûdullah” adını vermektedir.6

6- Boşanma ve boşanmanın, apaçık bir hayasızlık olmadan yapılmaması gerektiğini belirten ayetin devamında bu kuralın hudûdullaholduğuna dikkat çekilerek inananların âile kurumuna vermeleri gereken öneme işâret edilmektedir.

Burada bir âyet-i kerimeye daha işâret etmeliyiz. Gerçi bu âyette hudûdullah kelimesi geçmese de “haddi aşanlar” ifâdesiyle benzer mânâda bir kelime kullanılmaktadır. Üstelik buradaki âyetde âile hukukuna âid olup şöyledir: “Eşlerinden ve câriyelerinden başkasına gitmek isteyenler haddi aşan kimselerdir.”7

Başka bir yerde genel anlamda iman-amel bütünlüğüne işâret eden bir âyette de hudûdullah söz konusu edilmektedir. Allah Teâlâ buyurur ki: “Ey Muhammed, Allah’a tevbe eden, kullukta bulunan, O’nu öven, oruç tutan, rükû ve secde ile namaz kılan, uygun olanı buyurup fenalığı yasaklayan ve Allah’ın sınırlarını koruyan müminleri müjdele!”8 Bu âyette hem iman ve ibâdet, hem de sosyal hizmetler, sınırların kapsamı içinde yer almaktadır.

Bir âyette de Allah’ın peygamberine indirdiği hudûdu bilmemek bir eksiklik olarak görülmekte ve bunu yapanların da küfür ve nifakta ileri giden bedeviler olduğuna işâret edilmektedir.9

Allah’ın koyduğu sınırları korumak inananların görevidir. Bu sınırları bozmak ve aşmak ise kendi kendine yazık etmek, nefsine zulmetmektir. Hudûdullah’ı belirten bâzı âyetlerin sonunda: “Bu sınırlara yaklaşmayın” ifâdesi sedd-i zerâyi olarak nitelenmektedir. Sedd-i zerâyi, vesile ve bahânelerin önünü kesmek; harama giden yolları kapamak demektir. Haram ve yasak sınırına yaklaştıkça içine düşülme tehlikesi melhûz ve muhtemeldir. Bu yüzden harama giden yolda dolaşmamak esastır. Yasaklara karşı direnme, emirleri yerine getirme konusunda cemâat rûhu ve psikolojisi çok önemlidir. Bu yüzden Kur’an’da insanların hayır ve takvâ üzere dayanışması; günah, yasak ve düşmanlık üzre yardımlaşmaması emrolunmaktadır. Âyetin tamamı şöyledir: “Ey iman edenler, Allah’ın şeâirine (koyduğu dînî alâmetlere) haram aya, kurbana, Rabbının rızasını umarak Beyt-i haram’a yönelmiş kimselere saygısızlık etmeyin… İyilik ve takvâ üzere yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın.”10

Aslında işlenen her günah, bir zulüm, haddi aşma ve tecâvüzdür. Çünkü günah, Allah’ın emrettiğini yapmamak, yasakladığını yapmaktır. Dolayısıyla günahta emir ve yasak sınırını tecâvüz vardır. Tecâvüz fiili, işleyeni günahkâr kılar.

Zulüm ve tecâvüz helâl sınırını aşıp haram sınırına dayanmaktır. Kişinin başkasında olan hakkını alırken sınırı aşması da bir tecavüz sayılır. Kendisine bir lâf söyleyene birkaç katını söylemek de böyledir.

Hudûdullah Allah’ın koyduğu sınırlara riâyet konusunda “sedd-i zerâyi” de bulunan kişi, korunun etrafında dolaşan gibidir. Gözleri hayret ve şaşkınlık içinde kalbi de yerinden fırlayacakmış gibi olur. Çünkü göz kalbin casûsudur. Onun haber toplamak üzere yaptığı tecessüs, kalbi de peşinden sürükler ve insanı korunun sınırına getirir. İşte orada  “Allah’ın sınırlarına yaklaşmayın” emrini hatırlayıp gözünü önüne indiren Allah’ın rızâsına erer ve nefsin yeni isteklerine direnç göstermiş olur.

İnsanların haram sınırını zorlamada ve yasaklara giden yolu tıkamada duyarlılıkları azdır. İnsanlar  genellikle harama düşmenin zilleti ile haramı işlemenin lezzeti arasındaki farkı kavrayamamaktadırlar. Gözlerde perde olduğundan kaygan zeminle düzgün sathı fark etmeleri zordur. Çünkü kalpler gaflet yorganları altında ve gurur döşekleri üstünde olduğu için basiret kapalıdır. Nitekim “Kör olan sadırlardaki kalplerdir, gözler değil”11  bunu ifâde etmektedir.

İnsanlar gündelik hayat içinde karşılaştıkları olayların vehâmetini her zaman gereği gibi fark edemezler. Böyle olunca da gelişen şartlar onlara tabîî gelmeye başlar. İnsanların en kolay ihlâl ettikleri yasaklar ve en çabuk geçtikleri sınırlar âile hukukuna âid konular olduğundan olsa gerek ki Allah Teâlâ bu konudaki “hudûd”a sıklıkla vurgu yapmaktadır.

Görüldüğü gibi hudûdullah ve bu sınırları aşma kelimeleri genellikle kul hakkına tecâvüz mânasında kullanılmıştır. Bu yaklaşım tarzı da Kur’an’ın hayata ve insana bakış mantalitesine uygun düşmektedir. Dinin temelinde Allah’ın emirlerini tazim ve Allah’ın yaratıklarına şefkat nazarıyla bakmak esas olduğundan beşerî münasebetlerde kul hakkı ayrı bir önem taşır. Çünkü insanların, zulüm adı verilen yanlışları, daha çok insan ilişkilerinde ortaya çıkmaktadır. Hukukun ortaya koyduğu esasların dinin ve ahlâkî değerlerin ortaya vaz’ettiği esaslarla teyid edilmesi hayatı daha anlamlı kılmaktadır. Fiziki hayatın metafizik duygu ve düşüncelerle beslenmesi insan ilişkilerine derinlik ve duygusallık kazandırmaktadır.

Fıtratına konulan din ve inanma istidâdı gereği insan, Yaratıcı kudretle bir şekilde buluşmak durumundadır. Bu buluşmanın kulun iradesiyle ve gösterilen çerçevede olması, dînî normların gündelik hayatımıza ve gönül dünyamıza sağladığı bir açılımdır.

“Hudûdullah”ı bilmek elbette önemli, âyette sâdece bedevîlerin bilmekte zorlandığı bu sınırları bilmenin ötesinde hayat standardı hâline getirilmesi hayatı “takvâ” üzere yaşamak demektir.

İnsanoğlu “Hudûdullah”ı da aşacak bir taşkınlık içinde olursa şaşkınlıktan kurtulamaz.

Dipnotlar: 1) el-Bakara, 2/187. 2) Buhârî, İman, 39; Büyû, 3; Müslim, Müsâkat, 107; Ebû Dâvud, Büyû, 1; Nesâî, Büyû, 3; İbn Mâce, Fiten, 14; İbn Hanbel, IV, 267. 3) bk. el-Bakara, 2/229. 4) bk. el-Bakara, 2/230. 5) bk. en-Nisâ, 4/13-14. 6) bk. el-Mücâdele, 58/4. 7) el-Müminûn, 23/7. 8) et-Tevbe, 10/97. 9) et-Tevbe, 10/97. 10) el-Mâide, 5/2. 11) el-Hacc, 46