Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Hazreti mevlânâ’nın naatiyle… Kur’ân’ın Dilinden Hz. Mustafâ (s.a.v.)

Altınoluk Dergisi, 2005 – Nisan, Sayı: 230, Sayfa: 010

Mevlânâ’nın Mesnevî1’de yer alan bir naati var. Mevlâna burada Kur’an’dan ayetlere telmih ve atıflarda bulunarak Rahman’ın diliyle Hz. Peygamber’i anlatıyor. Biz bu şiiri nazmen tercüme ettik. Ardından bu naatte bulunan âyet ve hadislere işaret ederek açıklamalar yaptık. Hz. Mevlânâ diyor ki:

Vaad etti Hakk, buyurdu ey Mustafa!

Sen ölsen de Kitâb’ın ölmez asla…

Ben indirdim senin Kitâb-ı mûciz-beyânını

Kimse eksiltip artırarak bozamaz Kur’ânını

Benim, koruyacak her iki dünyada sesini

Sözlerini kınayanların yakalarım ensesini

Kitabını değiştirmeye kimse bulamaz iktidar

Çünkü onun Hakîm bir koruyucusu var

Günden güne artırırım şeref ve şânını,

Altın ve gümüş üstüne yazdırırım fermânını

Senin için dikerim mescid ve minber

Aşkından, senin kahrın benim olur gider

Korkudan adını gizlice anıyorlar şimdi

Kılıyorlar namazlarını da gizliden gizli

Endişe ve korkusundan mel’ûn kâfirin

Gizlendi dinin, mağaralara, altında yerin

Dolduracağım bütün ufukları minârelerle ben

Kör ederim asîlerin gözlerini hemen

Kulların şehirler fethedecek, mevki bulacak,

Yerden göğe kadar varacak dinin bucak bucak.

Kıyâmete dek baki kalacak dinin şüphesiz

Hükmü asla kalkmayacak bunu bilesiz.

Ey Peygamber, sen değilsin asla sihirbaz

Sen sâdık nebîsin, Mûsâ ile hemrâz

Elindeki Kur’ân âdetâ Musâ’daki asâ,

Küfre ve kâfirlere karşı, kesilmiş ejderhâ…

Sen toprak altında eylerken istirâhat

O kelâm-ı azîz bütün âleme salmış füyûzât

Kasdedenler asla el süremez Yüce Kur’ân’a

Rahat uyu sultanım, mübârek olsun uyku sana

Bedenin istirâhatte, nûrun tutmuş semâyı

Kahr için düşmanlarını; kur oku, ger yayı.

Din aleyhine söylene dursun filozof

Kitâbın ve nûrun karşısında hepsi kof

Gerçektir nitekim vaad-i Hakk görene

Nebî uykuda ise de nûruyla aydındır âfâk, köre ne?

Naatin ilk beytinde Hz. Peygamber’in beşerî yönünün fânî ama nebîlik cihetiyle getirdiği Kur’an’ın bâki olduğuna işaret edilmektedir. Nitekim Uhud savaşı sırasında Hz. Peygamber’in yaralanması üzerine ashâbın yaşadığı tedirginlik sırasında inen ayet bu konuya ışık tutmaktadır: “Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. O ölür ya da öldürülürse gerisin geriye eski dininize mi döneceksiniz? Kim böyle geri dönerse Allah’a hiçbir zarar vermiş olmayacaktır.” 2

Hz. Peygamberin vefatı sırasında paniğe kapılan Hz. Ömer: “Kim Muhammed öldü derse başını vururum” diyordu. Hz. Ebubekir ise O’nun vefat ettiğini görünce mescide çıkıp şu konuşmayı yapmıştı: “ Ey insanlar, kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki Muhammed ölmüştür. Kim Allah’a tapıyorsa bilsin ki Allah diridir, ölmez” ve ardından bu âyeti okuyarak insanları teskin etmişti. İnsanlar da Allah’ın bakâsını, Kur’an’ın Onun himayesinde bulunduğunu düşünerek rahatladılar.

Şiirde Kur’an’ın Allah tarafından indirildiği ve O’nun muhâfazası altında bulunduğu ifade edilerek şu âyete telmihte bulunulmaktadır: “Kur’an’ı biz indirdik. Onu koruyacak olan yine biziz.” 3 Bu âyete göre Kur’an, Allah’ın koruması altındadır. Kaybolmaksızın en ufak bir bozulma ya da değişime uğramaksızın kıyamete kadar O’nun tarafından korunacaktır.

Allah Teâlâ’nın Hz. Peygamber’in şânını yücelttiğine İnşirah sûresindeki şu âyette telmihte bulunulmaktadır. “Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Belini büken yükü alıp atmadık mı? Senin şanını ve ününü yüceltmedik mi?” 4

Cenâb-ı Hakk Peygamberinin adının kendi adıyla birlikte kelime-i tevhid ve kelime-i şehâdette zikrederek yüceltmiştir. Nitekim Süleyman Çelebi de der ki:

Zâtıma mir’at edindim zâtını

Adım ile bile yazdım adını

Kelime-i tevhid ile başlayan bu yüceltme, daha sonra bayrak ve sancaklarda, hatta paralarda yer alarak yaygınlaşmıştır. Mescidlerin mihrâb, minber ve minârelerinden sürekli Allah’ın adıyla okunan onun adıdır. Cuma namazlarında: “Ey iman edenler, Peygambere salat ve selâm ediniz”5 âyetinin emriyle adı her zaman salât u selâm ile anılmaya devam ediyor.

Allah, Rasûlü’ne olan sevgisi sonucu, ona olan sevgiyi kendi sevgisi, ona olan buğz ve isyanı kendine karşı buğz ve isyan saymıştır. Nitekim Kur’an’da buyrulur: “De ki Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”6 Peygambere itaat eden Allah’a itaat etmiş sayılır.7

İslâm Mekke döneminde bir gizlilik süreci yaşadı. Müslümanlar, Dârul-Erkam’da toplandılar. Gizli gizli ibâdet ettiler. Müşriklerin baskısından ve korkusundan çok sıkıntılar çektiler. Ancak zamanı gelince İslâm şevket ve izzet buldu, her yana yayıldı. Müslümanlar ülkeler ve beldeler fethine muvaffak oldular. Bu durum Cenâb-ı Hakk’ın bu ümmete bir vaadiydi: “Allah sizlerden iman edip sâlih amel işleyenlere kendilerinden öncekileri sâhip ve hâkim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sâhip ve hâkim kılacağını onlar için seçtiği İslâmı onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve geçirdikleri korku döneminden sonra bunun yerine onlara güven sağlayacağını vaad etti.”8

Her peygamber gibi, Efendimiz de pek çok itham ve iftiralara muhâtap oldu. Ona sihirbaz, deli, neler demediler ki. Kur’an onu bu konuda hep teskin ve teselli etti: “Sen Rabbının nimeti sâyesinde mecnûn değilsin. Hiç şüphesiz senin için bitip tükenmeyen bir mükâfât vardır. Ve elbette sen yüce bir ahlâk üzeresin.”9 “Onlardan öncekilere herhangi bir peygamber geldiğinde hemen: O bir sihirbazdır veya delidir, dediler. Bunu nesilden nesile birbirlerine vasiyet mi ettiler? Doğrusu onlar azgın bir topluluktur. Artık sen onlara aldırma! Sen kınanacak değilsin.”10

Her peygamberin devrinde yaşayan insanlara meydan okuyacak bir mûcizesi vardır. Mûsa’nın devrinde sihir ve büyü işleri çok ileri olduğu için mucizesi sihirbazların iplerini yutan asâsıydı. Hz. Peygamber devrinde de şiir ve edebiyatın üstün düzeyde olmasından Onun mucizesi de Kur’an’dı. Nasıl Mûsa’nın çağdaşı sihirbazlar Onun asâsıyla yarışamamışsa Hz. Peygamber devrinin edipleri ve şâirleri Kur’an’la yarışamamıştır. Kur’an onlara şöyle meydan okumaktadır: “De ki; andolsun, bu Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak için ins ve cin bir araya gelseler, hatta birbirlerine destek olsalar, onun benzerini meydana getiremezler.”11

Kur’an bütün mucizliğine rağmen kendini yalanlayan kâfirleri şöyle tehdit etmektedir: “Sen Kur’an’ı yalan sayanı bırak, kendini üzme! Biz onları bilmedikleri yönden yavaş yavaş azâba yaklaştırırız. Onlara mühlet veriyoruz.”12

Dilini uzatıp belâya talip olanlara da şöyle buyurur Hz. Kur’an: “Hani o kâfirler bir zaman da : Ey Allah’ım, eğer bu kitap Allah’ın katından bir hak ise üzerimize gökten taş yağdır. Yahud bize elem verici bir azab getir, demişlerdi. Halbuki sen onların içinde iken Allah onlara azâb edecek değildir. Ve onlar mağfiret dilerlerken de Allah onlara azâb edici değildir.”13

Bu ayette Allah, bir bakıma Hz. Peygamber sâyesinde insanlığın dünyadaki azâbdan kurtulduğunu ifade etmektedir. Ahirette ona vereceği Kevser ise ebedî mutluluktur; dünyada ise ümmetinin çokluğudur. Buyrulur ki: “ Ey Habibim sana kevseri verdik. Öyleyse Rabbine kulluk et ve kurban kes. Asıl ebter yani soyu kesik olan şüphesiz sana hınç besleyendir.”14 Kevser nimetlerin çokluğu demektir. Erkek çocukları ölen Hz. Peygamber’e Âs b. Vâil gibi densizlerin “ebter” diye hakaret etmeleri üzerine bu sûre inmiş ve Onun nam ve şöhretinin, dâvâ ve hizmetinin ebediyete kadar devam edeceğini âleme ilan etmiştir.

Hz. Peygamber, Allah’ın senâ edip yarattığı üsve-i hasene bir insan olduğu için fazilet ve güzelliklerini anlatmak için denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa sezâdır.

Dipnotlar)

1) III, b.1197-1214 2) Al-i İmran, 3/144 3) el-Hicr, 15/9

4) 94/1-4 5) el-Ahzâb, 33/56 6) Al-i İmran, 3/31

7) en-Nisa, 4/80 8) en-Nûr, 24/55 9) el-Kalem, 68/2-4

10) ez-Zâriyât, 51/52-54 11) el-İsrâ, 17/88 12) el-Kalem, 68/ 44-45

13) Al-i İmrân, 3/32-33 14) el-Kevser, 108/ 1-3