Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

HAYIRLI EVLÂD

İnsanoğlu rûhundaki ilâhî menşe itibariyle ebediyete tutkundur. İnsandaki çoğalma içgüdüsünde, hatta dünyâ malına sarılmada ilâhî bir vedîa olan süreklilik ve ebediyet duygusunun belli bir etkisi vardır. İnsan, neslinin devamını, zürriyetinin sürekliliğini ister ve kendisinin devamını çocuğunda görür. Bu devamlılık sadece fizikî boyutuyla değil, aynı zamanda mânevî ve kültürel boyutuyladır. İnsanların “hayırlı ” ve nebîlerin “iyi zürriyet” talebi bu yüzdendir.

Kur’an’da mal ve evlâd için fitne, ziynet ve adüv (düşman) anlamlarında birtakım özellikler sıralanmıştır. Mal ve evlâd imtihan vesilesi anlamı taşıyan fitne özelliğine sahiptir. Nitekim:

وَاعْلَمُواْ أَنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلاَدُكُمْ فِتْنَةٌ

“Bilesiniz ki, mallarınız ve evlâdlarınız fitneden ibârettir.”[1] buyurulur.

Bütüncül bir yaklaşımla incelendiğinde evlâd, Allah’ın geçici dünya hayatı için verdiği bir ziynettir. Ancak aslolan sâlih amel ve iyi davranışlardır. Nitekim Kehf sûresinde:

الْمَالُ وَالْبَنُونَ زِينَةُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا

“Mal ve evlâdın dünya hayatının ziyneti”[2] olduğu belirtildiği gibi Âl-i İmran suresinde:

زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَاء وَالْبَنِينَ وَالْقَنَاطِيرِ الْمُقَنطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالأَنْعَامِ وَالْحَرْثِ ذَلِكَ مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَاللّهُ عِندَهُ حُسْنُ الْمَآبِ ; قُلْ أَؤُنَبِّئُكُم بِخَيْرٍ مِّن ذَلِكُمْ لِلَّذِينَ اتَّقَوْا عِندَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَأَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِّنَ اللّهِ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ

“eş ve oğul sevgisiyle altın ve gümüş gibi dünyalıkların insan için ziynetlendirildiği; süslü gösterildiği ve aslolanın Allah katında olduğu”[3] anlatılmaktadır.

Kur’an’da bir başka yerde ise önce:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ مِنْ أَزْوَاجِكُمْ وَأَوْلَادِكُمْ عَدُوًّا لَّكُمْ فَاحْذَرُوهُمْ وَإِن تَعْفُوا وَتَصْفَحُوا وَتَغْفِرُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ;  إِنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌ وَاللَّهُ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ

“eş ve çocuklar içinden insana “düşman” olanların bulunduğuna” işaret edilmekte; sonra, “mal ve evlâdın imtihan vesilesi bir fitne oluşuna” atıfta bulunulmaktadır.[4]

İbrahim (a.s.) önce “gulâm-ı alîm” (bilgin bir çocuk) sıfatıyla İshak (a.s.) ile müjdelenmiş;[5] bir başka seferinde de “gulâm-ı halîm” (yumuşak huylu bir çocuk) sıfatıyla İsmail peygamber ile müjdelenmiştir.[6] İbrahim, hayırlı evlâd nimetine mazhar olmasının ardından:

الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي وَهَبَ لِي عَلَى الْكِبَرِ إِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَقَ إِنَّ رَبِّي لَسَمِيعُ الدُّعَاء  ;  رَبِّ اجْعَلْنِي مُقِيمَ الصَّلاَةِ وَمِن ذُرِّيَّتِي رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاء

“Kocamış iken bana İsmail ve İshâk’ı veren Allah’a hamdolsun. Doğrusu Rabbim, duaları işitendir. Rabbim beni ve çocuklarımı namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz dualarımızı kabul buyur.”[7] diye ilticâ etti. Böylece zürriyetinin devamı olan çocuklarının kulluk bilincinde; Rablerini tanıyan mü’min kişiler ve hayırlı evlâd olmasını diledi.

İbrahim ve İsmail peygamberlerin müşterek olarak yaptıkları duâda da aynı motifler dikkat çekmektedir:

رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِن ذُرِّيَّتِنَا أُمَّةً مُّسْلِمَةً لَّكَ

“Rabbimiz, ikimizi de sana teslim olanlardan kıl. Soyumuzdan sana teslim olan bir ümmet yetiştir.”[8]

Kur’an’da Zekeriyya (a.s.)’ın Allah’tan:

هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُ قَالَ رَبِّ هَبْ لِي مِن لَّدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً إِنَّكَ سَمِيعُ الدُّعَاء;  فَنَادَتْهُ الْمَلآئِكَةُ وَهُوَ قَائِمٌ يُصَلِّي فِي الْمِحْرَابِ أَنَّ اللّهَ يُبَشِّرُكَ بِيَحْيَـى مُصَدِّقًا بِكَلِمَةٍ مِّنَ اللّهِ وَسَيِّدًا وَحَصُورًا وَنَبِيًّا مِّنَ الصَّالِحِينَ  ;قَالَ رَبِّ أَنَّىَ يَكُونُ لِي غُلاَمٌ وَقَدْ بَلَغَنِيَ الْكِبَرُ وَامْرَأَتِي عَاقِرٌ قَالَ كَذَلِكَ اللّهُ يَفْعَلُ مَا يَشَاء ; قَالَ رَبِّ اجْعَل لِّيَ آيَةً قَالَ آيَتُكَ أَلاَّ تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلاَثَةَ أَيَّامٍ إِلاَّ رَمْزًا وَاذْكُر رَّبَّكَ كَثِيرًا وَسَبِّحْ بِالْعَشِيِّ وَالإِبْكَارِ

“temiz bir soy ve hayırlı evlâd” talebinde bulunduğu ve Hakk Teâlâ’nın kendisini Yahyâ peygamber ile müjdelediği anlatılmaktadır.[9]

Hayırlı evlâd ve zürriyetin insanın ecrini artıracağını ve bereketlendireceğini şu âyet-i kerîme ne güzel ifâde etmektedir:

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَاتَّبَعَتْهُمْ ذُرِّيَّتُهُم بِإِيمَانٍ أَلْحَقْنَا بِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَمَا أَلَتْنَاهُم مِّنْ عَمَلِهِم مِّن شَيْءٍ كُلُّ امْرِئٍ بِمَا كَسَبَ رَهِينٌ

“İnanan, soyları da inançta kendilerine tâbi olan kimselere soylarını da katarız. Onların işlediklerinden hiçbir şey eksiltmeyiz. Herkes inancına bağlıdır.”[10]

Allah Teâlâ, kendisinden göz aydınlığı olacak eş ve çocuklar istememiz konusunda bize şöyle bir duâ tâlim ediyor ve buyuruyor ki:

وَالَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ أَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ أَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ إِمَامًا

“Bize, eşlerimizden ve çocuklarımızdan gözümüzün aydınlığı olacak insanlar ihsan et. Bizi takvâ ehline önder yap!”[11] Bu dünyada mutluluk takvâ ehlinden olabilmektir; şeref ise takvâ ehline önder olabilecek bir kalbî kıvama ermektedir.

İnsanoğlu kendisinden beklenen beklentileri ancak yaşı kırka varıp kemale erince fark etmeye başlıyor. Nitekim Kur’an bu çağa gelen insanoğlunun bu gerçeği şöyle dile getirdiğini ifade buyurmaktadır:

…حَتَّى إِذَا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَبَلَغَ أَرْبَعِينَ سَنَةً قَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَى وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضَاهُ وَأَصْلِحْ لِي فِي ذُرِّيَّتِي إِنِّي تُبْتُ إِلَيْكَ وَإِنِّي مِنَ الْمُسْلِمِينَ

“…Rabbim, bana ve anne babama verdiğin nimete şükretmemi, hoşnud olacağın yararlı işler yapmamı sağla. Bana verdiğin gibi soyuma da salâh ver. Doğrusu sana yöneldim…”[12]

Cemiyetlerin istikballerinin teminatı, geleceklerinin garantisi kalpleri Allah ve vatan aşkı ile çarpan iyi nesiller ve hayırlı evlâd yetiştirmeye bağlıdır. Her meseleye kâmil bir yaklaşım tarzıyla çözüm üreten İslamiyet, hayırlı evlâd yetiştirme konusunu da mukaddes umdeler arasına almıştır. Mal ve evlâd sevgisi insanı Allah yolundan alıkoymamalıdır. Kur’an’a göre mal ve evlâd, insanı kulluktan alıkoymadığı sürece dünya hayatının ziyneti olmaya devam eder. Allah Teâlâ buyurur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُلْهِكُمْ أَمْوَالُكُمْ وَلَا أَوْلَادُكُمْ عَن ذِكْرِ اللَّهِ

“Ey iman edenler, mallarınız ve evlâdlarınız sizi Allah’ın zikrinden alıkoymasın.”[13]

Yine Allah Teâlâ buyurur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ

“Ey iman edenler nefislerinizi, eşlerinizi ve çocuklarınızı yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem azabından koruyunuz.”[14]

Bu âyet-i kerimenin nüzûlünden sonra Hz. Ömer: “Ya Rasûlallah! Kendimizi, Allah ve Rasûlü’nün emirlerine itaat ederek cehennem azabından koruyabileceğimizi biliyoruz. Ancak eşlerimizi ve çocuklarımızı nasıl koruyacağımızı bilemiyoruz?” diye sordu. Allah Rasûlü buyurdu ki: “Allah’ın emirlerini onlara emreder ve yasaklarından sakındırırsanız, bu tavrınız onlar için cehennemden korunma vesilesi olur. ”[15]

Ana-baba, çocukları için canlı bir kitap gibi ahlâk kurallarını uygulayan en güzel modeldir. Nitekim Allah Teâlâ buyuruyor:

وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلَاةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا

“Ailene namaz kılmalarını emret. Kendin de namaza devam et.”[16] Allah Rasûlü’nün şahsında bütün ümmete yönelik olan bu emr-i ilâhîde Allah Teala hazretleri hayırlı evlâd yetiştirmenin onlara model olmaktan ve onlara zaman ayırmaktan geçtiğine işaret etmektedir. Nitekim Allah Rasûlü bu ayetin nüzûlünden sonra bir ay süreyle kızı Fatıma’nın evine her sabah uğramış ve “haydi namaza” diye seslenmiştir. Çünkü herkes idaresi altındakilerden sorumludur.[17] Onun faziletinden, diyanetinden ve terbiyesinden mes’üldür. Bu konuda pek çok dînî emir vardır:

“Çocuklarınıza ikrâm ve ihsân ile muâmele ediniz. Çünkü onlar size Allah’ın armağanıdır.”[18]

“Evinde çocuğunun terbiyesiyle meşgul bulunan müslüman kadını cennette benimle beraberdir.”[19]

Çocukları terbiye etmek, onların hayırlı evlâd olarak yetiştirilmelerini ve İslam insanı olarak topluma kazandırılmalarını sağlamak demektir. Allah Rasûlü: “Hiçbir anne-baba çocuğuna güzel ahlaktan daha hayırlı bir şey verememiştir.”[20] buyurur. Güzel ahlâk ile terbiye edebilmenin yolu, önce nefsimizi tezkiye ile arıtmak sonra yavrulara hem ibâdet, taât ile kulluk yolunda; hem de yalandan, dolandan, ihtikârdan, zinâdan, alkolden, kumardan kaçınarak sosyal hayatta örnek olmaktadır. Model olmak, ilgilenmek, şefkat göstermek ailede ve toplumda eğitimin en etkin yönetimidir. Allah Rasûlü buyurur: “Yumuşaklık ve tatlı muâmele bulunduğu şeye güzellik kazandırır. Ondan mahrûmiyet ise kötülük ve çirkinliktir.”[21]

Çocukların seviyesine inmek, onlarla şakalaşmak nebevî bir emir olduğu kadar Muhammedî bir tavırdır. Allah Rasûlü çocuklarla ilgilenir, başlarını okşar, şakalaşır, selamlaşır ve onlara değer verirdi. Ayrıca “Kimin çocuğu varsa onunla çocuklaşsın; ona çocukça davranarak arkadaş olsun”[22] buyururdu. Efendimiz çocuklarla konuşurken çömelir, onlarla göz göze gelmeye özen gösterirdi. Çünkü âilede ve toplumda çocuklara zaman ayırıp ilgilenmek kişiliklerini besleyen en önemli mânevî gıdadır.

Kur’ân-ı Kerim, hayırlı evlad olması istenen yavruya kazandırılması gereken kulluk bilinci ile sosyal kimliği Lokmân (a.s.)’ın oğluna nasîhatinde şöyle özetlemektedir:

يَا بُنَيَّ أَقِمِ الصَّلَاةَ وَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ وَانْهَ عَنِ الْمُنكَرِ وَاصْبِرْ عَلَى مَا أَصَابَكَ إِنَّ ذَلِكَ مِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ  ;  وَلَا تُصَعِّرْ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلَا تَمْشِ فِي الْأَرْضِ مَرَحًا إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ

“Evladım namazını hakkıyla eda et, iyiliği yay! Kötülüğü de önlemeye çalış ve başına gelen sıkıntılara sabret! Çünkü bunlar azim ve kararlılık gerektiren işlerdendir. Kibirli davranarak insanlara yüzünü eğme! Yerde yürürken çalımlı çalımlı yürüme. Çünkü Allah kibirle kasılan ve öğünüp duran kimseleri sevmez”[23]

Allah Rasûlü insanların hayır ve bereketinin üç şeyde olduğunu ifâde buyurmuşlardır: “İnsanoğlu ölünce amel defteri kapanır. Üç şey sebebiyle amel defteri açık kalır: Sadaka-i câriye, yararlanılan ilim ve hayırlı-sâlih evlâd.”[24]


[1] el-Enfal, 8/28.

[2] bkz. el-Kehf, 18/46.

[3] Al-i İmrân, 3/14-15.

[4] bkz. et-Tegabün, 64/14-15.

[5] bk. el-Hicr, 15/52-53.

[6] bk. es-Saffat, 37/99-101.

[7] İbrahim, 14/39-40.

[8] el-Bakara, 2/128.

[9] bk. Al-i İmran, 3/38-41; krş. Meryem 19/ 7-11.

[10] et-Tur, 52/21.

[11] el-Furkan, 25/74.

[12] el-Ahkaf 46/15.

[13] el-Münafikun, 63/9.

[14] et-Tahrim, 66/6.

[15] bk. Elmalılı, Hak Dini Kuran Dili, VII, 5122 vd.

[16] Tâhâ 20/32.

[17] bk. Buharî, Cuma, 11, Nikah 81, Müslim, İmâre, 20; Ebû Dâvud, İmâre, 1;Tirmizî,Cihâd,27; İbn Hanbel,II, 45.

[18] Mevsûa etrâfi’l hadis, II, 133, el-Câmiu’s-sağir, “hemze” harfi.

[19] el-Câmiu’s-sağir, “hemze” harfi.

[20] Mişkâtü’l- mesâbih, 4977 nolu hadis.

[21] Ebû Davud, Cihâd,1; Edeb,11.

[22] el- Câmiu’s-sağir, “mim” harfi.

[23] Lokman, 31/17-18.

[24] Tirmizî, Ahkâm, 36; Müslim, Vasiyyet, 25; Ebû Dâvud, Vesâyâ,17.