Altınoluk Dergisi, 2006 – Aralik, Sayı: 250, Sayfa: 007
İman, gönül bahçesinde korku ve ümid sınırları arasında açan nazenin bir çiçektir. Onu besleyen ibâdet ve tâat, geliştiren hüsn-i muâmeledir. Meyvesi şefkat, merhamet ve îsâr, netîcesi; yâni elde kalan âhiret sermâyesi de hüsn-i hâtime, sevâb ve mükâfattır.
Korku denilince genellikle insana ürperti veren vahşi bir duygu hatıra gelir. Böyle bir korku ilkel bir korkudur. Asıl korku sevenin sevdiğinin sevgisinden mahrum kalması korkusudur. Ya da bir başka ifâdeyle annesinin öfkesinden korkan yavrunun yine annesine sığınması tarzındaki korkudur. Mümin kalbi korku ve ümid kutupları arasında kulluk heyecanıyla atar. Onun korkusu mağfiret semâsını seyre engel olmadığı gibi; ümidi aynı semâdan azâb şimşeğinin çakacağını unutturmaz. Nitekim Allah Teâlâ buyurur: “Size korku ve ümid içinde şimşeği gösteren ve yağmur dolu bulutları meydana getiren O’dur.”1 , “Yine O’nun delillerindendir ki, size korku ve ümid vermek üzere şimşeği gösteriyor, gökten su indirip ölümünün ardından arzı onunla diriltiyor. Doğrusu bunda, aklını kullanan bir kavim için alınacak dersler vardır.”2 Yine O bu yüzden kendisine korku ve ümid ile duâ edilmesini emreder: “Allah’a korkarak ve ümid ile duâ edin.”3
Allah Teâlâ dünyalık sebeplerle meydana gelen korkunun bir bakıma şeytânî bir duygu olduğunu şu âyetle ifâde buyurmaktadır: “İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, Ben’den korkun.”4
Korku insanda cibillî bir histir. Doğuştan var olan ve çoğu zaman bilinmezlikten kaynaklanan bir duygudur. İnsanoğlu bu dünyada yerli yersiz, lüzumlu lüzumsuz pek çok şeyden korkmakta ve asıl korkulup saygı duyulması, sevgi ile önünde eğilip kulluk edilmesi gereken Yüce Allah’ı unutmaktadır. Allah Teâlâ hazretleri Kur’an’da bu konuya dikkat çekerek şöyle buyurur: “Ey Allah’a eş koşanlar! Siz de O’ndan başka dilediğinize tapın! De ki: Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini, hem de ailelerini ziyana sokanlardır. Bilesiniz ki, bu apaçık hüsrandır. Onların üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında da tabakalar vardır. İşte Allah kullarını bununla korkutuyor. Ey kullarım! Yalnızca benden korkun. Tâğut’a kulluk etmekten kaçınıp, Allah’a yönelenlere müjdeler vardır. Kullarımı müjdele! O kullarımı ki, onlar sözü dinlerler, sonra da en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah’ın doğru yola ilettiği kimselerdir. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.”5
Kur’an’da korku mânâsına haşyet kelimesi 48 yerde, havf kelimesi 125 yerde ve ittikâ/takvâ kelimesi 258 yerde geçmektedir. Takvâ/ittikâ kelimesi hem korkmak hem de kalbi korumak mânâsında kullanılmıştır. Nitekim şu âyette bu mânâya kullanılmıştır: “Söyle ey Rasûlüm: Ey inanan kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır.”6 Takvâ ayrıca, kalbi Allah’ın dışındaki işgalcilerin egemenliğinden korumak mânâsında tasavvufî derinliği olan Kur’anî bir kavram olarak dikkat çekmektedir.
İnanan insan için âlemdeki her hareket ve oluşum izn-i ilâhîye tabidir. O’nun müsâadesi olmadan bir yaprak bile kıpırdayamaz. Nitekim âyette şöyle buyurulur: “Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O’nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.”7
İnsanlığın henüz bilip hizmete sokamadığı, göklerde ve yerde nice hazineler bulunduğu gibi sebep, sonuç ve hikmetlerini kavrayamadığı nice olaylar vardır. Allah bunları bilir ve zamanı geldiğinde insanlığın istifadesine sunar, sebep ve hikmetlerini insanlara ızhâr eder. Meydana gelen olaylar, hâdiseler, korku ve dehşet veren afetler tabiatın değil, hâkim olan Allah’ın kudretinin âsârıdır. Allah hikmeti gereği onları bir takım kurallar çerçevesinde sevk ve icrâ etmektedir. Sayısız olaylar, sınırsız âlem ve sonsuz kâinât aslında Allah’ın sonsuz kudretinin bir tezâhürüdür. İnsanoğlu bu âlemden yine O’nun müsâade ettiği ölçülerde istifade edebilmekte; en önemlisi O’na karşı gelme noktasında sürekli uyarılmaktadır. Nitekim Allah Rasûlü de kâinat kitabını hikmetle okumanın yolunun Allah korkusundan geçtiğini, ‘Hikmetin başı Allah korkusudur’ hadisi ile ifade buyurmaktadır.
Din ve iman yolu, kalpleri Allah korkusuyla titreyen bahtiyarların yoludur. Ölüm ötesine hazırlık ve ebediyet yolculuğuna adım atmak bu sayede mümkün olabilmektedir. Nitekim Allah Teâlâ: “Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları onunla (Kur’an ile) uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost, ne de bir aracı vardır; belki sakınırlar.”8
“Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden korkarız, derler. İşte bu yüzden Allah onları o günün fenalığından esirger; yüzlerine parlaklık, gönüllerine sevinç verir.”9
“Rabbinizin huzûrunda durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır.”10
Allah Rasûlü Allah’a muhalefetten sakınmayı ısrarla tavsiye ettiği gibi bunu başarabilenler hakkında bir takım müjdelerde bulunmaktadır. Nitekim bu konudaki hadislerden bazıları şöyledir:
– Allah korkusuyla ağlayan kimseler memeden çıkan sütün tekrar memeğe girmeyeceği gibi cehenneme girmeyeceklerdir.11
– Allah’tan korkan kimselere öyle bir heybet ihsân olunur ki her şey onlardan korkar. Allah’tan korkmayanlar ise her şeyden korkarlar.12
Allah Rasûlü’nün Allah’ın sevgilisi olduğu halde insanlar arasında O’ndan en çok korkanı olması bu korkunun sevgi eksenli bir korku olduğunu îmâ etmektedir. Kur’an okurken ve dinlerken azab ve inzâr ayetlerinde Allah Rasûlü’nün yüzünden hüzün ve heyecân yansıması; müjde ayetleri geldiğinde ise yüzünde tebessüm ve aydınlığın zâhir olması korku ve ümid dengesinin bir tezâhürüdür.
Sahâbenin Allah’a muhâlefetten sakınma konusundaki hassâsiyeti Allah Rasûlü’nde gördükleri model davranışa uyma titizliğindendir. Nitekim Hz. Ebû Bekir’e ikrâm edilen sütün helallığı konusundaki şüphe onu parmağını boğazına sokarak sütü kusmaya götürmüştü. “Helâk olacağımı bilsem bunu çıkarmadıkça rahat edemezdim” sözü onun Allah’a muhâlefet kaygısıyla ortaya koyduğu hassasiyet terazisidir.
Hz. Ömer devesiyle bir çadırın yanından geçerken okunan Kur’an ayetlerini dinlemiş ve bunlar içindeki azab ifadelerinden öylesine etkilenmişti ki bayılıp yere düşmüş ve birkaç gün mescide çıkamamıştı.
Hz. Osman der ki: “Ey insanlar! Allah’a muhalefetten sakınınız. Çünkü Allah’a muhalefetten sakınmak bir ganimettir. En akıllı insan kendisini hesaba çeken, kendini iyi idare eden, ölümden sonrası için iyi amel yapan ve kabrin karanlığı için Allah’ın nurundan faydalanandır. Kul gözleri gördüğü halde Allah’ın kendisini âmâ olarak haşretmesinden korksun.”
Hz. Ali evinde mihrab edindiği bir köşesinde secdeye kapanıp ağlar ve secde yerini göl hâline getirirdi. Ezanı duyduğunda rengi sararır solar, vücudu heyecanla ürperir, sesi korkuyla titrer ve kendi kendine derdi ki: “Ezan kimin davetidir. Hangi huzura ne yüzle çıkacağını düşünmüyor musun?”
Tâbiin neslinden Hasan Basrî ölmek üzere olan bir arkadaşının ziyâretinden sonra evine döndüğünde iki kez arka arkaya ağzına lokma koyamadığı rivâyet edilir. Allah korkusundan yaşadığı hüzün sebebiyle ağlar, gözyaşları yanaklarını yol yol yapardı. Bu özelliği sebebiyle tasavvufta hüzne dayalı tasavvufî bir meşrebin öncüsü sayılırdı.
Anlatılanların hepsi kaygıları âhiret olduğundan bu dünyadan yüz akıyla ayrılmayı ve Allah’a muhalefet etmekten sakınmayı kulluk borcu sayıyorlardı. Allah korkusu insanı hayra koşturan, mânevî duygularını coşturan, şerden kaçındıran en büyük iç motivasyondur. İhsan duygusunun temelinde de egemen olan Allah ile birliktelik şuuru ve O’na muhalefet etmekten sakınma kaygısı vardır.
Dipnotlar: 1) er-Râd, 13/12 2) er-Rûm, 30/24 3) el-A’raf, 7/56 4) Âl-i İmrân, 3/175 5) ez-Zümer, 39/15-18 6) ez-Zümer, 39/10 7)el-En’am, 6/59 8) el-En’am, 6/51 9) el-insan, 76/10-11 10) er-Rahman, 55/46. 11) Tirmîzî, Fazâilu’l-Cihâd, 8/1633 12) Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, nr. 569