Altınoluk Dergisi, 2007 – Subat, Sayı: 252, Sayfa: 006
Günah işlemek ve ardından tevbe etmek insana has bir özelliktir. Melek günah işlemediği için tevbeye ihtiyaç da duymaz. Hayvan akıldan mahrum olduğu için günah ve tevbe bilincinden uzaktır. Şeytan ise işlediği günahtan pişmanlık duymadığından tevbe şerefinden yoksundur.
Allah insanı hayvan, melek ve şeytandan farklı bir statüde hayır ve şerre, sevab ve günaha, iyilik ve kötülüğe kabiliyetli olarak yaratmıştır. Nitekim Allah Rasûlü bu gerçeği şu ifâdelerle anlatmaktadır: “Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz Allah, sizin yerinize günah işleyen ve tevbe eden bir topluluk yaratır ve onları bağışlardı.”1 Sanki insan kişiliğinin bir parçası günah işleme kabiliyeti. Doğrusu insan dünyaya işlediği günah sebebiyle geldi. İnsaniyet sıfatı onunla sürmektedir.
Allah kendisine halîfe sıfatıyla ahsen-i takvîm sûrette mükerrem olarak yarattığı insanı günah çukuruna düşmekten; günahın açığından ve gizlisinden sakındırmakta; büyük günahlardan sakınanların küçük günahlarını örteceğini haber vererek hasbelbeşer günaha düşenleri tevbeye çağırmaktadır: “Günahın açığını da gizlisini de bırakın! Çünkü günah işleyenler, yaptıklarının cezasını mutlaka çekeceklerdir.”2; “Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere koyarız.”3
Kur’an’ın ifâdesiyle rûh-ı ilâhîden menfûh olan insan rûhu, Mevlânâ’nın ifâdesiyle ten kafesine girip bu âleme geldikten sonra nisyân ile ma’lûl olur ve Allah’a verdiği sözü unutarak günaha düşmeye başlar. Mevlânâ’ya göre günahtan korunmanın ve arınmanın yolu elest bezmindeki ahdi ve andı hatırlamaktır. Der ki Mevlânâ:
Kendi kendine bir şart koş da ahdinden dönmemeye uğraş!
Ahdini bozarsan mânevî hastalık gitmez arkadaş
Hâlin ezeldeki temiz kalma ahdine uyduğu zaman
Canın elde ettiği yüz binlerce zevk doğar içine o ân
Böylece demir gibi gönlün bir ayna kesilir
Sana her an bir olgunluk yüz gösterir
Emaneti yüklendiği için zevk âleminde sana can
Hem çalgıcı olur, hem de aşk kadehi sunan
Sonra hakîkate erer insanların boş işlerine acırsın
Gizli hazineyi kendinde bulur ve tanırsın.4
Hakk’a vuslata ermenin; kula kulluktan, nefs, şeytan ve hevâya tapınmaktan, günaha düşmekten kurtulmanın; gönülde aşk şerbeti içip Allah rızâsına varmanın yolu, ahdini ve andını unutmamaktır.
Günah ve suçluluk psikolojisi insanda refleks tepkiler oluşturur. Vicdandaki suçluluk, gönülde daralma meydana getirir. Pişmanlık duygusu insanda tevbe psikolojisini ve günahtan arınma hâlet-i rûhiyesini tetikler. Şartlarına uygun olarak gelişen tevbe, nefsin günah ile kirlenip kararmasına, neticede kalbin katılaşmasına engel olur. Tevbesiz günah ise kalbin kirlenmesine müncerdir. Nitekim Allah Teâlâ buyurur: “Hayır! Bilakis onların işlemekte oldukları (günahlar) kalplerini kirletmiştir”5 İnsanoğlunun günah kirlerinden arınması onun iki dünyasını da aydınlatır. Nitekim Mevlânâ Divân’ında der ki:
Eğer gönül evindeki dumanı azaltır; günah kirlerinden arındırırsan, senin nûrun ile her iki dünya; bu dünya da, öteki dünya da aydınlanır.
Bulanık bir suya bakarsan, orada ne ay görebilirsin, ne de gök! Hava kararınca güneş de gizlenir, ay da! 6
Adım adım yürüyerek manevî pisliklerden, günahlardan arınmak ve onların üstesinden gelmek için âşıkâne bir hamle yaparak Hakk ile buluşmak lâzımdır. Zaten Allah günahlarından arındırmak için insanların gönüllerini gözyaşı ve tevbe ile temizlemelerini, ibâdet ve secde ile irâdelerini güçlendirmelerini istemekte ve “Namazın insanı her türlü kötülük ve münkerden alıkoyacağını”7 haber vermektedir. Çünkü insanın gönülden Allah diye diye isyan etmesi imkânsız denecek kadar zor bir hâdisedir. Şehvete boyun eğen günahlara, mânevî pisliklere gömülür.
Bütün güzel huylar gönülden gelmektedir, bütün kötülüklerin kaynağı ise balçıktan olan bedendir. Nefsine uyanın, şehvete boyun eğenin, beden balçığı daha kalınlaşır, artar da günahlara, manevî pisliklere daha çok gömülmüş olur. Nefsânî istekleri terk hususunda tembel davranmak insanı zayıf düşürmektedir. Halbuki heveslerini, nefsanî isteklerini yenebilen bütün zorlukları aşarak huzura kavuşmaktadır.
Kâfir olsun, fâsık olsun, ahlaksız olsun herkes zulüm ve haksızlık gibi can sırları arasında örtülü günahlarının perdelerini kendi elleri ile yırtar, onları halkın gözü önüne serer. Günah perdelerini yırtarak bunları teşhîr eden kişi Mevlânâ’ya göre âdetâ şöyle demektedir: “Bana bakın da görün; benim boynuzlarım var. Cehennem öküzünü, yâni cehennemlik kişiyi apaçık seyredin! Ey zulmeden kişi! Senin elin ayağın, gönlünde saklı olan şeye, bu dünyada da şahitlik eder: “Burada gizli birisi var; kendini yalnız zannetme!” der. Hele hiddete kapıldığın, kızgın olduğun, dedikodu yaptığın zamanlarda senin sırrın, gönül dünyan bunu daha inceden inceye ortaya koyar. Ettiğin zulümler, başkalarına çektirdiğin cefâlar, birer memur gibi başına dikilirler de: “Ey el ayak, yaptıklarını açığa vur, gizleme!”8 derler ve insanın içini kemirirler.
‘Kirâmen Kâtibin’ meleklerinin işi de iyiliklerimizi, kötülüklerimizi yazmak değil mi? Aslında o görevli melekler gibi bizim iç varlığımız, rûhumuz, vicdânımız da yaptığımız şeyleri kaydetmektedir. Bu kayıtlar içimizde huzûr ve mutluluk ya da iç burukluğu olarak durur. Bu duygular iyi kontrol edilebilirse insanı günaha düşmekten koruyabilir.
Mevlânâ günaha düşmüş insanı çamura düşmüş eşeğe benzetir ve der ki: Bir eşek bile hızlı yürüyeyim derken çamura düşse, kalkmak ve kurtulmak için uğraşır durur. Orada kalmak ve yerleşmek için düştüğü yeri düzeltmeye kalkışmaz. Çünkü oranın yaşanacak bir yer olmadığını bilir. Senin duygun, eşeğin duygusundan daha mı aşağı ki gönlün, kötü huylar, günahlar, dünyevî arzular çamurundan sıçrayıp kalkmıyor? Günah işlerken yorumlarda bulunuyor, kendini haklı çıkarmaya uğraşıyorsun da, seni alçaltan duygulardan gönlünü çekip çıkarmak istemiyorsun. “Ne yapayım, elimden bir şey gelmiyor. Allah kerem sahibidir; acze düşmüş kulunun suçuna bakmaz.” diyorsun.9
İnsanoğlu şâirin dediği gibi:
Ne kadar suçlu isem kesmem ümid
Kereminden ki, odur bahr-i muhît
deme hakkına sahip olmakla beraber, güle güle günah işleyenin güle güle cehenneme gireceği gerçeğini unutmaması gerekiyor. Ümid duygusu sınırsız ve sorumsuz bir biçimde günah işlemeye sevk etmemelidir insanı.
Allah dostlarından Amr bin Osman, tevbe konusunda oldukça hassas davranır, günah işleyen herkesi tevbeye teşvik eder ve şöyle derdi: “Büyük ya da küçük günâh işleyen herkese tevbe farzdır. Bir kere günâh işledikten sonra, tevbeyi terk konusunda hiçbir kimse mâzûr görülemez. Çünkü günâhkârlara Allah’ın tehdidi vardır. Bu tehdid-i ilâhî ancak tevbe ile sâkıt olur.”
Gönül Sultanlarından Muhammed b. Vâsî derdi ki: “Her günahın bir kokusu olsa, siz benim pis kokumdan yanıma yaklaşamazdınız. Nasıl cennette ağlayan bir adam görmek garib ve acaibse, dünyada da gülen ve ağlamayan adam görmek o kadar garib ve acaib.”
– “Nasılsın?” diye halini soranlara Muhammed b. Vâsî:
– “Ömrü eksilen, günahı artan ve her gün ölüme bir merhale daha yaklaşan kimsenin hâli nasıl olursa, ben de öyleyim” der ölümü unutmamayı; âhireti hatırdan çıkarmamayı öğütlerdi.
Günah kaygısı ve tevbe ümidi, amelleri ihsan şuûru ile yapma gayreti, insanda ister istemez bir günah ve tevbe psikolojisi oluşturmaktadır. Böyle dengeli bir psikoloji insandaki otokontrol mekanizmasını güçlendiren en güçlü etkendir.
Dipnotlar: 1) Müslim, Tevbe, 10. 2) el-En’am, 6/120. 3) en-Nisâ, 4/31. 4) Şefik Can, Dîvân-ı Kebîr’den Seçmeler, c. I, s. 251. 5) el-Mutaffifin, 83/14. 6) Dîvân-ı Kebîr’den Seçmeler, c. I, s. 102. 7) el-Ankebût, 29/45. 8) Şefik Can, Mesnevi Tercümesi, III-IV, s. 130, beyit no: 2455. 9) Şefik Can, a.g.e., I-II, s. 512, beyit no: 3355.