Altınoluk Dergisi, 1992 – Ocak, Sayı: 071, Sayfa: 031
Abdulhalık Gucdûvanî, Şah-ı Nakşbend’in üveysi mürşidi olduğundan, Nakşbendilik’te mühim bir yeri vardır. Onun geliştirdiği “onbir esas” tarikatin temel prensipleri olarak uygulamada ve adab kitaplannda yerini almıştır. Bu esaslar şunlardır:
1. Vuküf-i zamanî: Her an ve her halin muhasebesini yapmak. Huzurda geçirdiği anına ve haline şükretmek, gafletle tükettiği zamanından tövbekar olmak. Bir başka ifade ile kabz halinde istiğfara, bast halinde şükre devam. Salik zamanın değerini bilmeli, alıp verdiği her nefese dikkat etmeli, nefes alırken de, verirken de uyanık olmalı, murakabeyi korumalı. Zaman ve saat mefhumu, manevi yolun kilometre taşları gibidir.
2. Vukuf-i adedi: Zikir sırasında sayıya riayet etmek; aklı dağınıklıktan koruyup bir yerde toplamak; dikkati teksif etmek. Zikirde sayıya dikkatin önemi olmakla birlikte, asi olan kemmiyet değil, keyfiyettir. Zikir sayısı az olsa bile, zikredilen zata karşı kalp huzuruna sahip olmalıdır. Ledün ilminin ilk mertebesi sayılan vukûf-i adedî, kalbdeki havatırın önlenmesini sağlar.
3. Vukuf-i Kalbi: İki türlü olur: a) Zikredenin her an Allah’ı bilmesi, kalpte Allah’dan gayri hiçbir şeye yer vermemesi. b) Zikredenin zikir sırasında kalbine yönelmesi. Yani sol memenin altındaki çam kozalağına benzeyen et parçasına yönelerek, o et parçasının zikirden gafil olmamasını sağlamaya çalışmasıdır. Nitekim her yerde hazır olan Allah’a, nasıl Kabe’ye dönerek el açılıyorsa, zikir sırasında da kalbe yönelmek ve ona agah olmak, oraya Hakk’ın tecellilerinin dolmasını sağlar.
4. Huş der-dem: Alınan her nefeste huzuru korumak, Allah’tan gafil olarak tek nefes bile almamak. Çünkü nefesleri gafletsiz almak, kalbi huzurla doldurur.
Nakşbendîlikte terakkinin temeli nefes üzerindedir. Nefes alış ve verişinde ve iki nefes arasında gafletten uzak kalmak, Allah’ın “Hayy” isminin tecellisi sayılır. Nefesini koruyan kimse, mazi endişesinden ve istikbal telaşından kurtularak “İbnü’l-vakt” olur.
5. Nazar ber-kadem: Bakışları ayak ucuna mıhlamak. Yürürken sağa sola bakan kimsenin ilgisi dağılır, kalbini havatır işgal eder. Bakışını ayak ucunda toplayan kimse, hem harama bakmaktan, hem de havatıra düşmekten kurtulur; çünkü kalbe gelen perde, genellikle çevre ile lüzumsuz ilgilenmekten olur. Göz, kalbin casusudur. Gözün gördükleri kalbi meşgul eder. Göz bir fotoğraf makinası gibi çektiği filmleri kalbe gönderir. Orada arşivlenen bu bakışlar, çoğu zaman kalbi lüzumsuz meşgul eder.
Ayağa bakmakta tevazu vardır, edeb vardır, haddini bilmek vardır, Rasulullah’ın sünnetine uymak vardır.
6. Sefer der-vatan: Halktan Hakk’a sefer. Salikin kötü ahlak ve beşeri sıfatlardan sıyrılıp güzel ahlak ve melekî sıfatlara; aslî vatanına sefer etmesidir. Mürşid arayan müsterşidin şeyh bulmak üzre yapacağı sefer de buna dahildir. Hz. İbrahim’in “Ben Rabbıma gidiyorum” (es-Saffat, 37/99) sözü bu manada içten içe bir manevi yolculuktur. Tasavvuftaki anlamı da halktan Hakk’a sefere vesile olan her türlü fiildir.
7. Halvet der-encümen: Celvette halvet, kalabalık içinde fakat yalnız; halk içinde Hakk ile beraber, diye tarif edilebilen bu esas, “El kar da, gönül yarda” demektir. Beden ve suret halk ile meşgulken kalb ve siretin Hakk ile meşguliyeti demektir. Bunun gerçekleşmesi için insanın zikre kendini tam anlamıyla vermesi gerekiyor ki, bu suretle kişi en kalabalık yerde bile Hakk’ın zikrinden başka bir şey duymasın, hiçbir şey onu zikrinden alıkoymasın. Bu suretle salike; “Rabbının adını zikret, hemen her şeyden ilgini keserek tamamen ona yönel (tebettül)!” (el-Müzzemmil, 73/8) ayetinin sırrı açılmış olur.
8. Yad-kerd: Dilin kalble beraber zikridir. Murakabe mertebesine ermiş olan salikin tevhid zikrini dil ile yapması demektir. Kalb maddi unsurlarla bağlantılı olduğundan bu unsurların paslanmasıyla kalp de paslanır. Zikir dille yapıldığında önce dilin, sonra kalbin pası silinmiş olur. Böylece salik, murakabe halinden müşahede mertebesine yükselir. Tevhid kelimesinin “nefy-isbat” zikrinde, murakabe dersi esnasında söylenişinde gözler yumulur, dil damağa yapıştırılır ve nefes tutularak kalb ile tevhid kelimesi söylenir.
9. Baz-geşt: Zikirde kendiliğinden hatıra gelen iyi ve kötü fikri kovmak demektir. Bilhassa nefes tutularak yapılan “nefy-isbat”zikrinde nefesi salıverdikten sonra: “İlahi ente maksudî ve rızake matlûbi (Allah’ım benim muradım sensin, senin rızandır, başka bir şey değil)” demektir.
10. Nigah-daşt: Muhafaza demektir. Hakk’ın tecelligahı olan kalb evine O’nun yüce zatına yabancı şeylerin, uygunsuz hatıraların girmesini önlemektir. Bir başka ifade ile insandaki hayal gücünün kendi kendini görevden azletmesidir. Bunun ne kadar zor bir iş olduğunu söylemeye bile gerek yoktur.
11. Yad-daşt: Nigah daştı, derinliğine anlamak diye tarif edebileceğimiz bu kavram, dil ile söylemeden Allah’a dönüş halini muhafaza etmektir. Zikirde mübalağa ederek huzur haline ermek ve şuhud makamına varmaktır.
Kaynaklar: Cami, Nefehatü’l-üns, (trc. Lamiî Çelebi) s.411-413; Reşahat aynu’l-hayat, İst. 1291, sh.29-43; el-Hadaiku’l-verdiyye, İslâm Ansiklopedisi, IX, 52-54; Muhammed b. Abdullah Hanî, Adab Risalesi, 1326,s.46.