Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Gönüllere Rahmet Terbiyesi

2010 – Haziran, Sayı: 292, Sayfa: 006

Rahmân ve Rahîm isimlerinin sâhibi olan Allah Teâlâ’nın rahmeti âmm/genel ve hâss/özel olmak üzere iki türlüdür. Genel rahmet Allah’ın Rahmân isminin gereği olarak bu âlemdeki inanan-inanmayan bütün yaratıklarına karşı şefkat ile onlara nîmet vermesidir. Özel rahmet ise Rahîm isminin mazharı olarak Allah’ın âhirette sâdece mümin kullarına münhasır olanıdır.

Âlemin varoluşu O’nun rahmeti, îcâd ve merhameti sâyesindedir. Allah kadîm kudreti sâyesinde rahmet eseri olarak varlıkları yaratmış ve onları her türlü nîmeti ile perverde kılmıştır. Yaratılışın ilk hikmeti varlık âleminin Allah’ın rahmet, kerem ve lütfuna ayna olmasıdır. Çünkü Allah sonsuz kudret ve rahmetini ızhâr için varlık âlemini yaratmıştır. Âlemdeki varlıkların her birinin ayrı bir yaratılış hikmeti bulunmaktadır. Nitekim insanların ve cinlerin yaratılış sırrı Hakk’a kulluktur.1

Allah’ın özel rahmetinin birtakım şartları bulunmaktadır. Kur’an-ı Kerîm’de
umulur ki rahmete mazhar olursunuz” ibâresiyle geçen sekiz âyet-i kerîmedeki bu özel rahmet şartları, altı madde hâlinde şöyle özetlenebilir:

1- Allah’a ve rasûlüne itâat: “Allah’a ve Rasûl’üne itâat edin ki rahmete kavuşturulasınız.”2

2- Kur’an’ı dinlemek ve ona uymak: “İşte bu (Kur’an), bizim indirdiğimiz mübârek bir kitaptır. Buna uyun ve Allah’tan korkun ki rahmete ulaşasınız.”3

3- Namaz kılmak, zekât vermek: “Namazı kılın; zekâtı verin; Peygamber’e itâat edin ki rahmete eresiniz.”4

4- Kötülüğü bırakıp iyiliğe koşmak ve mağfiret dilemek: “Sâlih dedi ki: Ey kavmim! İyilik dururken niçin kötülüğe koşuyorsunuz? Allah’tan mağfiret dileseniz olmaz mı? Bu sâyede rahmete uğrarsınız.”5

5- Takvâ sâhibi olmak: “Yapmakta olduğunuz ve yapıp arkada bıraktığınız işlerde Allah’tan korkun; umulur ki rahmete mazhar olursunuz.”6

6- Kardeşlik hukukuna riâyet: “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki rahmete erişesiniz.”7

Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerîm’de rahmetinin her şeyi kuşattığını haber vermekle birlikte dünyevî ve uhrevî güzelliklerin takvâ ehli olan, zekâtı veren ve âyetlerine inananlara münhasır bulunduğuna vurgu yapmaktadır.8 Nitekim Mesnevî’de denilmiştir ki:

Her ne kadar buna nefisler lâyık değilse de,

Hakk Teâlâ “rahmetim, gadabımı geçmiştir” buyurur.

Ey melek, “rahmetin gadabı geçmesini” göstermek için,

İnsana karışık ve şüpheye sebeb olabilecek bir şey verdim.

Hattâ sen, ne söylesen Ben sana öfkelenmem,

Çünkü kimse Benim hilmimi (şefkatimi) inkâra kalkışamaz.

Binlerce anne-babanın hilmi, Benim hilmimin içindedir,

Anne-babaların hilimleri her nefes zuhûr eder, sonra yok olur.

Onların hilmi, Benim hilim deryâmın köpüğü gibidir,

Onların hilmi gelir geçer, Benim hilim deryâm yerindedir.9

Dünyâda mümin ve kâfir herkes Allah’ın rahmet ve nîmetinin eserleriyle yaşar. Her varlık bu dünyâda rahmete nâil olma noktasından eşittir. Ancak âhirette ise yukarıda âyetlerde geçtiği gibi Allah’a ve rasûlüne itâat eden, Kur’an’ı dinleyen ve ona uyan, namazı kılıp zekâtı veren, kötülüğü bırakıp iyiliğe koşan,  mağfiret dileyen takvâ ehli ve kardeşlik hukukuna riâyet edenler azâbdan korunup rahmete mazhar olacaklardır.

Îmânın sıhhatinin şartlarından kabûl edilen beyne’l-havf ve’r-recâ olması; yâni korku ile ümid arasında bulunması; kulun gönlünde Allah’ın rahmetinden günahına rağmen ümidini kesmemesi; yine ibâdetine rağmen Allah’ın gadab ve azâbından korkup endişe duyması demektir. İnsanı hayâta bağlayan en önemli özelliklerden birisi ümiddir. Ümidini yitirmiş, gelecek ve âhiretle ilgili kaygılarını atamamış insanın sadrı dardır. Gönlünde sürekli bir sıkıntı vardır. Allah Teâlâ bu yüzden kullarına rahmetini hatırlatarak onları ümid kapılarına doğru çağırmaktadır: “De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.”10

Âyette Allah Teâlâ kulun günah çukuruna düşmesini “isrâf” kavramıyla anlatmaktadır. İsrâfta insanın nefsi adına düşüncesizce hodgâmlık yapması, bencil davranması, başkasının farkında olmaması ve sâdece ben merkezli hareketi söz konusudur. Aslında dünyâ nîmetlerinden yararlanmada isrâf da, cimrilik de nefse pirim vermek demektir.

İnsan nefsin iğvâsı ve saptırması sebebiyle ya isrâf ile aşırılığa düşer ya da yine kendi nefsini düşünerek tefrit ile cimrilik yapar. Her ikisi de mezmum davranışlardır. Ancak Allah Teâlâ’nın günaha düşen kullarını isrâf kavramıyla anlatması ve buna rağmen hâlâ onlara “kullarım” tâbirini kullanması Allah’ın rahmet eseridir. Kul bu rahmetin farkında olmalı ve Allah’ın rahmetinden ümidini kesmemelidir.

Ümidsizlik en kötü rûhî hastalıklardan birisidir. Allah’ın üstünlüğüne ve rahmetine sınır yoktur. Böyle bir ihsân sâhibinden ümid kesmek insana yakışmaz. İnsan elleriyle O’nun rahmet halkasına yapışmalıdır. Ümidsizlik nice ümidleri kör eder, ama karanlığın ardından da nice güneşler doğar. İnsanoğlu bu âleme O’nun emirlerini yerine getirmek için gelmiştir. Dolayısıyla insana yakışan O’nun emrine râm olmaktır. Çünkü rahmet denizi taşınca yüzyıllık ölüyü mezardan çıkarır, taşlar bile âb-ı hayât katreleri ile beslenir.

Her şey Allah’ın elindedir. O’nun nusret ve yardımı ulaşınca gönlümüze yalvarma, ağlayıp inleme duygusu verir. Allah aşkıyla ağlayarak yaşaran göz ne güzel gözdür. Yine O’nun aşkıyla yanıp tutuşan gönül ne muhteşem gönüldür. Her ağlamanın sonu gülmektir. Ağlayan bilmelidir ki gülmek yakındır. Ancak gülen de görmelidir ki ağlamak uzak değildir. Hâdisenin sonunu görmek güzeldir ve bu sonu görüp mutlu olan kişi hoş-baht insandır. Yeşilliğin olduğu yerde akarsu, gözyaşının olduğu yerde rahmet vardır. Can bağında yeşillikler bitirmek isteyen derdli dolap gibi inleyerek gözlerinden yaşlar akıtırsa rahmete mazhar olur. Gözyaşına kavuşmak isteyen gözü yaşlı insanların yanında olmalıdır. Merhamete kavuşmak dileyen ise zayıf ve bîçârelere merhamet etmelidir. Nitekim Mevlânâ bunu şöyle ifâde eder:

Her ağlamanın sonu gülmektir âkıbet,

Uzak görüşlü insan mutlu kişidir elbet.

Her nerede su varsa yeşillik de vardır.

Gözyaşı olan yerde rahmet bulunması doğaldır.

Çocuk ağlayınca memedeki süt taşar

Bulut ağlayınca yerdeki çimen coşar.11

Hayır terapisi denilen rûhî tedâvi yönteminde derdli, acılı ve şefkate muhtâc insanların yanında olmak, onların acılarını paylaşmak insanı hayâta bağlayan çok önemli bir unsur olarak öne çıkmaktadır. Böyle bir hayır terapisinde insan iki şeyi aynı anda yaşamaktadır:

1- Kendisinden daha zor ve dar durumda olanları görerek durumuna şükretmeyi öğrenmekte ve hâlinden şikâyeti bırakmaktadır.

2- Muhtâc olan bir insana yardım ederek işe yaramanın ve başkalarına faydalı olmanın hazzını tatmaktadır. Çünkü başkalarına faydalı olup onların hayâta tutunmalarına katkı sağlamak insan için son derece pozitif bir enerji kaynağıdır.

Günah işleme sonucunda insan sadrında bir daralma ve rûhî bir sıkıntı meydana gelmektedir. Böyle bir rûhî sıkıntının meydana getirdiği pişmanlık duygusu tevbeyi, tevbe de rahmeti celbetmektedir. Nitekim Allah Rasûlü’nün: “Günah senin gönlünde daraltı meydana getiren şeydir”12 ifâdesi bu konuya ışık tutmaktadır. Gönüldeki bu daraltı zâhiren bir sıkıntı ise de bâtınî olarak insanı Hakk’ın rahmetine hazırlamaktadır.

İnsanların çoğu işledikleri günahlarla o kadar haşir neşir olmuşlardır ki bunlardan kurtulmanın yolu onları pek ilgilendirmemektedir. Hattâ bâzıları Allah’ın kendi günahlarına karşılık vermediği zehâbına bile kapılmaktadır. Nitekim Hz. Mevlânâ Mesnevî’sinde Şuayb (a.s.) zamanında yaşamış bir zâtın durumunu şöyle anlatmaktadır.

Adamcağızın biri: “Benim bu kadar günahım olduğu hâlde Allah, lütuf ve keremi sâyesinde kusurlarıma bakmıyor” der dururmuş. Allah Teâlâ da Şuayb (a.s.)’a vahiyle bildirmiş ki: “Sen o adama söyle! Ben bu kadar günah işledim, Allah beni sorumlu tutmadı mı diyorsun? Sen bunu nasıl söylersin? Sen doğru yolu bırakıp çöllere düşmüş bir zavallısın! Olanların aksini söylüyorsun. Allah sana kaç defa cezânı verdi de haberin yok. Sen nefsânî duyguların esîri olmuşsun, fakat farkında değilsin. Senin gönlünde günah kirleri ve pasları o kadar yığılmış ki gönül gözün ilâhî sırlara perdelenmiş ve görmez olmuş. Tenceredeki is ve pas kalaylıyken belli olur, kararmış tencerenin isi nasıl belli olsun? Beyaz tenli insan üzerinde is hemen belli olur, ama zencide belli olmaz. Yüzü beyaz olan, dumanın tesîriyle hemen kararan yüzünün ağarması için çabalar ve aman yâ Rabbi diye sızlanmaya başlar. Günah işlemeye devam eden, bir süre sonra günahın azabını hissetmez olur. Tevbe etmeyi hatırına bile getirmez hâle gelir. Günah onun gönlüne tatlı gelir. Derken günahları onu dîninden eder. Nitekim beyaz bir kağıt üzerine yazılan yazı ilk bakışta okunur. Yazılı bir kağıt üzerine yazılan yazının ise okunması güçleşir. Üçüncü defa yazılan yazı ise kağıdı simsiyah yapar. Günahkârın kalbi de böyledir. Eğer tevbeden nasîb almamışsa siyahlıklar kararmaya, kararma da katılaşmaya kadar varır. Allah’a sığınmaktan başka ne çâre var ki? Günahkârın bakır gibi olan ümidsizliğine en etkili iksir Allah’ın rahmet nazarıdır. Ümidsizlikleri Hakk’a arzet, O’ndan rahmet ve hidâyet ümidinde bulun. Ancak böylece kalbin kararmasından kurtulursun.”

Şuayb (a.s.) bu sözleri söyleyince adamın gönlünde ümid gülleri açtı. Şuayb (a.s.)’a sordu: “Allah benim günahlarımın cezâsını verdiyse bunun alâmeti nerde?” Şuayb (a.s.) dedi ki: “Yâ Rabb bu adam günahlarının cezâlandırıldığının alâmetini soruyor?” Cenâb-ı Hakk şöyle buyurdu: “Ben günahları örterim, sırları ifşâ etmem. Ancak onun belâya uğradığına dâir şu alâmeti söyleyeyim: O kulluk vazîfesini yapıyor, namaz kılıyor, oruç tutuyor, zekât veriyor; fakat hiçbirinden mânevî bir lezzet almıyor. Şeklî olarak ibâdetleri iyi, ama rûhu ve mânâsı güzel değil. Cevizleri çok, ama içleri boş. İbâdetlerin meyve vermesi için gönülde mânevî bir zevk lâzım. Cansız sûret hayâlden başka bir şey değildir. İşte bu onun günahlarına verilen cezânın alâmetidir. Kul ibâdetlerinden ve yaptığı işlerden mânevî bir zevk almalı, heyecân duymalıdır. Eğer böyle bir heyecân duymuyorsa Hakk Teâlâ yaptıklarından hoşnut değil demektir. Yapılacak şey de tevbe ve istiğfârdır.”13

Evet, kulluk hazzı ve ibâdet lezzetinin kaybolması kalbin kararıp katılaşmasıyla yakın alâkalıdır. Nitekim Allah Rasûlü günah işleyen bir kulun kalbinden siyah bir lekenin meydana geleceğini, istiğfâr edince bu lekenin kaybolacağını, istiğfâr etmeden yeni bir günah işlenince kalbin simsiyah kesileceğini haber vermektedir.14 Kur’an’da da: “Hayır! Bilakis onların işlemekte oldukları kötülükler kalblerini kirletmiştir” buyrulmaktadır.15

Hakk’ın sonsuz ve sınırsız rahmeti kulun kalbinin kıpırdanışına ve tevbeye yönelişine bağlıdır. Rahmete mazhar olmak için kalbimizi yoklamak ve günah kirleriyle ağırlaştığını hissettikçe Rahmân ve Rahîm olan Allah’a istiğfâr ederek ilticâ ile rahmet terbiyesine sığınmak gerekmektedir. Rahmet sâhibi Allah murâd ederse gönüllere tevbe heyecânı vererek kalblere ibâdet lezzeti tattırır. Rahmetin cûş u hurûşa geçtiği üç aylar mevsiminde Müslümanlar, İslâm âlemi ve tüm insanlık için rahmet niyâz ederiz.

Dipnotlar: 1) ez-Zâriyat, 51/56. 2) Âl-i İmrân, 3/132; el-A’râf, 7/63. 3) el-Enâm, 6/155; el-A’râf, 7/63, 204. 4) en-Nûr, 24/56. 5) en-Neml, 27/46. 6) Yâsin, 36/45. 7) el-Hucurât, 49/10. 8) el-A’râf, 7/156. 9) Mesnevî, I, b. 2671-2675. 10) ez-Zümer, 39/53. 11) Mesnevî, I, b. 821; V, b. 134. 12)  Müslim, Birr, 15; krş: Buhârî, Îmân, 1. 13) Mesnevî, II, b. 3350-3383. 14) Tirmizî, Tefsîr, 83; İbn Mâce, Zühd, 29. 15) el-Mutaffifîn, 82/14.