Altınoluk Dergisi, 1991 – Ocak, Sayı: 059, Sayfa: 029
MÜMŞÂD DÎNEVERÎ -kuddise sirruh-
Adı, Sülemi’nin Tabakatu’s sufiyye’sine ve İbnu’l-Mulakkın’in Tabakatü’l-evliya’sına.
göre Mümşaz, diğer kaynaklara göre Mümşad. Irak Şeyhlerinin ulularından. Nisbesi ed-Dineveri. Yahya el-Cella’nın sohbetlerine katıldı. Cüneyd, Ruveym ve Nuri ile çağdaş ve arkadaş. 299/911 ‘de vefat etti.
Marifet-i ilahiyye ve fakr konusundaki fikirleri ilginçtir. Fakr’ı adeta marifet-i ilahiyye basamağı sayar marifetin sıdk ile Allah Teâlâ’ya ihtiyacını arzetmek ve fakr haline sıkıca sarılmak olduğunu söylerdi. Marifetin tefekkür ve derin düşünce mahsulü olduğunu bildiğinden üç şey üzerinde düşünüp kafa ve zihin yormayı öğütlerdi:
1. Kainattaki bunca girift olaylar nasıl idare ediliyor?
2. Mukadderat nasıl takdir olunmuştur?
3. Varlıklar nasıl yaratılmıştır?
O’nun ifadesine göre Allah Teâlâ, kulun gönlüne bir ayna vermişti. Arif, sırrında ne zaman o aynaya bakarsa, Allah Teâlâ hazretlerini görürdü.
TASAVVUF EDEBTEN İBARETTİR
Marifetin ve Hakk’a vuslatın yolu, ancak Hakk’ın ihsanıydı. Hakk’a yol uzaktı. Ama O senin elinden tutunca uzaklar yakın olur ve insan kolaylıkla vuslat bulurdu. Hakk ile beraber olmak ve bu beraberliğe sabretmek zordu, ama Allah sana ünsiyetiyle nusret ve yardımda bulununca, o seni dilediği makama kordu.
“Tasavvufun edebten ibaret olduğuna” inananlardan olduğu için müridin uyacağı edebleri şöyle sayardı:
1. Şeyhine hürmete
2. İhvana hizmete devam,
3. Dünyaya sarılmayı bırakmak.
4. Şeriat esasları üzere yaşamak.
MÜRŞİDE VARIRKEN
Şeyhlerin ve mürşidlerin yanına peşin fikirlerle dünyalık düşüncelerle girilmeyeceğini söylerdi. Derdi ki: “Ben huzurlarında alacağım feyz ve bereketin yüce olması için, hangi şeyhin yanına girsem, bana aid dünyalık ya da fikir ne varsa, bırakır; halî ve duru bir gönülle huzura girerdim. Çünkü şeyhin huzuruna kendinde bir varlık görerek, ya da şeyhi imtihan kastıyla girenler, bu feyz ve bereketten mahrum kalırdı. Ayrıca alimin huzurunda diline, halkın içinde fiiline, velilerin yanında gönlüne ve kalbine hakim ve sahip olan akıllı sayılırdı.
GAFLET
Her türlü fiil ve amelimizden haberdar olan Yüce Mevla’ya karşı ilgisiz, bilgisiz ve habersiz bir tavır içinde olmanın hiç de affedilir bir suç olmadığını şöyle anlatırdı: “Senin yaptığın iyi işlerden habersiz olmayan Zat’a taatten gafletin ne kötü. Seni hatırlamaktan uzak olmayan yüce kudretten gafil bulunmak ne çirkin!”
İnsandaki maddi hastalıklar gibi, manevi hastalıklarla, ruhi hasletlerin de geçici olduğunu, hallerin insandan insana sirayet ettiğini en veciz ifadelerle şöyle anlatırdı: “Salihlerle sohbet ve arkadaşlık, kişide salah hâli meydana getirir. Fesad ehli kimselerle görüşüp konuşmak insanda fesad tohumları eker.”
Sûfîler içinde, dikkat ve ilginin bir noktada toplanmasının (cem-i himmet), kişiyi başarıya götüreceğine inananlardandı. Çünkü himmet ve dikkat her şeyin başıydı. Dikkat ve ilgisi sağlam olanın, amelleri ve halleri de sağlam olurdu. İnsanların en iyi hallisi, nefsinde yaratıklara aid birşey görmeyen yalnızlık halinde sırrını koruyan, her işinde Allah’a güvenip O’na dayanandı. Himmeti, dikkat ve ilgisi Allah olanı, dünyevî güçler emri altına alamazdı, havatır ona hükmedemezdi.
Arifliğin şartının, Allah’a tam bağlılık olduğu inancındaydı. Bu yüzden derdi ki: “Bir kimse evvelkilerin ve sonrakilerin bilgi ve hikmetlerini toplasa, veli ve sadık kimselerin haline sahip olduğunu öne sürse gönlünü Allah’a tam bağlamadıkça “arifler kervanı”na katılamaz”. Gönlün başka şeylere meyli tevekküle tersti. Tevekkülsüzlük de arifin yolunu keserdi. Nitekim Tevekkülü: “Nefsinin ve kalbinin meylettiği herşeyden kesilmek” olarak tanımlardı.
Ruhların bulundukları makamlara göre müşahedeye ve keşfe mazhar olacağını şöyle anlatırdı: “Peygamberlerin ruhları, keşf ve müşahede halinde sıddıkların ruhları Allah’a yakınlık ve bazı ilahi sırlara muttali olma halindedir.”
DERVİŞLİK CİDDİ İŞTİR
Tasavvuf ve dervişliği, şaka ve eğlence değil, ciddiyet ve doğruluk olarak görürdü. Derdi ki: “Dervişlerin halinin ciddiyet olduğunu öğrendiğim günden beri hiçbir dervişle şaka yapmadım.” Onu bu kanaat ve tutuma sevkeden şu olaydı:
Birgün yanına gelen bir derviş kendisinden bulamaç istedi. O da:
– Hem dervişlik, hem bulamaç. İkisi bir arada nasıl barınıyor? dedi. Bunu duyan derviş isteğini tekrarlamadan onun yanından ayrıldı. Mümşad da bu sözüyle ona şaka yapmak istemişti. Bir gece rüyasında kendisine “o dervişe bulamaç göndermesi” söylendi. Araştırdı fakat bulamadı. En sonunda o dervişin: “Hem dervişlik, hem bulamaç” diye diye oradan ayrılıp sahralara düştüğünü ve orada öldüğünü öğrendi. Bu hadiseden sonra dervişlere şaka yollu da olsa, takılmaktan kesinlikle vaz geçti.
HALVET
Hakk’a varmanın yolunun halktan kaçarak bir süre halvet halinde yaşamakta olduğuna inananlardandı. Bu yüzden adamın biri, kendisinden dua talebedince: “Git Allah’ın mahallesine yerleş, o zaman benim duama ihtiyacın kalmaz” dedi. Adam:
– Allah’ın mahallesi neresi ki? diye sordu. O da:
– “Senin senlikten soyulduğun, Hakk ile kaim olduğunu anladığın yerdir” dedi. Çünkü:
Sen çekilince aradan
Kalır seni Yaradan,
denilmiştir.
Bu olay üzerine adamcağız, halkın arasından ayrılıp halveti ihtiyar etti ve aradığına erdi.
GERÇEK KULLUĞA ERMEYENLER
Gerçek kulluğa, tevhid ve marifet sırrına ermeyenlerin gönüllerinin çeşit çeşit putlarla dopdolu olduğunu söylerdi. İnsanların kimi nefsini, kimi evladını, kimi dünyalık malını, kimi hanımını, kimi itibar ve saygınlığını, kimi de namaz ve ibadetini kendine put yapmıştı. Bu putlardan kurtulmanın yolu kendini beğenme, ibadet ve fiillerine güvenme sıfatını terketmekti, kendini aciz ve günahkar görmekti.
Gönül huzurunun, dünya ehlinin dört elle sarıldığı fuzuli işlerden sıyrılmakta olduğunu vurgulardı. O’na göre tasavvuf şu üç şeydeydi: “Sırların safasına ve Yüce Allah’ın rızasına uygun hareket etmek, halk ile münasebette kendi tercihini terketmek.”
Bir başka ifadeye göre tasavvuf, fakirliği gizleyip istiğna halinde olmaktı. Halkın bilmediği manevi halleri gizlemek, işe yaramayan boş şeylerden el-etek çekmekti.
Allah’ın kula, ya rızık ve takat, ya da ölümü göndereceğini söylerdi. Eceli gelmeyenin rızık konusunda tasa çekmemesini, takati ölçüsünde ibadete devam etmesini öğütlerdi.
Gönlünü Hakk’a verip gönülsüz kalan bahtiyar gönül erlerindendi. “Ben gönlümü kaybedeli otuz sene oldu. Onu tekrar elde edeyim istedim ama, bulamadım. Sıddıkların da gönülsüz olduklarını görünce ferahladım.”derdi.
Hikmeti, sükut ve tefekkürde arardı. Hikmet ehli kişilerin hikmete, susmak ve tefekkür sayesinde erdiklerini anlatırdı.
-rahmetullahi aleyh-
Kaynaklar: Tabakatu’s-sufiyye, s. 316-318; Hılyetü’l-evliya, X, 353-354; Sıfatu’s-safve, IV, 78; Kuşeyri, l, 155, Tezkiretü’l-evliya (trc. S. Uludağ), s. 642-645; Nefahatü’l-üns (trc. Lamii Çelebi), s.144-146; Tabakatü’l-evliya, s. 288-289; Şarani, I, 87-88; el-Kevakibu’d-durriyye, I, 269-270.