Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

FUZÛLÎ’NİN SU KASÎDESİ’NDE SEVGİ

Fuzûlî’nin Su Kasîdesi’ni incelediğimiz bu tebliğimizde önce tasavvufî düşüncedeki aşk ve sevginin hangi zemine oturduğuna işâret etmek, ardından Su Kasîdesi’ndeki sevgiyi anlatmak gerekmektedir. Bu yüzden  biz de tebliğimizi üç bölüm hâlinde sunacağız:
1- Tasavvufî düşüncede sevgi ve aşk,
2- Su Kasîdesi’nde sevgi ve aşk,
3- Su Kasîdesi metni, okunuşu ve bugünkü dille söylenişi.

 

Fuzûlî’nin Su Kasîdesi’ni incelediğimiz bu tebliğimizde önce tasavvufî düşüncedeki aşk ve sevginin hangi zemine oturduğuna işâret etmek, ardından Su Kasîdesi’ndeki sevgiyi anlatmak gerekmektedir. Bu yüzden  biz de tebliğimizi üç bölüm hâlinde sunacağız:
1- Tasavvufî düşüncede sevgi ve aşk,
2- Su Kasîdesi’nde sevgi ve aşk,
3- Su Kasîdesi metni, okunuşu ve bugünkü dille söylenişi.

I- TASAVVUFÎ DÜŞÜNCEDE SEVGİ ve AŞK
Tasavvufî telâkkîde varlığın temeli sevgi ve aşk olduğu gibi devamı da sevgi ve aşktır. Tasavvuf muhîtlerinde: “Ben gizli bir hazineydim. Mârifetime muhabbet ettim; yâni bilinmeyi istedim ve halk âlemini yarattım”  meâlinde rivâyet edilen kudsî hadîs, varoluşu sevgiye dayandırmaktadır. Celâl ve cemâl sıfatlarının sâhibi Allah, cemâlini ızhâr için güzellerin aynada güzelliğini seyretmesi gibi kendine ayna olmak ve cemâlini ızhâr etmek üzere varlık âlemini yaratmıştır. Dolayısıyla varlığın ilk mayası aşk ve sevgi olarak kabûl edilir.
Tasavvufî muhîtlerde biri mârifet, öbürü muhabbet olmak üzere iki önemli yol vardır. İbn Arabî (ö.638/1240) ve Konevî (ö.673/1274) gibi mutasavvıflar mârifet düşüncesinin önemli temsîlcileri sayılırken İbn Fârid (ö.632/1235), Mevlânâ (ö.672/1273), Yûnus Emre (ö.720/1321) ve Fuzûlî (ö.963/1556) gibi sûfî şâirler de muhabbet ve aşk ekolünün önderleri kabûl edilir. Her ikisinin de hedefi tevhîdi duygu boyutuyla yaşamak, varlıkta birliği hissetmek ve fânî varlığı gerçek varlık önünde kurban etmektir.
Tasavvufî düşüncenin en önemli konularından birisi hiç şüphesiz muhabbet ve aşktır. Aşkın bir hakîkî, bir de mecâzi olanı vardır. Aslolan ilâhî ve hakîkî aşka ermek, fânî varlığın ve tenin tutsaklığından kurtulmak, canın özlediği gerçek varlığa vuslattır. Ancak hakîkî aşka ermede mecâzî kabûl edilen beşerî aşkın da önemli bir katkısı vardır. İnsanlar mecâzî aşk sâyesinde hakîkî aşkı tanıma ve ona doğru kanat açıp yol alma imkânı elde ederler. Bu yüzden sûfî şâirler şiirlerinde genellikle mecâzî aşk ile hakîkî aşkı ustalıkla birlikte kullanmayı başarmışlardır. Sûfî şâirlerin kullandığı mecâz ve metaforlar ile mazmun ve motifler, dîvân şiirini tanıyan insanlara şiirde anlatılanların hem mecâzî aşka, hem de hakîkî aşka yönelik boyutları hakkında fikir vermektedir.
Bu âlemde gerçek varlık ve gerçek mâbud Allah olduğu gibi, gerçek sevgiye lâyık olan da sâdece O’dur. Nitekim Hz. Mevlânâ Mesnevî otuzuncu beyitte der ki:
جمله معشوق است و عاشق پرده ای
زنده معشوق است و عاشق مُرده ای

Cümle mâşûk’est vu âşık perdeî
Zinde mâşûk’est vu âşık mürdeî
Her şey Mâşuk’tan ibârettir; âşık ise perde, diri olan sâdece Sevgili’dir; âşık ise ölü.
Bu âlemde fâil-i mutlak; her türlü kuvvet, kudret ve varlığın kaynağı, gerçek sevgili olan sevgililer sevgilisi Allah Teâlâ’dır. O’nun dışındakilerin varlığı vehm ve gölgeden ibârettir. Allâh’ın bu âlemdeki zuhûr ve tecellîsi o kadar yüksektir ki, bu zuhûrun şiddetinden insanlar çoğu zaman bunun farkında olmazlar. Nitekim Azîz Mahmûd Hüdâyî der ki:
Zuhûru perde olmuştur zuhûra
Gözü olan delîl ister mi nûra
Şol kadar hayrette olsun cân-ı dîl
Kande bakarsam Efendim sanayım.
Nasıl güneşin ziyâsına çıplak gözle bakmak da, onu inkâr etmek de mümkün değilse; aynı şekilde bu âlemde Allah Teâlâ’yı beşerî gözle görmek de, O’nun varlığını, âsârını, tecellîlerini görmemek de mümkün değildir.
Aslolan İlâhî sevgi ya da hakîkî aşk olmakla beraber insanın diğer varlıklara Hakk’ın sevgisini aşmamak şartıyla sevgi beslemesine engel yoktur. Nitekim tasavvufî seyr u sülûkün nihâî hedefi aşk ve cezbedir. Bunun anlamı şudur: Tasavvuftaki seyr u sülûk, nihâyette cezbeye erişmek ve aşkı yakalamak için yapılır. Hattâ tasavvufî irşâdın temel şartlarından birisi mürşidin sülûk görmüş ve cezbeye ermiş olmasıdır. Bunlardan birinin eksik olması kemâl yolunda engel olarak görülür. Dolayısıyla tasavvufta gerek ibâdet ve tâat ağırlıklı rûhânî eğitimde, gerekse riyâzat ve mücâhede ağırlıklı nefsânî eğitimde nihâî olarak aşka ermek hedeflenir.
Aşk ve sevgi hem kâinâttaki genel düzenin ve akışın, hem de insanın kendi içindeki iç barışın sağlanmasında çok önemli bir etkendir. Canlı ve cansız varlıkları birbirine bağlayan yine onların içindeki aşkın tezâhürü diyebileceğimiz cezbedir. Bu cezbe sâyesinde canlı varlıklar arasında erkekten dişiye, dişiden erkeğe doğru bir akış olduğu gibi, gökteki buluttan evrendeki elektriğe kadar artı ve eksi kutuplar arasında bir inzicab kanunu işlemektedir.
Aşk ve sevgi, irfân ehli kişilerce kâinâtın varlık sebebi olarak görüldüğü gibi kadına muhabbet de Allah’a muhabbetin eseri olarak görülür. Çünkü ârifler kadında Hakk’ın ışığını görür.  Nitekim Kur’an’da da: “Biz her şeyi bir nefsten yarattık. Eşini de ondan yarattık”  buyrulur. Bu yüzden tasavvufta aşk denilince genelde ilâhî aşk anlaşılmakla birlikte mecâzî aşk da makbûl sayılmıştır. Mecâzî aşk nezih bir duyguyla karşı cinse olan sevgidir. Nitekim İbn Arabî’nin Fusûs’unda yer alan sûfiyâne bir beyit mecâzî aşkı çok güzel özetlemektedir:
صح عند الناس أني عا شق
غير أن لم يعر فوا عشقي لمن
Halk nezdinde benim âşıklığım sıhhat buldu,
Ancak kimse bilmedi, benim aşkım kime oldu?
Sultânu’l-âşıkîn unvânının sâhibi İbn Fârid, bütün ârifler gibi mutlak cemâli mukayyed cemâlde görmekte ve âlemdeki her güzelliği Hakk’ın cemâliyle îzâh ederek şöyle demektedir:
فكل مليح حسنه من جمالها
معار له أو حسن كل مليحة
Her güzel kadın ve her yakışıklı erkeğin güzelliği
O’nun güzelliğinden ödünç alınmadır.
Bu anlayış tevhîdin tezâhürüdür. Her şeyin sâhibi ve her fiilin fâili olarak Allah’ı gören insan sonuçta kendi varlığından geçerek Hakk ile kâim olduğu gerçeğini yakalar, bu duyguya eren de benlikten kurtulur, fizîkî güzelliği de, maddî varlığı da kendinde emânet görerek bunlarla övünmek yerine Hakk’a şükretmenin yolunu arar. Âriyet güzellik ve fânî zenginliklerle övünen insan, elbette bunları aşanla bir olmaz.
Allah Rasûlü (s.a.)’nün: “Bana dünyânızdan üç şey sevdirildi: Kadınlar, güzel koku ve gözümün nûru namaz”  hadîsinin yorumunda İbn Arabî der ki: Hadîste Hz. Peygamber (s.a.)’in kendisine sevdirilenlerden ilk olarak kadınları zikretmesi, kadının erkeğin bir parçası olmasıyla alâkalıdır. İnsan, Hakk’ın zuhûrunun bir parçası olduğu gibi kadın da erkeğin zuhûrunun parçası olduğundan bu sevgi küllün cüz’e iştiyâkıdır. Kadın erkeğin sûreti üzere zâhir olduğundan erkek kadına müştak oldu. Erkeğin kadına olan iştiyâkı bir şeyin kendine iştiyâkı gibidir. Allah âdetâ erkekte kadının kendisinden çıkartıldığı boşluğu kadına arzu ile doldurmuştur.
Kadının erkeğe iştiyâkı ise bir şeyin kendi yurduna düşkünlüğü gibidir. Çünkü erkek yaratılışı îtibâriyle kadının yurdu mesâbesindedir. Bu îzâha göre erkeğe kadın sevdirildi. Allah da kendi sûreti üzere yarattığı Âdem’e muhabbet gösterdi ve nûrdan yarattığı meleklere ona secde etmelerini emretti.
Allah Rasûlü’nün “bana dünyânızdan üç şey sevdirildi” ifâdesi bir bakıma şükürle tabiî hazların birleştirilmesi sonucu oluşan ibâdet ortamından haber vermektedir. Erkekle kadın arasındaki muhabbet münâsebeti, yaratılış sırasında başlamıştır. Erkek hem kendi parçası olan kadını, hem de kendini yaratan Rabb’ını sever. Bu yüzden de Peygamberimiz (s.a.) hadîsinde: “Ben kadınları sevdim” değil, “Bana kadınlar sevdirildi” buyurmuştur. Böylece sevgisini Allah’a nisbet etmiştir.”
Tasavvufî telakkîye göre kadınlar, gerek yaratılış sırasında ve gerekse daha sonra Hz. Peygamber’in dilinden muhabbet ve aşka mazhar olduğundan büyük bir mazhariyete ermiş sayılırlar. Erkeğin kadına meclûbiyeti, kadının mazhar-ı aşk ve muhabbet oluşundandır. Aşk evvelâ kadında zuhûr etmiştir. Hz. Âdem, aşk ve muhabbetin zuhûrunu Havvâ’da görmüş ve onu sevmiştir.
Âriflerdeki kadın sevgisi nebevî bir mîrastır. Hz. Peygamber’den kalmıştır. Bu muhabbet sırr-ı ilâhîye işârettir. Kadına verilen değer, hayâtın ve neslin devamı için kadının yaratıcı kudretten vasıf ve tecellîler taşıması sebebiyle ilâhî mukadderâtın temeli olmasıdır.  Nitekim dilimizdeki: “Yuvayı dişi kuş kurar” atasözü bu gerçeği dile getirmektedir.
Tasavvufî açıdan sevgilisinin hakîkatine ve nurlarının âşinâlığına mârifet sebebiyle kadına/eşine muhabbet eyleyen kimse, Allah’a muhabbet etmiş olur. Bu sınırlar içinde kadına duyulan muhabbet, ilâhî bir muhabbet sayılır. Çünkü aşk rûhun rûha olan iştiyâkıdır. Nefsin tene duyduğu özlem ise şehvettir. Tene bağlı şehvete muhabbet, ruhsuz bir beden gibidir.

II- SU KASÎDESİ’NDE SEVGİ ve AŞK
Yûnus Emre’den Fuzûlî’ye mutasavvıf şâirlerimiz, insandaki temel sevme içgüdüsünü önce halk sevgisinden Hakk sevgisine döndürmeye çalışmakta, ardından da Hakk sevgisine bağlı bir halk sevgisini hayât felsefesi hâline getirmeyi amaçlamaktadırlar.
Âlemin letâfetten kesâfete doğru tenezzül ile varoluş ve zuhûru nasıl bir devr nazariyesiyle açıklanıyor ve varoluş Allah’tan; O’na âid latîf âlemden kesîf âleme doğru inerek meydana geliyor ve tekrar O’na dönerek bir devri tamamlıyorsa tasavvufî düşüncede sevgi de aynı şekilde Allah’tan başlayıp yine O’na dönmektedir. Sevginin başı da sonu da Allah’tır. Nitekim Kur’an’daki: “Allah onları, onlar da Allah’ı severler”  âyet-i kerîmesi bu gerçeğe işâret etmektedir.
Nasıl ki rahmet-i lâhiyye Rahmân ve Rahîm isimlerinin mazharı olarak Hakk’tan halka doğru nüzûl ederek bütün varlık âlemini kuşatıyor ve onların varlık libâsına bürünmesine, hayâtiyetinin devamına vesîle oluyorsa, aynı şekilde muhabbet ve sevgi de Hakk’tan zuhûr ile halka inmekte ve halkın birbirleriyle olan münâsebetlerine zamin hazırlamaktadır.
Fuzûlî’nin Su Kasîdesi’nde sevgiyi anlattığı su metaforu aynı devr nazariyesini hatırlatmaktadır. Çünkü su, rahmet suyu olarak önce göklerden yağmur yüklü bulutlardan, Hakk katından âleme inmekte ve bu âlemde halkın ihtiyaçlarına derman ile hayâtlarının devamına vesîle olduktan sonra tekrar yukarıya buharlaşarak semâya urûc ile Hakk’ın katına doğru yükselmektedir.
Su Kasîdesi’nin bütününde ilâhî rahmetin eseri olarak yere inmiş suyun etkisiyle şehâdet âlemindeki mecâzî sevgiden hakîkî aşka doğru bir yükselişi gözlemlemek mümkündür. Nitekim Su Kasîdesi’nin ilk on beytinde okuyanların mecâzî aşkı çağrıştıracak duygulara kapılması da mümkündür. Ancak on birinci beyitten sonra sevginin rotası yavaş yavaş Hz. Rasûl’ün ravzâsına doğru yönelerek onunla buluşmakta, oradan yükselerek Hakk katına doğru urûc eden bir anlayış okunmaktadır.
Su Kasîdesi’nin son beyitlerine doğru Fuzûlî ölüm ve ötesine doğru haşr âlemini hatırlamakta ve Hakk’ın huzûrunda hesap sırasında Allah Rasûlü’nün şefâati ile ilâhî rahmete ve nihâyetsiz vuslata ermenin hasret ve hicrânını yaşamaktadır. Dolayısıyla Su Kasîdesi’nde aşkın mecâzîsi ile başlayan, nebevîsi ile gelişen, ilâhî ve hakîkî olanı ile noktalanan bir zenginlik görülmektedir.
Hayâtın devamı da böyle bir aşk ve sevgi sâyesinde anlamlıdır. Bu yüzden sûfîler genelde hayâtın merkezine sevgiyi ve aşkı koymuşlardır. Çünkü aşk, insanın kendi elektriğini kendisi üreten dinamo mesâbesindedir. İnsanı varlığın sâhibine doğru bir pervâne gibi uçuran ve O’na kulluğa koşturan aşktır, sevgidir. Herkesin bu âlemde kendince sevdiği bir yâri vardır. Önemli olan bu yâr/sevgili motifini insanların hayâtlarını düzenleyeceği bir konuma yükseltmektir. Edebiyâtımızda yâr kelimesiyle eş anlamlı olarak “ma’şuk, habîb, mahbûb, dildâr, cânan, nigâr, leylâ, dilber, meh, mehlika, gül-i zâr, şeh, pâdişah, şeh-i hûbân, şehinşâh, dost, sultân, efendi” vb. kelimeler kullanılmaktadır.
Bilindiği gibi mecâzî aşkın insanı ilâhî aşka hazırlayıcı bir özelliği vardır. Nitekim Mehmet Gâlib Bey bunu şöyle ifâde eder:
Aşk dursun ko mecâz ise de sînende senin
Âb-ı engür hum içinde durarak bâde olur
Genel kabûle göre aşkın kısm-ı âzamı rûhânîdir. Cüzî bir kısmı cismânîdir. Çünkü aşk rûhun rûha meylidir. Tenin tene meyli ise şehvettir. Nitekim cismi gâyet kuvvetli ve şehvetleri gâlip olan bazı insanların aşkı az olur; bilakis cismi zayıf ve nahif olanların ise aşk şûleleri o kadar büyük ve güçlüdür ki yanar ve yakarlar. Böyleleri güzel bir sûret görünce düşünerek aşk şiddetiyle ya hüzünlenir ya da neşelenirler.
Aşk hangi türden olursa olsun rûhâniyet ve ulviyete delâlet eder. İnsanda ilâhî aşk arttıkça feyiz artar. Kalb ve akıl şüphelerden kurtulur. Her şeyin hâlıkına duyulan ilâhî aşk en yüksek aşktır. Nasıl çocuk yaştaki biri yirmi, otuz yaşındaki gencin aşkını anlayamazsa mecâzî aşk sâhipleri de ilâhî aşkı tam olarak anlayamazlar. Ancak bununla birlikte mecâzî aşk da faydalıdır. Mehmet Gâlib Bey bunu şöyle ifâde eder:
Aşk dursun ko mecâz ise de sînende senin
Âb-ı engür hum içinde durarak bâde olur
Genel kabûle göre aşkın kısm-ı âzamı rûhânîdir. Cüzî bir kısmı cismânîdir. Çünkü aşk rûhun rûha meylidir. Tenin tene meyli ise şehvettir. Nitekim cismi gâyet kuvvetli ve şehvetleri gâlip olan bazı insanların aşkı az olur; bilakis cismi zayıf ve nahif olanların ise aşk şûleleri o kadar büyük ve güçlüdür ki yanar ve yakarlar. Böyleleri güzel bir sûret görünce düşünerek aşk şiddetiyle ya hüzünlenir ya da neşelenirler.
Fuzûlî’nin Su Kasîdesi’nde genelde anlatılan ve kendisine seslenilen Hz. Peygamber’dir. Su redifiyle Fuzûlî, Hz. Peygamber’i remzetmektedir. Çünkü Hz. Peygamber, âyet-i kerîmede âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir.  Türkçe’de de en yaygın anlamıyla su, rahmet kelimesiyle anlatılır. Bir başka ifâdeyle rahmet deyince su anlaşılır. Çöl iklîminde suya susamış gönüllerin harâretiyle Allah Rasûlü’ne duyulan özlem Su Kasîdesi’nde en yüksek seviyede ifâdesini bulmuştur.
Fuzûlî’nin Su Kasîdesi dediği bu kasîdenin adı bile insana kendi varoluşunun ana unsurlarını hatırlatmaktadır. Çünkü bilindiği gibi su, anâsır-ı erbaadan biridir. Toprak, su, hava ve ateşten oluşan bu unsurların içinde suyun önemli bir yeri vardır. Çünkü su, aynı zamanda Allah’ın Hayy isminin mazharıdır ve Kur’an’da Allah Teâlâ: “Biz her şeye sudan can verdik”  buyurmaktadır.
Suyun anâsır-ı erbaadan oluşu, hayât ve canlılığın sembolü sayılışı edebiyatımızda âb-ı hayât/bengisu diye bilinen ve can veren bir su motifinin oluşumuna vesîle olmuştur. Fuzûlî’nin Su Kasîdesi’nde su motifiyle anlattığı sevgi ve aşkın insan hayâtındaki yeri su kadar önemlidir. Nasıl su olmadan insan hayâtı devam edemiyorsa aşk olmadan da gönül hayâtının canlılığı düşünülemez.
Toprak ve su, aynı zamanda fânîliğin de sembolüdür. İnsanın bedeni toprak ve sudan ibârettir. Aslı balçık olan insan bedeninin içinde toprak ve su vardır. Ölümle birlikte toprağa kurban verilecek olan fânî vücûdumuz bu dünyâda rûhun bir biniti mesâbesindedir.
Suyun formülü H2O’dur; yâni suda iki hidrojen bir oksijen vardır. Bunlardan biri yanıcı, öbürü yakıcıdır. İkisi birleşince su olur. Suda hayât vardır. Suyun ayrışmasıyla meydana gelen oksijen ve hidrojendeki yakıcı özellik ise insanın aşk ile yanıp kavrulmasına ve karşısındakini de yakabilme etkisine işâret olarak görülebilir. Fuzûlî, suyun muhtevâsındaki oksijen ve hidrojenin varlığından haberdâr mıdır bilinmez ama, ilk beyitinde âdetâ suyun bu özelliğine işâret eder gibi gözden çıkan gözyaşı şeklindeki suyun ateş üzerinde yanıcı etki yapacağına vurgu yapmakta ve suyun bu ateşi söndürmek yerine güçlendireceğine işâret etmektedir.
Tasavvuf literatüründe erkekle kadının durumu su ile ateşe benzetilmiştir. Zâhir gözüyle bakılınca su, ateşten güçlüdür. Çünkü su, ateşi söndürür. Ama araya bir perde konursa o zaman ateşin gücü ortaya çıkar. Meselâ bir testi ve çömleğe konulan suyu, ateş fokur fokur kaynatır.  Su Kasîdesi’nin ilk mısraındaki ateş ve su benzetmesinde bu tasavvufî düşünce akla gelmektedir.
Su alçak yerlere doğru akışıyla tevâzuun sembolüdür. Su, dikbaşlılık etmeden aşağıda olan her varlığa doğru akıp gitmesiyle herkese rahmet unsuru olmakta ve nîmet sunmaktadır. Suyun sembolize ettiği Allah Rasûlü de Allah’ın sevgilisi olmasına rağmen tevâzuundan herkesle oturup kalkan ve her insana değer veren bir özelliğe sâhipti.
Su Kasîdesi’nde sevenin sevdiğinin her şeyini sevdiğine, cevr u cefâsına rızâ ile katlandığına işâret vardır. Nitekim kılıç gibi keskin bakışlarının zevkinden gönlüm parça parça olsa şaşılmaz. Su da akıp giderken duvarlarda yarıklar bırakır meâlindeki beytinde sevgilinin cevr u cefâsına katlanmanın onun kılıç misâli keskin bakışlarıyla açacağı yaranın bile kendisini endişelendirmeyeceğini anlatmaktadır. Çünkü sevgi bedel ister. Bedeli ödenmemiş bir sevgi ham sevgidir. Gerçek sevgi seveni pişirip yakan sevgidir. Şâir şiirinde bunu anlatmaktadır. Özellikle kıyâmet gününde Allah Rasûlü’nün keskin bakışlarına ve lütufkâr nazarlarına mazhar olmak seven bir mümin için ne büyük mazhariyettir. Suyun aktığı yerlerde arklar oluşturması ile sevgilinin nazarıyla sadırda yaralar açılması birbirine eşittir. Bu durum sevene cefâ değil safâ verir.
Fuzûlî’nin Su Kasîdesi’nde muhâtabının Hz. Peygamber olduğu şu beyitlerde açıkça vurgulanmaktadır:
Ravza-i kûyına her dem durmayup eyler güzâr
Âşık olmuş gâlibâ ol serv-i hoş-reftâre su

Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âlem
İktidâ kılmış tarîk-i Ahmed-i Muhtâra su

Yâ Habîballah yâ Hayr’el-beşer müştâkunam
Eyle kim leb-teşneler yanub diler hem-vâre su
Bu iki beyitte doğrudan doğruya Hz. Peygamber’in adı geçtiği için muhâtabın o olduğu bellidir. Ancak başlangıç beyitlerinde Fuzûlî’nin söylediklerinden sevgilisine hitâb ettiği anlamı da çıkarılabilir. Dîvân şiirinin güzelliği de buradadır. Şâir sevgili motifiyle hem sevgilisini, hem mürşidini, hem Hz. Peygamber’i, hem de Allah’ı kasdedebilmektedir. Aslında bütün sevgiler Allah sevgisine götüren köprü mesâbesindedir. O’nu seven de O’nun yaratıklarını sever. Âhiret kaygısı taşıyan bir mümin için Hz. Peygamber’in şefâatine mazhar olmak Allah’ın rızâsına erişmek demektir. Nitekim son mısrâda bu anlamlar görülmektedir:
Umduğum oldur ki rûz-i haşr mahrûm olmayam
Çeşme-i vaslun vere men teşne-i dîdâre su.
Su Kasîdesi sevginin gücünü, insana verdiği enerjiyi anlattığı gibi bu sevginin her türlü bedeli ödemede de insana kolaylık sağlayacağını göstermektedir. Bizim genel kabûldeki sevgi ve aşk anlayışımızda bu temel öğe çok önemlidir. Yâni sevginin bedel istediği, bedel ödemeden hak edilemeyeceğidir. Bugün insanlar hep sevmekten ve sevilme arzusundan bahsetmekte, ancak hiçbir kimse sevginin bedelini ödemeye yanaşmamaktadır. İnsanlar istiyor ki sevilelim, ama biz sevmesek de olur. Ya da bizim sevgimizi göstermek için fedâkârlık ve özveriye ne ihtiyaç var. Oysa işin aslı öyle değildir. Nasıl evlâdını seven bir annenin sevgisinin en bâriz tezâhürü onun için ihtiyâr ettiği ferâgat ve fedâkârlıksa ferdî ve içtimâî hayâtımızda da sevginin var olması bizim vermemize bağlıdır. Netîce îtibâriyle sevmek vermektir. Seven verir, veren sever. Böyle bir anlayış sevgiyi besler.

III- SU KASÎDESİ METNİ, OKUNUŞU ve BUGÜNKÜ DİLLE SÖYLENİŞİ

صاچمه اى كوز اشكدن كوكلمده كى اودلاره صو1-
كيم بو دكلو دوتشان اودلاره قيلمز چاره صو

Saçma ey göz eşkten gönlümdeki odlâre su
Kim bu denlü dutuşan odlâra kılmaz çâre su

Ey göz! Gönlümdeki ateşlere gözyaşından su saçma
Çünkü alev alev yanan ateşi bu kadarcık su söndüremez.

آبگوندر كنبد دوار رنگى بلمزم2-
يا محيط اولمش كوزمدن كنبد دواره صو

Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Yâ muhit olmuş gözümden günbed-i devvâra su

Bilmiyorum, şu dönen gök kubbe su renginde midir?
Yoksa gözümden akan yaşlar mı bu dönen kubbeyi kaplamıştır.

ذوق تيغكدن عجب يوق اولسه كوكلم چاك چاك3-
كيم مرور ايله براقور رخنه لر ديواره صو

Zevk-ı tîğunden aceb yok olsa gönlüm çâk çâk
Kim mürûr ile bırakur rahneler dîvâra su

Kılıç gibi keskin bakışlarının zevkinden gönlüm parça parça olsa şaşılır mı?
Su da akıp giderken duvarlarda yarıklar bırakır.

وهم ايلن سويلر دل مجروح پيكانك سوزن4-
احتياط ايله ايچر هر كيمده اولسه ياره صو

Vehm ilen söyler dil-i necrûh peykânın sözün
İhtiyât ile içer her kimde olsa yâre su

Yaralı gönül senin ok ucunu andıran kirpiklerinin adını korkarak söyler.
Nitekim hasta olan da suyu korkarak, sakınarak azar azar içer.

صويه ويرسون باغبان گلزارى زحمت چكمسون5-
بر كل آچيلمز يوزك تك ويرسه ميك گلزاره صو

Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su

Bahçıvan boşuna yorulmasın; gül bahçesini sele versin, mahvetsin.
Çünkü bin gül bahçesini sulasa, senin yüzün gibi bir gül yetiştiremez.

اوخشده بيلمز غبارينى محرر خطكه6-
خامه تك باقمقدن اينسه كوزلرينه قاره صو

Ohşada-bilmez gubârını muharrir hattına
Hâme tek bakmaktan inse gözlerine kara su

Hattat gubar yazısını senin yüzündeki tüylere benzetemez
Beyaz kâğıda bakmaktan gözlerine kalem gibi kara su inse de.

عارضك ياديله نمناك اولسه مژگانم نوله7-
ضايع اولمز كل تمناسيله ويرمك خاره صو

Ârızun yâdiyle nem-nâk olsa müjgânım nola
Zâyi olmaz gül temannâsiyle virmek hâre su

Güle benzeyen yanağını hatırlayınca kirpiklerim ıslansa n’olur?
Çünkü gül elde etmek için dikene su verilirse boşa gitmez.

غم كونى ايتمه دل بيماردن تيغك دريغ8-
خيردر ويرمك قرانلق كيجه ده بيماره صو

Gam güni etme dil-i bîmârdan tîğun dirîğ
Hayrdur virmek karanluk gicede bîmâra su

Gamlı günümde hasta gönlümden kılıç gibi keskin bakışlarını esirgeme
Karanlık gecede hastaya su vermek hayırlı bir iştir.

ايسته پيكانك كوكل هجرنده شوقم ساكن ايت9-
صوسزم بر كز بو صحراده منمچون آره صو

İste peykânın gönül hicrinde şevkum sâkin it
Susuzam bir kez bu sahrâda menüm’çün âra su

Ey gönül, sevgilinin yokluğunda ok gibi kirpiklerini isteyerek hasretini dindir
Susuzum, bu aşk çölünde bir kez de benim için su ara.

من لبك مشتاقيم زُهاد كوثر طالبى10-
نيتكيم مَسـته مىْ ايچمك خوش كلور هشياره صو

Men lebün müştâkıyam zühhâd kevser tâlibi
Nitekim meste mey içmek hoş gelir huş-yâre su

Ben sevgilinin dudağına susamışım, sofular ise kevser isterler.
Tıpkı sarhoşa şarap içmek, ayık olana da su içmek iyi geldiği gibi.

روضهء كوينه هر دم دورميوب ايلر گذار11-
عاشق اولمش غالبا اول سرو خوش رفتاره صو

Ravza-i kûyine her dem durmayup eyler güzâr
Âşık olmuş gâlibâ ol serv-i hoş-reftâre su

Her an durmadan onun cennet bahçelerinde dolaştığına göre,
Galiba su, salınan selvi boylu o güzele âşık olmuş.

صو يولن اول كويدن طپراق آلوب دوتسم كرك12-
چون رقيبمدردخى اول كويه قويمن واره صو

Su yolın ol kûydan toprağ olup dutsam gerek
Çün rakîbimdir dahi ol kûya koymam vâra su

Sevgilinin bulunduğu yere gitmesin diye toprak olup suyun yolunu tutmalıyım.
Çünkü su benim rakibimdir, oraya gitmesine göz yumamam.

دست بوسى آرزوسيله اولورسم دوستلر13-
كوزه ايلك طپراغم صونك آنكله ياره صو

Dest-bûsu arzûsiyle ölürsem dôstlar
Kûze eylen toprağum sunun anunla yâre su

Dostlar! Eğer sevgilinin elini öpme arzûsuyla ölürsem,
Benim toprağımdan testi yapıp onunla sevgiliye su verin.

سرو سركشلك قلور قمرى نيازندن مگر14-
دامنن دوته آياغنه دوشه يالواره صو

Serv ser-keşlük kılur kumrî niyâzından meğer
Dâmenin duta ayağına düşe yalvâra su

Servi, kumrunun yalvarışına aldırmıyor, dik başlılık ediyor.
Eğer su eteğine sarılır ve yalvarırsa, belki onu vazgeçirebilir.

ايچمك ايستر بلبلك قانن مگر بر رنكيله15-
كل بوداغينك مزاجنه كيره قورتاره صو

İçmek ister bülbülün kanın meğer bir rengile
Gül budağının mizâcına gire kurtâra su

Gülün dikenli dalı, bülbülün kanını içmek ister.
Su, gül dalının damarına girerse belki bülbülü kurtarabilir.

طينت پاكينى روشن قيلمش اهل عالمه16-
اقتدا قيلمش طريق احمد مختاره صو

Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme
İktidâ kılmış tarîk-i Ahmed-i Muhtâra su

Temiz yaratılışını bütün dünyaya apaçık göstermiştir;
Su, Hz. Muhammed’in gösterdiği yola uymakla.

سيد نوع بشر درياى در اصطفا17-
كيم سپوپدر معجزاتى آتش اشراره صو

Seyyid-i nev-i beşer deryâ-yi dürr-i ıstıfâ
Kim sepübdür mu’cizâtı âteş-i eşrâre su

Hz. Muhammed insan cinsinin efendisi, seçkin incilerin çıktığı denizdir.
Onun mucizeleri, kötülerin ateşine su serpip söndürmüştür.

قيلمغيچون تازه گلزارِ نبوت رونقن18-
معجزندن ايلمش اظهار سنگ خاره صو

Kılmağ içün tâze gül-zâr-ı nübüvvet revnakın
Mu’cizinden eylemiş izhar seng-i hâre su

Peygamberlik bahçesinin parlaklığını tazelemek için
Hz. Muhammed’in mucizesiyle sert taştan su çıkmıştır.

معجزى بر بحر بى پايان ايمش عالمده كيم19-
يتمش آندن ميك ميك آتش خانهُ كفاره صو

Mu’cizi bir bahr-i bî-pâyân imiş âlemde kim
Yetmiş andan min min âteş-hâne-i küffâre su

Onun mucizeleri âlemde ucu bucağı olmayan engin bir denizdir.
Bu denizden su basıp kâfirlerin binlerce tapınağının ateşini söndürmüştür.

حيرت ايلن برمغن ديشلر كيم ايتسه استماع20-
برمغندن ويرديكى شدت کونى انصاره صو

Hayret ilen barmağın dişler kim itse istimâ’
Barmağından virdüği şiddet güni Ensâr’a su

İşiten herkes şaşkınlıktan parmağını ısırır.
En yakıcı günde Ensarına parmağından su akıttığını

دوستى گر زهرِ مار ايجسه اولور آبِ حيات21-
خصمى صو ايچسه دونر البته زهرِ ماره صو

Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât
Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâre su

Onun dostu yılan zehiri içse âb-ı hayat olur.
Düşmanı ise su içse yılan zehrine döner.

ايلمش هر قطره دن ميك بحر رحمت موجْ خِيزْ22-
ال صونوب اورْغج وضو ايچون گلِ رخساره صو

Eylemiş her katrede min bahr-ı rahmet mevc-hîz
El sunup urgaç vuzû’ içün gül-i ruhsâre su

Her damlasından binlerce merhamet denizi dalgalanmıştır;
Hz. Peygamber abdest alırken avucundaki suyu gül yanağına vurunca.

خاكپاينه يتـَم دير عمرلردر مـتـّـصل23-
باشنى طاشدن طاشه اوروب گزر آواره صو

Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdür muttasıl
Başını daşdan daşa urub gezer âvâre su

Hz. Peygamberin ayağının toprağına erişeyim diye ömür boyu
Su, başını taştan taşa vurarak başıboş gezer durur.

ذره ذره خاكِ درگاهينه اِستر صاله نور24-
دونمز اول درگاهدن كر اولسه پاره پاره صو

Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr
Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su

Su, zerre zerre Peygamberin eşiğinin toprağını nurlandırmak ister.
Parça parça olsa bile o eşiğe varmak isteğinden geri dönmez.

ذكر نعتـُن وردنى درمان بيلور اهل خطا25-
ايله كيم دفع خـُمار ايچون ايچر ميخواره صه

Zikr-i na’tün virdini dermân bilür ehl-i hatâ
Eyle kim def’i humâr içün içer mey-hâre su

Günahkârlar naatini vird edinmeyi dertlerine der-man bilirler.
Nitekim sarhoşlar da baş ağrılarını gidermek için su içerler.

يا حبيب الله يا خير البشر مشتاقـُكـَمْ26-
ايله كيم لبْ تشنه لر يانوب ديلر همواره صو

Yâ Habîballah yâ Hayr’el-beşer müştâkunam
Eyle kim leb-teşneler yanub diler hem-vâre su

Ey Allah’ın sevgilisi, ey insanlığın hayırlısı! Ben seni özlemişim,
Dudağı susamışlar yanıp nasıl durmadan su isterlerse, ben de seni istiyorum.

سنسكْ اول بحرِ كرامت كيم شبِ معراجده27-
شبنمِ فيضك يَتورمِش ثابت وسياره صو

Sensin ol bahr-ı kerâmet kim şeb-i mi’râcda
Şeb-nem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâre su

Sen öyle bir iyilik denizisin ki, miraç gecesinde
Bereketinin çiğ taneleri yıldız ve gezegenlere su yetiştirmiştir.

چشمه خورشيددن هر دم زلالِ فيض اينر28-
حاجت اولسه مرقدك تجديد ايدن معماره صو

Çeşme-i hûrşîdden her dem zülâl-i feyz iner
Hâcet olsa merkadün tecdîd eden mi’mâra su

Güneş çeşmenden her an çağıl çağıl berrak sular iner,
Türbeni tamir edip yenileyen mimara su gerektiğinde.

بيمِ دوزخ نارِ غم صالمش دلِ سوزانـُمه29-
وار اميدم ابرِ احسانك سپه اول ناره صو

Bîm-i dûzah nâr-i gam salmış dil-i sûzânuma
Var ümidüm ebr-i ihsânun sepe ol nâre su

Cehennem korkusu yanan gönlümü üzüntü ateşleriyle doldurmuş.
Bağışlama bulutunun bu ateşlere su serpip söndüreceğini ümid ediyorum.

يمنِ نعتكدن گهر اولمش فضولى سوزلرى30-
ابرِ نيساندن دونن تك لؤلؤ شهواره صو

Yumn-i na’tünden güher olmuş Fuzûlî sözleri
Ebr-i nisandan dönen tek lü’lü-i şeh-vâre su

Fuzûlî’nin sözleri senin naatinin bereketi ile inci olmuştur
Nisan yağmurunun büyük, değerli inciye dönüşmesi gibi

خواب غفلتدن اولان بيدار اولنده روز محشر31-
اشكِ حسرتدن دوكنده ديدۀ بيداره صو

Hâb-ı gafletten olan bîdâr olanda rûz-ı haşr
Eşk-i hasretten dökende dîde-i bîdâre su

Kıyamet günü gaflet uykusundan uyandığımda,
Ayrılık gözyaşları uyanık gözümü suya boğduğunda

اومدوغم اولدر كه روز حشر محروم اولميم32-
جشمه وصلك ويره من تشنه ديداره صو

Umduğum oldur ki rûz-i haşr mahrûm olmayam
Çeşme-i vaslun vere men teşne-i dîdâre su

Mahşer gününde umduğum oldur ki mahrum olmayayım
Vuslat çeşmenin ben susamışı suya kandırmasından.