16-17 Kasım 2011 / ERZURUM
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdulillahi rabbi’l-âlemin ve’s-salatu ve’s-selamu ala resulina Muhammedin ve ala âlihi ve sahbihi ecmain.
Sayın Valim, değerli rektörlerim, kıymetli başkanlar, çok değerli ilim adamları, değerli öğrenciler ve Erzurumlu gönül dostları! Sözlerime başlamadan hepinizi saygıyla selamlıyorum. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin bütün yönleriyle anıldığı böyle bir ilmî toplantının hayırlara vesîle olmasını diliyorum.
Büyük insanlar üç gruptur:
1- Büyüklükleri çağları ile sınırlı olanlar,
2- Kendi devrinde büyüklüğü anlaşılmayan, daha sonra fark edilenler,
3- Hem sağlığında, hem de ondan sonra büyüklüğü sürüp gelenler.
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri hem sağlığında, hem de vefâtından sonra büyüklüğü sürüp gelen bir şahsiyettir. Büyüklüğü yaşadığı dönemle alâkalıdır. Zîrâ onun yaşadığı dönem merhum üstat Necip Fazıl Kısakürek Bey’in Abdulhamid Han için söylediği “vâdîdeki dev” tabirindeki gibidir. Dev, ama vâdîde; görünmüyor. Bazıları için de “zirvedeki cüce” tabirini kullanırdı üstad malum.
Erzurumlu İbrahim Hakkı XVIII. yüzyılın aşağı yukarı 80 yıllık süresini kaplayan ömür iklimini, Osmanlı’nın gerilemeye yüz tutuğu zor zamanlarında yaşamıştır. Gerileyen ilmî ve sosyal yapıya rağmen o, çok yüksek bir ilmî mîras ortaya koymuş önemli bir şahsiyettir.
Mahmut Erol Kılıç Bey’in ifade ettiği gibi eskiler için “zülcenâheyn” tâbiri kullanılırdı. Hem temel İslam ilimlerini, hem de mânevî ilimleri birleştiren insanlara genellikle zülcenâheyn/iki kanatlı denirdi. Bu durum hayat yürüyüşünde seyr’den tayr’a doğru yol almak için önemli bir özelliktir. Ama Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri zülcenâheyn değil, zülecniha/kanatlar sahibidir. O sadece ulûm-i İslamiyede, ulûm-i meârifte değil, bütün tabiî ilimlerde; fizikte, astronomide, astrolojide ve medreselerimizin uzun bir süre ihmal ettiği hendese ve benzeri müspet ilimlerde de zirve olmuş bir şahsiyettir. Bu yüzden o “zülcenaheyn” değil “zülecniha”; kanatlar sahibi bir gönül insanıdır. Ayrıca yaşadığı bölgenin insanları için de medâr-ı iftihâr bir şahsiyettir.
Erzurumlu İbrahim Hakkı, medrese ve tekkelerin faal olduğu dönemde ilmî ve mânevî açıdan farklı bir konuma yükselerek saray muhitinin dikkatini çekmiş, özel davetle İstanbul’da misafir edilmiş, konumu pây-i taht tarafından kabul edilmiş ve yüksek bir ilim sahibi olduğu tescil edilerek ortaya konmuştur.
Erzurumlu İbrahim Hakkı, marifet yoluyla Hakk’a ermenin mümkün olabileceğini benimseyenlerdendir. Erenler genellikle muhabbet ve marifet yoluyla Hakk’a ermeyi kendilerine prensip edinmişlerdir. Bazı erenlerimiz vardır marifette öndedir. Bazıları aşk ve muhabbette. Râbia, Mevlânâ ve İbn Fârıd gibi gönül sultanları muhabbet ve aşkı zirveleştiren gönül ehli kimselerdir. Ama İbn Arabî ve Ma’rifetnâme müellifi Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri ise marifetle kendini tanımanın mümkün olabileceğini savunurlar. Bu itibarla Erzurumlu İbrahim Hakkı, marifetle evreni tanımak ve oradan Rabb’ı tanımak için yol ve yöntem geliştiren önemli bir ârifimiz, gönül sultanımızdır.
İbrahim Hakkı Hazretleri Allah Rasûlü’ne ilk nazil olan ayetlerdeki “oku” mesajıyla hem kâinat kitabını, hem kendisini, hem de inen ayetleri okumasını bilmiştir. Alak sûresinde Allah Teâlâ, Rasûlü’ne “Allah’ın adıyla önce kendisini okumasını” emrediyor. Ma’rifetnâme sahibi de öncelikle âlemin okumasını insanlara talim eden önemli bir gönül dostu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Onun âlemi tanımadaki yöntemi kesrette vahdet, vahdette kesret şeklindedir. O kesretten vahdete giden yolu izlemiş, ama vahdette de kesreti görebilecek bir göze sahip olmuştur.
İbrahim Hakkı’nın Ma’rifetnâme adını verdiği eseri Osmanlı tasavvufî hayatının tipik bir örneğidir. Gerek kullandığı dil ve üslub, gerekse enginlik ve her seviyedeki insana hitâbı bakımından son derece önemli bir kaynaktır. Eser, hakîmâne üslûbu, samîmî, sâde söyleyişi ve duygu açısından zengin şiirleriyle halk üzerinde çok etkili olmuş, aydınlar tarafından da sevilerek okunmuş ve dînî altyapının oluşup korunmasında önemli bir rol oynamıştır. Pek çok yazmalarının mevcûdiyetinin yanı sıra eski harflerle yaklaşık on defa, yeni harflerle de pek çok defa basılması bunu gösterir.
Hacı Bayram Velî’nin halîfelerinden Yazıcızâde Mehmet Efendi’nin Muhammediye’si, Eşrefoğlu Rûmî’nin Müzekki’n-nüfûs’u ile başlayan bu geleneği XVIII. Yüzyılda Erzurumlu İbrahim Hakkı en yüksek seviyeye taşımış ve onlardan çok daha farklı zenginlikler katarak bu vâdide ulaşılabilecek en yüksek noktaya ulaşmıştır. Onun bu eserinin Batı’daki aydınlanma dönemine ve ona takaddüm eden zamana rastlamış olması da bir tevâfuktur. Erzurumlunun, bilim insanının ihtiyaç duyabileceği bilgilerin hepsinin yer aldığı bir çalışmada bunları toparlamış olması çok önemlidir. Batıdaki Elemanter Work adlı çalışmadan yirmi sene önceye tekabül etmesi de dikkate değer bir başka özelliktir. Bu da Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin hem zamanı, hem mekânı, hem de âlemi okuyan kişiliğinin önemli bir belgesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Erzurumlu İbrahim Hakkı insanların âleme takılıp kalmalarını istemiyor, bütün bunlardan maksadın Allah’a ulaşmak olduğunu eserinde sık sık vurguluyor. Böylece o, insanları kulluğa çağırmakta, tefekküre dâvet etmektedir. Bugün belki insanların yalnızlaştığı, içine kapandığı, teknolojisinin sunduğu imkânlar içinde kendileriyle baş başa kaldığı çağımızdaki durumun aksine Erzurumlu, dış dünyaya bakarak kendimizi daha iyi tanımamızı ve insanlarla yeniden ülfet kurmamızı talim etmektedir.
İbrahim Hakkı’nın eşlerine yazdığı mektuplarda kullandığı üslup da insan psikolojisini ne kadar iyi bildiğini göstermesi bakımından son derece câlib-i dikkattir. Ben Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin Ma’rifetnâme’sinin ve açtığı çığırın günümüz insanına ve eğitimine çok önemli değerler katacağına inanıyorum. Bu bakımdan bu toplantının güzel bir başlangıç olduğuna inanıyorum.
Bir müjdeyi de sizlerle paylaşmak istiyorum. On yıl kadar önce Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin torunlarından Fahreddin TİVNİKLİ ve Abdullah TİVNİKLİ Beylerin talepleri üzerine Ma’rifetnâme ile ilgili bir çalışma başlatmıştık. Bu çalışmada eserin orijinal nüshasının basılması ve transkribe edilmesi söz konusuydu. Hamd olsun bugün Topkapı Sarayı’ndaki nüsha tıpkı basım olarak; yanında transkribe metin ve sadeleştirme işi tamamlandı. Câfer Durmuş Bey kardeşimizin takip ettiği bu çalışma bir heyet tarafından hazırlanarak baskısı tamamlandı, ilim dünyasının istifadesine sunuldu. Artık Ma’rifetnâme’den yola çıkarak yeni teliflerin yapılması ilim adamlarının görevleri arasındadır. İnşâallah önümüzdeki günlerde ilim adamlarımız, akademisyenlerimiz ve gönül insanlarımız Ma’rifetnâme’nin gönül dünyasından beslenerek güzel eserler ortaya koyarlar ve ülkemizin aydınlanmasına vesîle olurlar diye ümid ediyorum.
Hepinizi en kalbî duâlarımla selamlıyorum.