Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

DİN EĞİTİMİNDE MODEL İNSAN FAKTÖRÜ

Genelde eğitimin, özelde din eğitiminin konusu insandır. Hem eğiten/terbiye eden, hem de eğitilen açısından insan gerçeği önem arzetmektedir. Biz burada ilk eğiticinin Allah/Rabb olduğu gerçeğinden yola çıkarak peygamberlerin bu işi yapanların O’nun adına vekâleten yaptıkları vâkıasını görmeliyiz.

Eğitimde model insan, değiştiren, dönüştüren, insanları karakter ve davranışlarıyla etkileyen ve çevresine pozitif enerji veren merkez insan demektir. Bu yüzden din eğitiminde önce model bulmak, sonra model olmak esastır. Böyle insanlar güneşin ısısıyla meyveleri olgunlaştırması gibi ham insanları olgunlaştırır. Model insanlar ya yaşayan modellerden olur, ya da tarihî kahramanlardan olur.

I- YAŞAYAN MODEL VE ÖZELLİKLERİ

Yaşayan modeller “gençlerin gönlünde yatan aslan”; benzemek isteyecekleri örnek ve model insanlardır. Benzeme daha çok davranışlarda olur. Bu yüzden eğitimde model olacak insanların model olabilmeleri için kendini tanımak, empati; yâni insanlara sevgi ile yaklaşabilmek, hedeflerler belirlemek gibi bir takım özellikleri olmalıdır.

1- Kendini Tanımak

İnsanın kendisini tanımasının yolu projeksiyonu kendine çevirmekten, kendisiyle meşgul olmaktan, zaman ayırmaktan geçer. İnsanın hem fiziki hem manevi olarak kendine zaman ayırması, insanlarla ilişkileri gözden geçirmek açısından da ayrı bir önem ve anlam taşır.

Allah’ın peygamberine ilk mesajı “ikra” diye başlayan okumanın adresi, insanın kendisidir. Çünkü Allah, mef’ulü olmayan mutlak bir emirle insanlara kemaline masruf olarak okunacak her şeyi okumayı emrediyor. Ardından dikkatleri insanın kendisine çevirerek “Terbiye eden Rabb’inin adıyla! O insanı ana rahminde tutunan embriyodan yaratmıştır”[1] ifâdesiyle kendisini okumasını emir buyuruyor. Burada öne çıkan mesaj insanın kendisini tanımasıdır. Kabiliyetlerinin ve zaaflarının farkına varmasıdır.

İmam-ı Ali’nin ifadesiyle:

İlacın sendedir de farkında olmazsın

Derdin de sendedir fakat ki bilmezsin

Sanırsın ki sen sade küçük bir cisimsin

Halbuki sende dürülmüş en büyük alem

2- Empati ya da İnsanlara Sevgi ile Yaklaşabilmek

Model insan kendisini okuyup tanıdıktan sonra çevreyi ve özellikle sosyal çevreyi tanımak ve ilişkiler kurmak için dinlemek ihtiyacındadır. Bu yüzden Hz. Mevlânâ da Mesnevî’ye “dinle!” diye başlıyor.

Dinlemek bir dikkat ve ilgi işidir. Yorucudur ve tam bir sevgi davranışıdır. Bugün kişisel gelişimlerin kullandığı “etkin dinleme” bir tahammül ve sabır işidir. İletişim ve eğitim de dinleme ile başlar. Gerçek dinleme ancak zaman ayrıldığında ve uygun şartlar temin edildiğinde tam olarak gerçekleşir. Oysa insanların çoğu için dinlemek zayi edilmiş zamandır.

Dinlemek için kendimizi karşımızdakinin yerine koymak; olaya biraz da onun açısından bakmak, yani empati yaparak “ben seni anlıyorum, hatta ben seni yaşıyorum” mesajı vermek gerekmektedir. Asıl empati de budur.

Dinleme bir vermedir; zaman vermedir, kendini vermedir. Vermek ise sevenin işidir. Seven verir. Dolayısıyla din eğitimcisinin en büyük özelliği vermektir. Vermenin de en değerlisi zaman vermektir. İnsanları dinlemek, onlara vakit ayırmak, dertlerini paylaşmak ve empati yapmaktır. Tek kelime ile insanlara insanca muamele etmek ve insan olduklarının farkına vardığımızı onlara söylemekten çok hissettirmektir.

3- Hedefler Koymak

Din eğitiminde model konumunda olan eğitenin hedefler koyması ve bunları gerçekleştirmek üzere çaba sarfetmesi çok önemlidir. Nihâî hedef Allah ve O’nun rızasıdır. Nitekim Mevlânâ: “Her şey maşuktan ibarettir. Âşık perdedir. Yaşayan maşuktur; âşık ise ölü!” diyor.[2]

İnsanı yaşatan o hedeftir. Canlılık veren de. İnsanda böyle bir hedef yoksa o ölü mesabesindedir. Nitekim Mevlânâ:

“Kimin aşka meyli yoksa o kanatsız kuş gibidir vah ona!”[3]

diyor. Ancak din hizmeti verecek olanın hedefleri olumlu, esnek olmalı, zihinde ve kalpte canlı olmalı; model, hedeflerden vazgeçip terk etmemeli; erteleme ve tembellikten kaçınmalıdır. Çünkü ertelemek en temel bir disiplin problemidir.

II- TARİHÎ MODEL ŞAHSİYETLER

Tarihi kahramanlar ve modeller milletlerin tarih boyunca tâbi oldukları ve yetiştirdikleri âbide şahsiyetlerdir. Kur’an’da geçen Üsve, Rağıb el-Isfahânî’nin beyânına göre; iyi veya kötü, üzüntü veya sevinç veren, başkalarına örnek teşkil edecek haslet demektir. Teessî: Örnek veya model kişiye uymak ve onun ardınca gitmek demektir.[4]

İnsanoğlu, yaratılış icabı birlik tutkunudur. Birliğe götüren sebeplerin en güçlüsü ise sevgidir. Nehir ve dere suyundaki birlik tutkusu, bu suları denize, oradan da okyanusa taşır. Kâinatın her zerresi bu tutku ile birbirine koşar. Evrendeki çekim kanununun en temel vasfı da sevgi ve câzibedir. Bu yüzden Allah Teâlâ kendisine duyulan aşk ve sevginin Peygamber sevgisiyle bütünleşip ona tebeıyyetle kemâle ermesini istemektedir: “De ki: Siz gerçekten Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın”[5]

İttibâ, bir iktidâ olayıdır. İktidâ, sevgi ile ve gönülden istekle uyulanın izine basarak yürümek demektir. Kur’an Hz. Peygamber (s.a.) için böylesine sıcak bir sevgiyle tam bir bağlılık istiyor. Çünkü Kur’an Hz. Peygamber’i bir model şahsiyet olarak sunuyor: “Allah’ın Rasûlü’nde sizin için Allah’ı ve âhiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça ananlar için güzel bir örnek (üsve-i hesene =model şahsiyet) vardır”[6] buyurmaktadır. Kur’an Hz. Peygamber’den başka İbrahim ve diğer peygamberler hakkında da bu tabiri kullanmaktadır.[7]

Allah Rasûlü’ndeki örnek şahsiyeti ortaya koyan ayet, aslında insanların ahlakî eğitim sürecinde model arayışı özelliğini gündeme getirmektedir. İnsanlar kuralları öğrenip uygulamaktan çok, onları uygulayan örneklerle bütünleşmeyi arzularlar. Model şahsiyet ahlâk gibi teorik bir konuda insanların işini kolaylaştıran müşahhas bir nümûnedir. İnsanlardaki etkileşim özelliği hallerin ve duyguların yansıma etkisi eğitimde modeli gerekli kılmaktadır.

Allah Rasûlü’nü ümmete model olarak sunan: “Peygamber size neyi verdiyse alın, neyi yasakladıysa ondan sakının”[8] âyeti, O’nun yalnız sözleriyle değil, fiil ve hareketleriyle dahi delil ve kendisine uyulan bir rehber olduğunu hükme bağlamaktadır.

İnsanlık tarihine bakıldığı zaman, nesilleri için sunulabilecek kahramanları ve kitleleri için model şahsiyetleri bulunan toplumlar, sosyal gelişmelerde ve kitlenin yönlendirilmesinde çok daha başarılı olmaktadırlar. Gençlerin kafalarına ve gönüllerine sunulan modeller, onları alıp götürmekte ve yeni ufuklara taşımaktadır Gençlere sunulacak modeli bulunmayan toplumlar tükenmeye ve varlık heyecanını yitirmeye mahkûm olmaktadır.

XX. Yüzyılın başında Batı’da meydana gelen kültür değişimi ile birlikte topluma sunulacak modeller de değişti. Batılı ilim ve fikir adamları sinema, tiyatro ve TV aracılığı ile Batı insanına yeni kahramanlar üretmeye soyundular. Ve yeni değer ölçülerine göre kendi tarihlerinden bir takım modeller sunarak Batı insanının kişiliğini dokudular. Vahşi Batı’nın Pagan kültürü ve Hristiyan temelinden alıp pozitivist düşünce ile geliştirdiği modeller, Batı insanının emperyalist duygularını ve bireyselci yaklaşımlarını inşa etti. Doğu insanına tepeden bakan, diğer milletleri aşağılayan bu anlayış zaman içinde medeniyetler çatışmasına dönüşecek bir zemin hazırladı. Kültürel etkileşim, İslâm toplumlarına da bugün aynı modelleri taşımaktadır. Bu yüzden bizim toplumumuzun gençleri son yüzyılda Batı ve Amerikan toplumlarının model diye sunduğu film kahramanları ile bütünleşmeye, kendisini onlarla aynileştirmeye başladı.

Model arayışı alanında son birkaç yıldır, İslâm dünyasında ve ülkemizde Hz. Peygamber başta olmak üzere İslâm büyüklerini tanıtmaya yönelik çabalar dikkat çekmektedir. Bu noktada en önemli mesele, model ile modele ulaşacak insanlar arasında kurulacak sevgi köprüsüdür. Bu köprü kurulmadan yapılacak bilgilendirme yetersiz kalmaya mahkûmdur.

Bugün İslâm dünyasının dışında Batıda da yaptığı inkılâb sâyesinde en etkili 100 arasında ilk sıraya yerleşen; hatta Hıristiyanlığın peygamberi Hz. İsâ’dan öne geçen Hz. Peygamber’i tanımak, sevmek ve tanıtmak en önemli meselemizdir.[9] Çünkü marifet ve muhabbet birbirine bağlı şeylerdir. İnsan önce tanır, sonra sever ve ardından sevdiği gibi olmak ister. İşte bütün mesele de buradadır. Hz. Peygamber’i tanıtmak, ona ulaşacak sevgiye vesîledir.

Yukarıda geçen “ittibâ” âyeti ile ardından gelen “üsve” âyeti marifet, muhabbet ve ittibâ sürecine ışık tuttuğu gibi, Sevgili Peygamberimizin: “İman, Allah ve Rasûlü’nün sana her şeyden daha sevgili olmasıdır”[10] hadîsiyle: “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki hiçbiriniz, ben kendisine ebeveyninden, çocuğundan ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça, iman etmiş olamaz”[11] hadîsi onu sevmenin îmânda kemâle ermek demek olduğunu göstermektedir.

Bu sevginin Allah Rasûlün’ün gönlünde nasıl mukâbele gördüğü Kur’an lisânıyla şöyle anlatılmaktadır: “O Peygamber müminlere nefislerinden daha yakın ve müşfiktir. Onun eşleri onların analarıdır”[12]; “Andolsun size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O size çok düşkündür. Üstünüze titrer. Müminlere karşı çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır”[13] Son ayette Allah, Peygamberinin müminlere karşı olan şefkat ve merhametini kendisine aid olan Raûf ve Rahîm isimleriyle tescîl etmiştir. Doğrusu âlemlere rahmet bir peygambere yakışan da budur. Onun şefkat ve merhamet örnekleri siyer ve hadis kitaplarında uzun uzun anlatılmıştır. Ama bu şefkat ve merhametin hedefi bellidir: Muhabbet.

Muhabbetten oldu Muhammed hâsıl

Muhammedsiz muhabbeten ne hâsıl”

sözü de bu gerçeği çok özlü biçimde ifade etmektedir.

Hz. Peygamber’e duyulan sevgi, ilâhî aşkın hem başı, hem de sonudur. Bu da başta Hz. Peygamber modeline uyma şeklinde ortaya çıkar. Sonunda bu sevgide istiğraka erip Allah’da fânî olmak şeklinde gerçekleşir. İlâhî aşk, sabır ve sebat ile Hz. Peygamberin davranışlarını taklîde bağlıdır. Taklîd ile başlayan bu iletişim ilâhî sırların kapılarını açar. Ardından taklîd, tahkîk vadisine erer. Yâni ibâdet, aşk ve birlik haline gelince de Allah’ı sevmekle Rasûlü sevmenin aynı şey olduğu gerçeğine delildir. Nitekim Mevlid’deki şu ifâde bunu anlatır:

Zâtıma mir’ât edindim zâtını

Bile yazdım adım ile adını

İnsan nefsi sürekli ittibâ kaydından sıyrılma yolları arar. İlâhî aşk ve cemâlden uzaklaştıracak fânî sevgilere, geçici cazibelere meyleder. Hatta daha ileri gidip bazen bu fânî meyil ve hevesleri gerçek aşk sanır. İşte bu ortamda ısrarla Yüce Model’e “ittibâ” işine ağırlık verilmelidir. Nefsin güzel görüp hoş gösterdiklerinden kaçmak; ağır görüp kaçmak istediklerine koşmak bu dönem için en etkili perhizdir.

Fânî olanlardan geçip ebedî olana varmak kolay iş değildir. Bunun yolu da sevgiye kanat açmak ve bu sevgiyle dolu olanları sevmektir. Nitekim şu duâ bunu tâlim etmektedir: “Allahım! Bana seni sevmeyi, seni sevenleri sevmeyi, senin sevgine yaklaştıran şeyleri sevenleri sevmeyi nasîb et!”

SONUÇ

İnsan eğitiminin ve dini eğitimin en etkin yolu model ile eğitimdir. Toplumda model olacak canlı şahsiyetleri çoğaltmak ve tarihi model şahsiyetleri tarihi eser, roman, hikaye, tiyatro ve film gibi yöntemlerle çoğaltıp gençlerin önüne sunmak. Bu konuda görsel ve yazılı basından yararlanmak din eğitiminde en sağlam yol olarak görünmektedir.

Tarihi modellerin modeli de Allah Rasulü’dür. Onu anlatan kitap, yayın, film ve benzerleri ne kadar çoğaltılabilirse çok önemli bir katkı olacaktır, diye düşünüyorum.

 

 


[1] el-Alak, 87/1-2.
[2] Mevlânâ, Mesnevî, I, beyit: 30.
[3] Mevlânâ, ae, I, 31.
[4] Râgıb el-Isfahânî, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’an, Mısır 1970, “e s v” maddesi.
[5] Âl-i İmran, 3/31.
[6] el-Ahzâb 33/21.
[7] bkz. el-Mümtehine, 60/4,6.
[8] el-Haşr 59/7.
[9] Michael Hart, Dünya Tarihine Yön Veren En Etkin 100 İnsan, çev: Mehmet Harmancı, İstanbul 1994.
[10] İbn Hanbel, Müsned, IV, 11.
[11] Buhârî, Îman, 8.
[12] el-Ahzâb, 33/6.
[13] et-Tevbe, 9/128.