GİRİŞ
Tanım ve Târihî Süreç
Din adamı, dînî hayâtı Kur’an ve sünnet çizgisinde yaşamada topluma rehberlik ile dîni temsîl hizmeti veren imâm-hatib, vâiz, müezzin ve müftü gibi sıfatlarla anılan diyânet teşkilatı mensûblarının ortak adıdır.
İslâm târihinde dîne dâvet, tebliğ ve temsîlle memur bulunan ilk insan, hiç şüphesiz Hz. Muhammed (s.a.)’dir. Hz. Peygamber devlet başkanı sıfatıyla siyâsî otoriteyi, risâlet ve nübüvvet vasfıyla dînî-ilmî otoriteyi, üsve-i hasene ve irşad kimliğiyle mânevî otoriteyi temsîl etmekteydi. Târihî süreçte Hz. Peygamber (s.a.)’in siyâsî otoritesi hilâfet kurumunca, ilmî otoritesi iftâ, kazâ ve tedris müesseselerince, mânevî otoritesi tasavvuf kurumlarınca temsîl edilmiştir…
Tanım ve Târihî Süreç
Din adamı, dînî hayâtı Kur’an ve sünnet çizgisinde yaşamada topluma rehberlik ile dîni temsîl hizmeti veren imâm-hatib, vâiz, müezzin ve müftü gibi sıfatlarla anılan diyânet teşkilatı mensûblarının ortak adıdır.
İslâm târihinde dîne dâvet, tebliğ ve temsîlle memur bulunan ilk insan, hiç şüphesiz Hz. Muhammed (s.a.)’dir. Hz. Peygamber devlet başkanı sıfatıyla siyâsî otoriteyi, risâlet ve nübüvvet vasfıyla dînî-ilmî otoriteyi, üsve-i hasene ve irşad kimliğiyle mânevî otoriteyi temsîl etmekteydi. Târihî süreçte Hz. Peygamber (s.a.)’in siyâsî otoritesi hilâfet kurumunca, ilmî otoritesi iftâ, kazâ ve tedris müesseselerince, mânevî otoritesi tasavvuf kurumlarınca temsîl edilmiştir.
Leşker-i gazâ da denilen askerî otorite siyâsî otoriteye bağlı, gazâ ve cihâd hizmetlerinden sorumlu bir kurum olup Müslüman topraklarına vâki olacak saldırıları savuşturmanın yanı sıra “insan ile İslâm arasındaki engelleri kaldırmayı amaçlayan” cihâd hizmetlerini sürdürmüştür.
Gönül erleri, alperenler ve leşker-i duâ olarak anılan tasavvufî guruplar gerek cihâd hizmeti veren leşker-i gazâ ile gerekse iftâ ve kazâ hizmetleri veren ilmiye sınıfıyla işbirliği içindeydi. Bu üç kurum arasındaki ilişkilerin sağlıklı zemine oturduğu yer ve dönemlerde dînin tebliğ ve temsîli konusunda ciddî problemler yaşanmamıştır. Bu müesseseler arasında oluşan çatlaklar ise zamanla ciddî problemler oluşturmuştur.
Osmanlı döneminde meşîhat makâmına bağlı olarak hizmet veren ilmiye sınıfı ile sûfiyye gurubu sosyal hayâtta farklı hizmet ve sorumluluklar üstlenmişlerdir. İlmiye mensûbları kazaskerlikten kadılık, müftülük, mahalle ve köy imâmlığına kadar uzanan bir yelpazede din hizmeti sorumluluğu üstlenerek ümmet-i icâbet denilen Müslümanların gündelik hayâta âid din hizmetlerini yürütmüşlerdir. İlmiye erbâbı din hizmetlerinin tedvîri ve dînî ahkâmın tatbîki sırasında yaptırım gücüne sâhip ve belli müeyyideler uygulayabilen konumdaydı. Bu sınıf içerisinde yer alan kişiler statülerine göre farklı derecelerde olmak üzere insanların belli problemlerini çözmekte ve dînî hayâtı yönlendirmekteydi.
Sûfiyye gurubu ise meşîhat makâmının tâyin ve inhâsıyla tekke ve zâviyelerde insanların mânevî problemlerini çözmek için halka rehberlik eden, ancak ellerinde müeyyideleri bulunmayan, bağlılarını ve sevenlerini sâdece gönül ve sevgi yaptırımı ile terbiye etmeye çalışan insanlardı.
Bütün bu hizmetler cumhuriyetin ilk yıllarında bir süre şer’iyye ve evkâf vekâletine bağlı olarak devam etti. Daha sonra ise yeni kurulan Diyânet İşleri Başkanlığı çatısı altında toplandı. 1925 yılında sûfiyye kurumları tekke ve zâviyelerin kapatılmasıyla sosyal hayâtın dışında bırakıldı. Din hizmetleri hademe-i hayrat unvânıyla Diyânet İşleri Başkanlığı bünyesinde kaldı.
Cumhuriyet döneminde devletin yapısının şer’î ve dînî olmaktan çıkması sonucu din hizmeti veren hademe-i hayrat Diyânet İşleri Başkanlığı’na bağlı olarak varlığını sürdürdü. Ancak daha önce ilmiye mensûbu kabûl edilen iftâ, kazâ ve tedris fonksiyonlarına sâhip bulunan hademe-i hayrat, yeni dönemde bundan soyutlanmıştı. Dolayısıyla o günden beri din adamlığı unvânıyla anılan hademe-i hayratın fonksiyonu müeyyidesizdir. Bu bakımdan asırlar boyu belli müeyyidelerle donatılmış olarak din hizmeti veren insanlar, bu özelliklerinden soyutlanınca yeni konumlarına intibâkları kolay olmadı.
Bugün din hizmeti veren ve din adamlığı statüsünü ihrâz etmiş bulunanların değişen şartlardaki konumlarının farkına varmış olması ve hizmetlerini buna göre sürdürmesi esâstır. Biz bu tebliğimizde bugün dîni tebliğ ve temsîl dâvâsında bulunan insanların gerek kendi iç dünyâlarındaki ideal hizmet algılarından gerekse onların insanlar üzerinde uyandırması gereken model algı ve imajdan bahsedeceğiz. Bu açıdan konuyu iki ana başlık altında incelemenin uygun olacağını düşünüyorum.
1- Din adamının iç algısı ya da gönül dünyâsı
2- Din adamının dış algısı/zâhirî imajı ya da beşerî münâsebetleri
I- DİN ADAMININ İÇ ALGISI ya da GÖNÜL DÜNYÂSI
Bu başlık altında bir din adamının iç dünyâsında hâiz olması gerekli ideal husûsiyetlerden bahsedeceğiz. Din adamı nebevî bir mîrasa sâhip ve insanları Hakk’a çağırma konumundadır. Bu statü ise yüksek ideallere hâiz olmak demektir. Peygamberini müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderen Allah, ondan bu hizmet karşılığı hiçbir ücret beklememesini emretmektedir. Bu dünyâda karşılığı beklenmeyen, ecri ise sâdece insanların “Rabbına doğru bir yol tutmayı dileyen kimseler olmaları” olan din hizmeti, yüce bir hizmettir. Nebevî özellikleri hâiz din adamı iç dünyâsında şu ideal husûsiyetlere sâhip olmalıdır:
1- Sağlam Bir İnanç ve Düzgün Bir İbâdet Hayâtı
Kur’an Hz. Peygamber’i: “Peygamber kendisine indirilene inandı, müminler de inandılar” diye sunar. Bu âyet yüksek seviyede bir özgüvene vurgu yapmaktadır. İnanan kişi insanları inandığına daha güçlü bir şekilde çağırır. İnancın sâlih amelle teyidi dâvet ehlinin vasfıdır. Nitekim Kur’an’da dâvet insanının özelliklerini anlatan âyette buna şöyle işâret buyrulmaktadır: “Kimin sözü (insanları) Allah’a çağıran, sâlih amel işleyen ve: “Ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel olabilir?”
Düzgün bir ibâdet hayâtının temel esâsı takvâ ve azîmet duygusudur. İbâdetlerde takvâ ve azîmeti esâs almak din adamının en bâriz özelliğidir. Bu yüzden bugün halk arasında çok ters anlamda kullanılan: “Sen hocanın yaptığına değil, söylediğine bak” deyiminin asıl mânâsı şudur: Din adamı ya da hoca konuştuğunda insanlara ruhsat yolunu gösterir. Ama kendisi azîmeti tercih eder. Bugün: “Hocalar söylerler ama davranışlarıyla bunu uygulamazlar” anlamında kullanılan bu söz, aslında: “Hoca konuştuğunda ruhsatı, davranışında azîmeti tercih eder, sen de azîmete güç yetiremezsin. Dolayısıyla sen hocanın yaptığına değil, söylediğine bak!” anlamınadır. Bugün din adamı algısında bu temsîlî özelliğin yeniden kazanılması gerekmektedir.
Sâlih amel insanı değiştiren, dönüştüren pozitif bir enerjiye sâhiptir. Din adamı insan ihyâ ve inşâ etmeye çalışandır. Aslolan gönül inşâ işidir. Başkasını inşâ derdine düşen önce kendini inşâ etmelidir. İnşâ edeceğiniz “insan” ise işiniz zordur. Kusursuz talebe yetiştirmek için kusursuz hoca olmak gerekir. Tamirciye eşyânın bozuk olanı gider. Tamircinin ustalığı işçiliğinde ve ürettiği sanatta ortaya çıktığı gibi ideal din adamının başarısı cemâatinde tezâhür eder.
2- Allah ile Birliktelik Şuûru
İdeal din adamı Allah ile maiyyet şuûruna ererek Hakk’ın te’yîdine mazhar olmuş insan demektir. Allah Kur’an’da kuluyla olan yakınlığına dikkat çekmekte ve şöyle buyurmaktadır: “Nerede olursanız olun Allah sizinle beraberdir.” “Biz insanoğluna şah damarından daha yakınız.”
Ebû Bekir Şiblî: “Allah’ın seninle olduğunda şüphe yok ama sen kiminlesin? O’nunla mı, nefsinle mi, dünyâ ile mi?” diye sorar.
Mevlânâ der ki: Tevbesiz ömür can çekişmekten ibârettir. İnsanı yaşayan ölü hâline sokan ölüm ise Allah’tan habersiz olmaktır. Allah ile beraber yaşayınca ömür de hoştur, ölüm de. Fakat Allahsız olan, Allah’ı bulamayan kişiye âb-ı hayât bile ateştir.
3- Adanmışlık Duygusu
İdeal din adamı Allah’a adanmış insan demektir. Allah’a adanmışlık; malını ve canını cennet mukâbili Allah’a satmaktır. Rahman adıyla gönül arasında münâsebet vardır. Rahmet kalb yufkalığı, gönül inceliği demektir. Gönül aşk mahallidir. Din hizmeti de gönül işidir. Nitekim M. İkbal’in Câvidnâme’sinde dediği gibi: “Din aşktır.”
Kurallar dînin özünün önüne geçmemelidir. Çünkü yüreğinde ateş olan, kuralın hükmünü sormaz, onu hemen aşkla yapar. İdeal din adamı dînî hayâtı ve kulluğu aşkla yaşar. Aslında insanları ibâdet ve hizmete koşturan bir avuç heyecân ve aşktır. Bu yüzden din hizmeti için Allah aşkı ile dolu bir kalbe, gönlü Allah Rasûlü’ne raptetmeye ihtiyâç vardır.
4- Gönüller Sultânına Gönülden Bağlılık
İdeal din adamı gönlünü gönüller sultanı Efendimiz’e rabt etmiştir. Çünkü Allah, sevgisini Rasûlü’nün sevgisine bağlamış ve buyurmuştur ki: “(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” İdeal din adamının gönlünde peygamber sevdâsının dâsitânî bir vasfı olmalıdır. Ayrıca inananların gözünde ve gönlünde Hz. Peygamber kendi canlarından daha azizdir. Nitekim Allah Teâlâ buyurur: “Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır.”
5- Çalışmalarında Hedefler Belirlemek
İdeal din adamı hedefleri olan insandır. Kendisini rüzgârın önündeki yaprak gibi hayâtın akışına bırakmaz. Aksine “Ben niçin varım? Ne işe yararım?” sorularıyla kendisine hedefler belirler. Çünkü hedef koymak alışkanlıkların dışına çıkıp rahâtı terk edebilmektir. İnsanın kapasitesi koyduğu hedefler kadardır. İnsan için en büyük mutluluk büyük hedefler belirlemek ve onlara ulaşmaktır. Hedefsiz, plansız ve programsız çalışma verimli tarlaların nadasa bırakılması ya da yaban otlarıyla dolmasına seyirci kalınmasıdır.
Hedefler belirleyerek çalışmak nebevî bir çileye tâlip olmak demektir. Allah Rasûlü ömrü boyunca kendisi için hedefler belirlemiş ve bunların gerçekleşmesi için kavlî ve fiilî duâlar etmiştir. Nitekim iki Ömer’den birinin Müslüman olması, Tâif halkının soyundan mümin insanların gelmesi, Mekke halkının Müslüman olması duâ ve hedefiyle Roma, Bizans, Yemen ve İran’a İslâm’ın ulaşması temenni ve kaygıları bu türden nebevî hedeflerdi.
Büyük hedefler ve inançlar büyük sonuçlar doğurur. Başarılı olanlar, nereye gittiklerini bilenlerdir. Çünkü neyi aradığını bilen bulduğunun farkında olur. Başarmak insanın kuvvetlerini bir hedefe kilitlemesi ve onu elde etme sürecine girmesidir. İnsan istediklerine odaklanmalı, istemediklerine değil.
6- Derd Sâhibi Olmak ve Yaptıklarını Hesâba Çekmek
İdeal din adamı kendi içinde kulluğu, hizmeti, başkalarının sıkıntılarını ve İslâm’ı derd edinendir. Bu yüzden uykusu kaçar. İnsanın, motorunun elektriğini üreten dinamo gibi olması için derd sâhibi olması gerekir. Derd insanı şarj eder, ataletten harekete geçirir, heyecân verir. Bu yüzden hayâtın zorlukları karşısında insanın ne kadar yıkıldığından çok ne kadar ayağa kalkabildiği önemlidir. Bu da derdle olur. Muhammed İkbâl: “Dünyânın gidişatından Müslümanın sorumlu olduğunu” söylerdi.
İdeal din adamı kalb ve gönül sorgusuyla: “Bugün Allah için ne yaptım?” “Yaptıklarımın ne kadarı Allah için?” diye kendi kendini hesâba çekmelidir. Çünkü hadîste: “Hesâba çekilmeden önce nefsinizi hesâba çekiniz” buyrulmuştur. Büyük bir hesap günü var. Allah Teâlâ buyurur: “Sonra o gün, size verilmiş olan her nîmetten sorguya çekileceksiniz.”
Kişisel gelişimciler insanlardan sabah planlama, akşam sağlama isterler. Mutasavvıflar ise amellerin hem önünde hem sonunda muhâsebe önerirler. Nitekim Hâris b. Esed Muhâsibî bu özelliği ile anılır ve bilinir.
7- Yaptığını Güzel Yapmak
İdeal din adamı “Allah’ı görür gibi kulluk” anlamına gelen “ihsân” kıvâmıyla yaşamaya çalışır ve bu duygu ile yaptığını güzel yapmaya özen gösterir. Allah Kur’an’da: “Güzel yapınız” buyurduğu gibi, pek çok âyette: “Allah’ın ihsân ehlini/muhsinleri sevdiğini” bildirmektedir. Allah Rasûlü de: “Allah yaptığı işi güzel yapanı sever” buyurmaktadır.
İhsân kıvâmı ile yaptığını iyi yapan yenilenmeye açıktır. Çünkü “kendini yenilemeyen yenilir.” Kendini geliştiren ise yücelir.
8- Benlikten Geçmek ve “Ene”yi Aşmak
İdeal din adamı benlik iddiâsının şeytânî bir vasıf olduğunu bilir. “Benlik” olan yerde bereket olmaz. “Ben, ben” diyenler insanları etrafından kaçırır. Bundan kurtuluşun yolu nefsi aşmaktır. Tasavvufta “iskâtü’l-yâât” diye bir prensip vardır. Bu, mülkiyet iddiâsından geçmek, sâdece bir olan Allah’ı görmek demektir. “Benim malım”, “senin malın” yok; hepsi Allah’ındır.
Nefsin iki anlamı vardır:
a- “Ene/ben” anlamına özbenlik; rûhun ten kafesine girdikten sonraki hâli,
b- Kötülüğü emreden merkez.
Gerçek hürriyet, nefsin hevâsının esâretinden kurtulmak; nefs hevâsını tanrılaştırmamaktır.
9- Zamanı İyi Yönetmek
İdeal din adamı zamanın kıymetini bilen ve onu en iyi yönetendir. Nitekim Asr Sûresi’nde Allah Teâlâ zamana yemin ile insanlığın hüsrânda olduğuna dikkat çekmektedir. İnsanlığı hüsrâna sevk eden şeylerin başında zamanı iyi kullanamamak gelir. Nitekim Fahreddin Râzî âyeti böyle yorumlamıştır.
Bugün “Time Management” adıyla hayâtımıza giren kavram, zaman yönetiminin önemine işâret etmektedir. Zamanı planlı yaşamak, her şeyi vaktinde yapmak demektir. Plansız zaman; sâhipsiz ve sınırları belli olmayan mîrî arâzî gibidir. Her zaman birileri tarafından işgal edilebilir. Bu yüzden Allah Teâlâ müminin boş vaktinin olmamasına dikkat çekerek şöyle buyurur: “Boş kaldın mı hemen başka bir işe koyul ve yalnız Rabbine yönel.” Bir işten boşalınca öbürüne geçmek hem dinlenmek, hem de verimli çalışmaktır.
Zaman kaygısı, maişet endişesi taşımak değil, ibnü’l-vakt olmaktır. İbnü’l-vakt ise zamanın çocuğu olmak, her ânın îcâbını yapmaktır. Zamanın çocuğu olmak ile zamâne çocuğu olmak arasında fark vardır.
10- Dünyâ Malını Gâye Değil Vâsıta Görerek Hasbî Olmak
İdeal din adamı dünyâyı geçici ve fânî gördüğü gibi, dünyâ malını da gâye değil vâsıta görür. Nitekim Kur’an’da: “Allah’ın kıyam ve kıvam vesîlesi kıldığı mallarınızı beyinsizlere vermeyin” buyrulur.
Dünyâ malı insanları sürekli kendine cezbetmektedir. Oysa dünyâ malı devre-mülk gibidir. Nitekim Yûnus ne güzel söylemiş:
Mal sâhibi mülk sâhibi Hani bunun ilk sâhibi
Mal da yalan mülk de yalan Var biraz da sen oyalan
İdeal din adamı hizmetlerinde hasbîdir; karşılık beklemez, asla hesâbî davranmaz; yâr olduğuna bâr olmaz, kimseden bir şey beklemez ve istemez. Nitekim Allah Rasûlü Medîne’ye hicret ettikten bir süre sonra yedi sekiz kadar sahâbînin bulunduğu bir mecliste onlardan “yalnız Allah’a kulluk, beş vakit namaz kılmak ve ülü’l-emre itaat etmek ve hiç kimseden bir şey istememek üzere” bey’at aldı. Râvinin ifâdesine göre: “Bu bey’ate katılanlar, asla kimseden bir şey istemedikleri gibi, savaşta kazâ-râ ellerinden kılıçları düşecek olsa bile, onu yerde bulunan kimseden istemez, yere inip alırlardı.” İstemede isteyeni küçük düşüren bir zaaf vardır. Aslında sevmekle vermek arasında bir ilgi vardır: Vermek sevmektir.
Dünyâ ve dünyâ nîmetleriyle ilgi konusunda Rasûlullah’ın yöntemi zühd idi. Zühd dünyâya değer vermemek, dünyâ nîmetlerinin peşinden koşmamaktır. Nitekim Allah Rasûlü hem Allah’ın hem insanların seveceği ameli şöyle anlatır: “Dünyâya karşı zâhid ol, Allah tarafından sevilirsin; insanların elindekine karşı zâhid ol, insanlar tarafından sevilirsin.”
Dünyâ ve dünyâ malının bizzat kendisi kınanmış değildir. Mezmûm olan, dünyânın tanrılaşarak insanı kendine esir etmesidir. Nitekim Hz. Mevlânâ bu konuda şunları söyler:
Dünyâ nedir? Allah’tan gâfil olmaktır
Ne kadın, ne kumaş, ne altın, ne gümüştür.
Mevlânâ Allah’tan gâfil olmak olarak gördüğü dünyâ malının âhirette geçerli olmayacağını, bunun yerine oraya gönül götürmek gerektiğini şöyle ifâde eder:
Ben gönle bakarım bakmam sana
Ey can, gönül armağan getir bana.
II- DİN ADAMININ DIŞ ALGISI/ZÂHİRÎ İMAJI ya da BEŞERÎ İLİŞKİLERİ
Din adamı dışardan algılanışı îtibârıyla Rasûlullah’ın üsve-i hasene özelliğine vâris model insan konumundadır. Bu yüzden beşerî ilişkilerinde zâhirî imajı açısından karakter sâhibi olması ve şu “model” husûsiyetleri hâiz bulunması gerekir:
1- Karakter Sâhibi Model İnsan Olmak
Karakter insânî ilişkilerde, doğruluk, güven, vefâ, dürüstlük ve davranışlardaki tutarlılığı ifâde eder. “İnsanlar dehâya hayrandır, ama karakterin peşinden gider” diye bir söz vardır. Nitekim “es-Sâdık” ve “el-Emîn” sıfatlarıyla karakter şâhikası olan Hz. Muhammed (s.a.) Kureyş müşriklerine bile: “Biz sana yalancı diyemeyiz” dedirtmişti.
Model din adamı hayât rehberidir. Bu yüzden otoriter değil; karizmatik ve sempatiktir. Cezâ ve sorgu hâkimi veya polis ve jandarma gibi davranmaz. Eğitmek, doğruları söylemek ya da şiddet uygulayarak zorla yaptırmak değil, yaparak örnek olmaktır. Bizde -her nedense- baba, hoca ve koca otoriter olmak zorunda imiş gibi yanlış bir algı oluşmuş. Bu yüzden zaman zaman iletişim problemlerine ve şiddete davetiye çıkarılmıştır.
2- Sevgi Âbidesi Olmak
Model din adamı sevgi ve heyecân aşılayan ve insanları ateşleyendir. İşin temeli sevgidir. Çünkü model din adamı yaratandan ötürü yaratılanları sever. Yûnus’un ifâdesiyle:
Elif okuduk ötürü Pazar eyledik götürü
Yaradılanı severiz Yaradandan ötürü
Ben gelmedim dâvî için Benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir Gönüller yapmaya geldim
Önemli olan gönül yapmak ve gönle girmektir. Çünkü gönlüne girmediğiniz insanın beynine ulaşamazsınız.
Gönlü sevgiyle dolu model din adamı paylaşan insan demektir. Ayrıca din adamı çok farklı paylaşım ortamlarına sâhiptir. Çünkü din hizmeti verenler işlerinin gereği insanların en acılı ve en mutlu günlerinde onlarla beraber olma imkânına sâhiptir. Nitekim nikâh/düğün ve doğum gibi sevinç anlarında; ölüm, hastalık, kazâ ve musîbet gibi hüzün zamanlarında din adamı insanların yanında bulunur, acılarını ve sevinçlerini paylaşır.
Model din adamı başkalarının acılarını ve sevinçlerini; kendisinin imkânlarını başkalarıyla paylaşır; sofrası, kapısı ve gönlü dâimâ açıktır. Model din adamı müstağnidir; yaptığı iş ve hizmetlerden karşılık beklemez.
Model din adamı insanların derdlerine ve sevinçlerine ortak olur. Çünkü Allah Rasûlü zaman zaman ashâbına sorardı: “Bugün içinizden bir yetim başı okşayan, bir cenâze teşyi eden ve hasta ziyâret eden var mı?”
Gönlü sevgiyle dolu model din adamı insanlara karşı hoşgörülü ve yumuşak davranır. Beşerî ilişkilerde karşısındakini suçlayıp kendinin suçsuz olduğunu iddiâ etmek ilişkileri bitirmek demektir. Oysa muâhezeyi kendine, müsâmahayı karşısındakine gösteren, ilişkilerde dâimâ kârlı çıkar. Başkalarına katlanmak ve kendi kusurunun farkına varmak zor ama onurlu bir iştir. Bu yüzden model din adamı gönlündeki sevgi ateşi sâyesinde kendine yapılan kötülüklere bile iyilikle mukâbele eder. Nitekim Allah Teâlâ buyurur: “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde sav. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.”
Kötülük en güzel hasletlerle savuşturulur: Gadaba karşı sabır, bilgisizliğe hilm, kötülüğe afv ile mukâbele edilir.
Model din adamı insanlara karşı “kavl-i leyyin” ile konuşur. Nitekim Allah Teâlâ Fir’avn’a gönderdiği Mûsâ ve Hârun’a şöyle buyurmuştu: “Fir’avn’a gidin. Çünkü o, iyiden iyiye azdı. Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt dinler veya çekinir.”
Allah Rasûlü buyurur: Size iyilik yapana iyilik yapmak meziyet değildir. Asıl meziyet kötülük yapana da iyilik yapabilmektir. Merhametiniz bütün mahlûkata şâmil olmadıkça cennete giremezsiniz.
Model din adamı kime nasıl konuşulacağını; nasıl tepki verileceğini bilir. Nitekim Yûnus bunu şöyle ifâde eder:
Dövene elsiz gerek, Sövene dilsiz gerek,
Dervîş gönülsüz gerek, Sen dervîş olamazsın.
3- Günahkâra Değil Günaha Kızmak
Allah “Settâr” isminin sâhibi olduğu için model din adamına yakışan, ayb örtücü olmak; dostunun, cemâatinin kusurlarını setr edip gizlemek, güzelliklerini ise teşhîr etmektir. Meydanda zinâ eden çiftin üzerine günah işlediklerini düşünmeden cübbesini örterek “yorganları da yokmuş gariplerin” diyen bir anlayışa sâhip olmaktır.
Model din adamı cemâatinden insanların yanlış davranışlarını eleştirip uyarabilir ama kızıp kınayamaz ve onlardan kopamaz. Nitekim Allah Teâlâ’nın peygamberine tâlim ettiği ahlâkın da gereği budur. Allah Hz. Peygamber (s.a.)’e: “Onlar sana uymaz, karşı gelirlerse ben sizin yaptıklarınızdan uzağım, de!” buyurmuş ve fakat “sizden uzağım de” dememiştir. Buradan davranışlarla şahısların arasını ayırarak yanlışları sebebiyle kardeşin üstünün çizilmesine izin olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü insanın hal ve hareketlerinde meydana gelen değişiklik ve ârızî bir sürçme, bir zaaf eseri olarak ortaya çıkmışsa kişinin bundan vazgeçip düzeltmesi umulur. Bir hareketi sebebiyle onun bütünüyle kınanması doğru değildir. Nitekim sahâbîler had cezâsı vere vere bıktıkları birine lânet edince Hz. Peygamber (s.a.): “Ona lânet etmeyin, o Allah’ı ve Rasûlü’nü seviyor” buyurmuştu.
4- Fedâkâr, Cefâkâr ve Özverili Davranmak
Model din adamı Allah rızâsı için aşılamayacak güçlükleri aşmak gerektiğini bilir. Hizmet yolunda her güçlüğü aşmak gerçek fedâkârlıktır. Din adamı mâzeret üretmez, iş üretir, çıkış yolu arar. İşinin eri ve kahramanıdır, çiftçi gibi ektiği tohumun derdine düşer, onu kurda kuşa yem etmez.
İnsanlara ulaşmanın yolu onların problemlerini çözmekten geçer, o da; fedâkârlık ister; özveri ister; kendinden, keyfinden ve istirâhatından geçmek ister; îsâr ister; zamanından vermek ister. Zaman insanlara verilecek en değerli armağandır. Sevgi ve zaman iki hazînedir. Biri kullandıkça azalır diğeri ise kullandıkça çoğalır.
5- İnsanlarla Gönülden Anlaşmak Herkese Anladığı Dille Konuşmak
Model din adamı nerede ne söylediğini bilir. Lüzûmu kadar konuşur, boş laftan sakınır. Nitekim Allah Teâlâ kurtuluşa eren müminlerin vasıflarını sayarken şöyle buyurur: “Onlar boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler.”
Din adamı hitâbetin inceliklerinden yaralanarak insanlarda heyecân uyandırmaya çalışır. Herkese anlayacağı dille hitâb etmek nebevî bir usûldür. Nitekim Allah Rasûlü: “İnsanlara akılları ölçüsünce konuşun” buyurur. Yûnus da sözün yerine ve mahalline göre etkisini ne güzel anlatır:
Söz ola kese savaşı Söz ola kestire başı
Söz ola âğûlu aşı Yağ ile bal ede bir söz
İnsânî ilişkilerde bâzen hal lisânı ile konuşmak ve beden dilini kullanmak, konuşmanın etkisini artırır. “Kalbden kalbe yol vardır” sözü gönüller arası konuşmanın bir ifâdesidir. Hz. Mevlânâ: “Hâl/fiil dilinin kâl/söz dilinden etkili olduğunu” söyler. Yine Mevlânâ’ya göre sükût, ruhlar arasında bir konuşma ve anlaşma ifâdesidir. Susmakla sözümüz daha tesirli olur. Dilsiz dudaksız konuşmalarla duygularımızı daha açık anlatabiliriz. Bir şâir der ki:
“Sen hâmûş ol, mâcerâyı çeşm-i giryan söy¬lesin!” “Sen sus; olayı ağlayan göz anlatsın!”
Eşrefoğlu der ki:
Dil dudak deprenmeden sözden anlayan gelsin
6- İşini Emânet Görerek İncinmemek ve İncitmemek
Model din adamı sâhip olduğu makâmı ve imkânı âriyet, cemâat ve hizmeti emânet görür. Emâneti koruyarak ona sâhip çıkar. Cemâatine ve talebelerine özgüven ve vefâ aşılamaya çalışır.
Bugün “kendini başkalarının yerine koymak” anlamına gelen empati duygusu, din adamının duygudaşlık vasfıdır. İnsanın kendisine yapılmasını istediği muâmeleyi başkalarına da yapmasını; kendisine yapılmasını istemediğini başkalarına da yapmamasını ifâde eden bu davranış, toplum içinde insanın incitmeden ve incinmeden; kırmadan ve kırılmadan yaşamasını sağlayacak bir duygu derinliğidir. Başkasının yarasını yüreğinde hisseden başkalarının sevgisine lâyık olur.
SONUÇ
Din adamlığı bir irşâd ve ıslâh faaliyetidir. Ancak irşâd ve ıslâh için bu işi yapacak olanın “reşâd’a ermiş, salâh bulmuş” olması gerekir. Eskilerin ifâdesiyle “salâh olmadan ıslâh, reşâd olmadan irşâd olmaz.” Bu yönüyle din adamının iç âleminde ve gönül dünyâsında itmînâna ermiş, takvâ ve azîmet kaygısı taşıyan bir konumda bulunması gerekir. Sâdece bilgi yoğun bir yetişme tarzının ıslâh ve irşâd için yetmediği açıktır.
İlmin/bilginin amelle; değiştiren, dönüştüren sâlih amelle buluşması önem arz eder. Arapçada bir kural vardır: “Lâfızları birbirine yakın olan kelimelerin mânâları da birbirine yakındır.” İlim ile amel kelimeleri aynı harflerden oluşmaktadır. Dolayısıyla aralarında sıkı bir münâsebet vardır. İlmin i’lâma/tanıtım ve dâvete dönüşmesi amelle buluşmasına bağlıdır.
Câmi ve mescidler sâdece mâbed, din adamı da namaz kıldırma, ezân okuma ya da vaaz etme memuru değildir. Din adamlığı insanlarla birebir ilişkiyi gerekli kılan bir hizmettir. Dolayısıyla kitleye namaz kıldırmak, müezzinlik yapmak ve vaaz etmek insanları inşâ için yeterli değildir. Din adamı cemâatin derdleriyle, problemleriyle ve her türlü sıkıntılarıyla ilgilenmek durumundadır. Çünkü din adamlığı, sosyal ve mânevî bir liderlik demektir. Liderliğin temel şartlarından biri paylaşmak, diğeri risk almaktır.
Din adamının, cemâatin sosyal ve ekonomik problemlerini çözecek bir ilgi ve duyarlılığa sâhip olması gerektiği gibi ekonomik ve sosyal bir güce sâhip olması da gerekmektedir. Bu yüzden din adamları, Sosyal Hizmetler Vakfı yönetimlerinde görev ve sorumluluk üstlenerek cemâatlerinin problemlerini bu vâsıtayla çözmeye çalışabilirler. Ya da Diyânet Vakfı bu tür bir yapılanmaya giderek ilçe müftülükleri ve mahalle câmi görevlileri vâsıtasıyla sosyal hizmet ağını genişletmeli, din adamlarını da bu alanda istihdâm etmelidir. Din adamları bir yandan Sosyal Hizmetler veya Diyânet Vakfı’ndan hizmet desteği alırken diğer yandan da kendileri bu hizmetlere destek vererek din adamlığını amatör bir rûh ve profesyonel bir anlayışla yürütmelidirler. AB’ye giriş sürecinde dînî hizmetlerin sivilleşerek sivil toplum kuruluşları tarafından yürütülmesi konusu da hesâba katılınca din adamlarının vakıf ve dernek gibi sosyal kurumlarda aktif olarak cemâatlerine hizmet etmesi daha bir önem arz etmektedir.
Din adamı mahallenin muhtarı ya da nüfus memuru gibi görev yaptığı alandaki insanların sosyal yapılarını yakından tanımalıdır. Kendisine cemâat olarak ya da ders okumaya gelenlerle irtibâtını sürdürmelidir. Özellikle çocukların ve gençlerin kendisiyle irtibâtını sürdürebileceği ortamları kollamalı, öğrencilere burslar bulmalı, küçüklere de temin edeceği çikolata ve benzeri ikrâmlarla gönüllerinde iz bırakabilmelidir. Din adamları, sâdece câmiye gelenlerle değil gelmeyenlerle de ilgilenmenin yolunu bulmalı, görev yaptığı bölgede yaşayan insanları evlerinde ve işyerlerinde ziyâret ederek İslâm’ın güler yüzünü insanların yüreklerine sunabilmelidir.
İnsanlar üzerinde iz bırakanlar ve toplumda müessir olanlar genellikle tevâzû ve cömerdlik sâhipleridir. Din adamları mütevâzı olmalı, toplumun her sınıfından, her yaştaki insanla sıcak ve alçakgönüllü bir üslûb ile diyalog kurabilmeli, yerine göre elindeki mahdud imkânı insanlarla paylaşabilmelidir. Sırasında bir çay ikrâmı bile önemli bir vesîledir. Özellikle hocaların “alan el” olmak şeklindeki yaygın ve yanlış imajının düzeltilmesi bu küçük ama yürekten ikrâmlarla ve cömerd tavırlarla mümkün olabilecektir.
Herkese maddî destek sağlayarak işini görmek ve yardımcı olmak, din adamının sınırlı bütçesi içinde elbette mümkün değildir. Ama insanların problemlerini çözmek için onlara yardımcı olmada gönüllerinde iz bırakacak sıcak bir ilişki ve sâhiplenme duygusu çok önemlidir. Çünkü problemini çözdüğünüz insan sizindir, çözmediğiniz başkalarının. Velhâsıl din adamları derd dinleyen, problem çözen ve insanlara zaman ayıran olmak zorundadır.
İnsanların konumlarından sürekli şikâyetçi olmasını ve bunu mutsuzluk vesîlesi görmesini psikiyatristler bir rûh sağlığı problemi olarak değerlendirir; tedâvi için hayır terapileriyle insanları kendilerinden çok daha zor ve dar durumda bulunan fakîr, yoksul, hasta ve bîçârelerle karşı karşıya getirmeyi önerir. Çünkü insanoğlu sürekli daha fazlasını isteyen bir konumdadır. Din adamı da olsa sonuç değişmez. Ama insanların sahaya inip kendinden bin beterini görünce etkilenip hâline şükretmesi ve ona yardımcı olma duygusuna kapılması melhûzdur.
Toplumda çeşitli gurupların kendi aralarındaki ilişkilerde birtakım iletişim kazalarının yaşandığı görüle gelmektedir. Din adamlarının da kendi içlerindeki ast-üst ilişkilerinde benzer sıkıntılar yaşadığı gizli değildir. Ancak kendi aralarında karşılıklı samîmiyet, sevgi ve güveni yakalayamamış kimselerin başkalarına sevgi ve güven aşılamasının zor olacağı îzâhtan vârestedir. Diyânet, câmia içerisindeki bu tür olumsuzlukları gidermek üzere: “Tevhîd-i efâl tevhîd-i kulûbe vâbestedir.” Yâni aynı işleri yapanların yürekleri birleşir, kuralından yararlanarak mensûblarının birlikteliklerini ve paylaşım noktalarını arttırmalıdır. Aylık toplantılar yeterli değildir. Çeşitli sosyal etkinlikler, âilelerin de katılacağı gezi ve piknik programları, insanların birbirlerini daha iyi tanıyıp sevişmelerine imkân sunabilir. Diyânet’in elinde bu imkân vardır. Başta herkese: “Öğrenme ve eğitimin mezara kadar sürdüğü” ilkesi benimsetilmelidir. Hacc ve umre başta olmak üzere; ülke içindeki târihî ve kültürel alanlara yapılacak inanç turizmi çok işe yarayabilir. Ancak bu seyahatler öncesinde bilgilendirme toplantıları, seyahatler sırasında da özelliği olan bir görevlinin liderliğinde kaynaştırma ortamları sunulmalıdır. Tecrübesiz din görevlileri için bu yıl ilk defa yapılan umre seyahatinin iyi bir uygulama olduğunu düşünüyorum.
Diyânet ayrıca personelinin hizmet heyecânını ve gönüllülük duygusunu arttırmak üzere motivasyon toplantıları ve hizmet içi seminerleri gerçekleştirmelidir. Her personelden aynı seviyede sonuç almak mümkün değildir. Ancak insanların moral ve motivasyonlarının diri tutulması, hizmet konusunda uyarılması ve bunların olabildiğince kendi üslûbu içerisinde gerçekleştirilmesi kaliteyi arttıracaktır. Bu maksadla yapılacak toplantı ve programların yasak savma türünden değil, personelin iknâ edilerek bir ihtiyâca mebnî olduğu anlatılarak verilmesi gerekir.
SONUÇ BİLDİRGESİ
Bugün din adamının hem kendi kendisini, hem de toplumun kendisini algısı ayrı ayrı önem arz etmektedir. Yaygın bir algı olan: “Sen hocanın gittiği yoldan gitme, söylediğini yap!” imajı son derece yaralayıcıdır. Bu deyim aslında din adamının konuştuğunda insanlara ruhsat yolunu gösterip kendisinin azîmeti tercih ettiğini ifâde eder. İnsanlar da azîmete güç yetiremeyeceğinden hocanın yaptığını değil söylediğini tutmalıdırlar. Bugün hocalar söylerler ama davranışlarıyla bunu uygulamazlar anlamında kullanılan bu algının düzeltilmesi için yapılması gereken şeyler şunlardır:
1- Din adamları liderlik vasfı olan insanlar arasından seçilip idealize edilerek iç dünyâlarında ideal, dış dünyâlarında model konuma hazırlanmalıdır.
2- Din adamlığının sosyal ve ekonomik statüsü özendirici konuma çıkarılmalıdır.
3- Din hizmetlerinde; cemâati çoğaltmak, cemâatin kalitesini artırmak gibi konularda din adamlarının önüne hedefler koyarak bu hedefleri aşanlar ve o hedeflere ulaşanlar ödüllendirilmelidir.
4- Din adamlığının müeyyidesinin bulunmadığı; tek müeyyidenin gönüllere girmekten ibâret olduğu gerçeğinden hareketle din adamlarına gönüllere hulûl etmenin yolu öğretilmelidir. Bu konularda hizmet içi eğitimler yapılmalıdır.
5- Gönül adamlığı konusunda tasavvufî eserlerden ve bu kültüre âid birikimden istifâde yolları aranmalıdır.
BİBLİYOGRAFYA
Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, I-VI, İstanbul 1992.
Buhârî, Ebû Abdillâh Muhammed bin İsmâil, el-Câmiu’s-sahîh, I-VIII, İstanbul, 1992.
Deylemî, Ebû Şücâ’ Şîrûye bin Şehridâr, el-Firdevs bi-Me’sûri’l-Hitâb, Beyrut, 1986.
Ebû Abdullah İbnu’l-Beyyi Muhammed Hâkim Nisâburî, Müstedrek, Beyrut 1990.
Ebu’l-Fazl Celaleddin Abdurrahman b. Ebi Bekr Suyûti, el-Câmiü’s-sagîr, Mısır 1306.
Fahreddin Râzî, et-Tefsîru’l-kebîr, Beyrût 1990; trc: Suat Yıldırım ve arkadaşları, Ankara 1995.
Hâris Muhâsibî, er-Riâye li hukukillâh, thk: Abdulkadir Ahmed Ata, Kâhire 1970.
İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdülmelik, Sîretü’n-Nebî, I-IV, Beyrut 1937, (Dâru’l-Fikr).
H. Kâmil Yılmaz, Gönül Penceresinden, İstanbul 2006.
H. Kâmil Yılmaz, “Eğitimde Gönül Faktörü –Mevlânâ Örneği–”, Yetişkinlik Dönemi Eğitimi ve Problemleri, İstanbul 2006.
H. Kâmil Yılmaz, “Gönül Adamlığı”, Altınoluk, Kasım 2005, sy. 237.
İbn Mâce, Ebû Abdillâh Muhammed bin Yezid el-Kazvinî, Sünen İbn Mâce, I-II, İstanbul 1992.
İbn-i Sa’d, Muhammed, et-Tabakâtü’l-kübrâ, I-IX, Beyrut, (Dâru Sâdır).
Mevlânâ Celaleddin Rûmî, Mesnevî, nşr. Adnan Karaismailoğlu, Konya 1384. Konya Büyükşehir Belediye Başkanlığı Neşri.
Mustafa Merter, Dokuz Yüz Katlı İnsan, İstanbul 2006.
Müslim, Ebû’l-Hüseyin bin Haccâc el-Kuşeyrî, el-Câmiu’s-sahîh (thk. Muhammed Fuâd Abdülbâkî), I-III, İstanbul, 1992.
Şefik Can, Mesnevî Tercümesi, İstanbul 1999.
Vâhidî, İmâm Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed, Esbâbü nüzûli’l-Kur’ân, thk: Kemâl Besyûnî Zağlûl, Beyrut 1990.
Tirmizî, Ebû İsâ, Muhammed bin İsâ, Sünenü’t-Tirmizî, I-V, İstanbul 1992.