Altınoluk Dergisi, 2009 – Kasim, Sayı: 285, Sayfa: 008
Küçük Cihâd Nedir? Büyük Cihâd Nedir?
Cihâd, insanla İslâm arasındaki engelleri kaldırmaya yönelik her türlü cehd, çaba ve gayretin adıdır. Bu çabanın dışa dönük ve başkalarını muhâtab alanı küçük cihâd, içe dönük insanın öz nefsine yönelik olanı ise büyük cihâd olarak anılır.
Savaş ve şehîdliğe varan bir mücâdele ve mücâhedenin küçük cihâd olarak değerlendirilmesi, nefsle cihâdın ise cihâd-ı ekber/en büyük cenk olarak görülmesi ilk nazarda insana ters gibi görünebilir. Birinde sonu ölümle bitecek şehîdliğe varan bir cenk, savaş ve mücâhede, diğerinde ise insanın kendi kendisiyle uğraşması; yâni riyâzat ve mücâhedeyle nefsini ıslâha çalışması söz konusudur. Nasıl olur da sonu ölüm ve şehîdliğe varan bir cihâd küçük, nefsle cihâd ise büyük olarak anılabilir?
Büyük cihâd olarak anılan nefs ile mücâhedenin diğerinden üstünlüğü hem niyette, hem de zorluğundadır. Küçük cihâdın gâyesi ve bunda kulun niyeti, Hakk’a vuslat ve cemâl-i ilâhîyi müşâhededir. Bir başka ifâdeyle küçük cihâdın gâyesi şehîdlik, büyük cihâdın gâyesi ise sıddîklıktır. Yâni Hz. Ebû Bekir Sıddîk gibi sâdık ve samîmî bir mümin olmaktır. Kur’an’ın diliyle sıddîklık, şehîdlikten üstündür. Nitekim Allah Teâlâ: “Kim Allah’a ve Rasûle itâat ederse işte onlar Allah’ın kendilerine nîmet verdiği peygamberler, sıddîklar, şehîdler ve sâlihlerle beraberdir. Onlar ne güzel arkadaştır”1 buyurarak sıddîklığı şehîdlikten önce zikretmiştir. Âyetten, âhirette en yüksek derecenin peygamberlere, ardından sıddîkler ile şehîd ve sâlihlere âid olduğu anlaşılmaktadır.
Küçük cihâd, kâfirlerle yapılan cenk, mücâhede ve muhârebedir. Dış âlemin temizlenmesine ve ıslâhına yöneliktir. Büyük cihâd ise bâtını ıslâh etmeğe yöneliktir. Bâtın/iç âlemin ıslâhı, zâhir/dış âlemin ıslâhından daha güç bir iştir. Zâhirde görülen bir kâfirin nefsini öldürmek, bedenini ortadan kaldırmak kolaydır. Ama insanın bâtınında bulunan ve sürekli kötülüğü emreden nefsle2 cenk etmek ve onu yenmek kolay değildir. Bu ancak Allah’ın yardımıyla sıdk kılıcı ile olabilecek bir iştir.
Mücâhid savaşta kâfir kılıcıyla şehâdet mertebesine ulaşınca her türlü yorgunluktan kurtulur; Hakk katında diri olarak rızıklandırılmaya hak kazanır.3 Ama sıdk ehli, nefslerini sıdk kılıcıyla günde bin kere öldürse, o nefs yine her defasında bir başka şekilde dirilir ve insana tuzak kurmaya devam eder. Bu yüzden nefs ile cihâd eden cenk ehli, göz açıp kapayıncaya kadar bile olsa nefs ile mücâdeleye ara vermez. Nitekim Allah Rasûlü’nün şu duâsı bunun en güzel ifâdesidir: “Ey Allahım, göz açıp kapayıncaya kadar, hattâ ondan daha kısa bir süre beni nefsime bırakma.”4
Nefsin tuzağından emîn olmak mümkün değildir. Nefs, Hakk’ın imtihân tuzağının sûreti olduğundandır ki nefslerine zulmeden, kendi kendine kıyan kimseler hâriç, kimse onun tuzağından emîn olamaz. Cihâd-ı ekber sayılan nefs ile cenk, zordur; fakat başarılı olunduğunda insanın gönlündeki şefkat ve merhameti artırır. Bu yüzden böylelerinden kimse zarar görmez.
Allah Rasûlü’nün bir savaş sonrası söylediği rivâyet edilen: “Şimdi küçük cihâddan büyük cihâda nefs ile cenge dönüyoruzv!”5 sözü dikkat çekicidir. O, başka hadîslerinde de nefs ile cihâdın önemi konusunda şöyle buyurmuştur: “Mücâhid, nefsine karşı cihâd eden kimsedir.”6 “Akıllı, nefsine hâkim olup onu hesâba çekerek ölüm ötesi için çalışan, ahmak ise nefsinin hevâsına tâbî olduğu hâlde bu durumundan hayır umandır.”7
Nefsin Tuzakları
Nefs ile cengin en büyük cihâd sayılmasının sebebi, nefsin sürekli tuzaklar kuran ve insanı kötülüğe çağıran özelliğidir. İnsan nefsinin sürekli kötülüğe çağıran hevâ sıfatları pek çoktur. Genelde kabûl edilen yaygın görüşe göre onlar yedidir: Kibir/büyüklük taslama, ucüb/kendini beğenme, riyâ/gösteriş, gadab/öfke, hased/kıskançlık, mal sevgisi ve makâm tutkusudur.
1- Nefsin tuzaklarından ilki insanın büyüklenmesi anlamına kibirdir. Allah’ın kendine has kıldığı kibriyâ ve azamet sıfatının nefsânî zaaf ve şeytânî bir vasıf olarak tezâhürü insanın temel problemidir. Âlemdeki zuhûru şeytânın kibirle kendini üstün görerek Âdem’e secde etmemesiyle başlamış,8 ondan da insana geçmiştir. Kibrin tedâvisi, insanın konumunu ve yerini bilerek tevâzû sâhibi olmasından geçer.
2- Nefsin tuzaklarından ikincisi insanın kendini beğenmesi mânâsına ucübdür. Büyüklenip başkalarına tepeden bakmayı, kendini beğenip başkalarını hor görmeyi doğuran bu nefsânî ve şeytânî vasıf, başa çıkılması çok kolay olmayan bir özelliktir. Ucbün tedâvisi, kibirde olduğu gibi tevâzû sâhibi olmaktır.
3- Nefsin tuzaklarından üçüncüsü riyâdır. Başkaları tarafından takdîr edilme arzusuyla onlara karşı yapılan gösteriştir. İnsanların övmelerine olan zaaf ile yermelerinden korkmak ve incinmektir. Bunu tetikleyen ucüb; yâni kendini beğenmektir. İnsanın gözü dışa dönük olduğu için dâimâ karşısındakini görür. Bu da insanın halkın ayıplarıyla uğraşıp kendi eksiklerini görmezden gelmesine sebep olur. Nefsin bu tuzaktan kurtulması için ona kusûr ve hatalarını göstermek gerekir. Amelindeki eksikliği ve ihlâsındaki azlığı ona hissettirmek lâzımdır. Riyânın tedâvisi ihlâsa ermeye çalışmakla olur. Ayrıca bu hâlin tedâvisi, Allah’ın kalıba değil, kalbe baktığını; âhiretteki derecenin kalpteki duygulara bağlı olarak eksilip artabileceğini bilmek sûretiyle olur. İçte bulunan bir hâli dışta ızhâr etmenin bir faydası bulunmadığı gibi, halkın övgü ve yergisinin Hakk nezdinde hiçbir değeri yoktur.
4- Nefsin tuzaklarından dördüncüsü gadabdır. Öfkelenip kızma hastalığıdır. Gadab şeytânî bir sıfattır. Tedâvisi kazâya rızâ göstermeye alışmak sûretiyle olur. Peygamberimiz’in öfkelenmemek, gadabını yenmek husûsunda pek çok tavsiyeleri vardır. Öfke aklı baştan alır, muhâkeme ve kontrolü kaybettirir.
5- Nefsin tuzaklarından beşincisi haseddir. Başkalarının sâhip olduğu nîmetleri kıskanmaktır. Hasedin sebebi taksîm-i ilâhîye râzı olmamaktır. İnsan, samîmî bir îmân ile ilâhî taksîme râzı olma özelliği kazandığı an, nefsin kıskançlık kıskacından kurtulur.
6- Nefsin tuzaklarından altıncısı mal sevgisidir. Hırs ve tama’ ile dünyâya düşkünlüktür. Sebebi ölümü unutmak, nefsin insana telkin ettiği ebediyet duygusuna aldanmaktır. Tedâvisi ölümü çokça hatırlamak, ebediyet yurdunun dünyâda değil, ahirette bulunduğunu düşünmektir. Tama’ insanı cimriliğe, cimrilik maddeye ve kula kul olmaya götürür.
7- Nefsin tuzaklarından yedincisi makâm tutkusudur. Bu da kendini beğenme hastalığından, şöhret ve baş olma tutkusundan kaynaklanır. Tedâvisi Allah’ın kendisine hakkı hakk bilme lütfunda bulunduğunu, ancak Allah’ın bu lütfuna karşı onun şükürde kusûr ettiğini düşünerek tevâzû/alçak gönüllülük yolunu tutmasıyla olur. Baş olma ve îtibâr duygusu insanı içini ihmâl edip dışını süslemeye, olduğundan fazla görünmeye yönlendirir.
Bu yedi nefsânî sıfattan her biri başa çıkılması çok zor özelliklerdir. Bunlarla her an diri bir gönül ve uyanık bir zihinle mücâdele gerekir. En küçük ihmâl ve gaflet insanı perişan edebilir. Nefsin bu vasıflarında başarıya erenler büyük cengin muzafferleri sayılırlar.
Kul malını ve canını cennet için fedâ ederse cihâd-ı asgar yapmış olur ve ona bu adanmışlığından dolayı cennet vardır. Ancak kalbini, gönlünü ve rûhunu Allah’ı taleb ve O’na vuslat yolunda fedâ edene de cennetin sâhibi vardır ki bu yapılan da cihâd-ı ekberdir. Görünen düşmanın elinden kurtulmak, onu öldürmek sûretiyle; görünmeyen ve fakat sürekli yakamızı bırakmayan nefs düşmanının elinden kurtulmak ise, onun hevâsını öldürmekle olur.
Allah Teâlâ zâhirde görünen düşmanla mücâdele eden müminlere onların görmediği ordularıyla yardım ettiği gibi bâtındaki iç düşmanla; yâni nefsiyle mücâdele eden ve hak üzere olan Müslümanlara rûhânî ve mânevî ordularıyla destek olur. Cihâd-ı ekberle uğraşan müminin vücûdunda bu tür görünmeyen ordular zuhûr edince şer kaynağı olan nefsânî güçler onlar karşısında tutunamaz. Bu ilâhî yardımları celb eden, insanın gönlündeki yakînî îmân ve itmînândır. O sâyede insan, nefsine direnip Allah’ın ihlâsa erdirdiği bahtiyârlardan olabilir.
Allah Rasûlü: “Düşmanların en korkuncu senin iki yanın arasında/içinde bulunan nefsindir”9 buyurur. Nefs, karşı koyma açısından düşmanların en kuvvetlisi, kararlılık yönünden en güçlüsüdür. Nefsle cihâdın “ekber” oluşu sonuçta nefsi Hakk’a teslîm etmeyi amaçlamasından dolayıdır.
Nefsini, hevâsına ram olmaktan koruyan, malını nefsinin isteklerine harcamak yerine daha hayırlısına saklayan kimse hem canıyla, hem de malıyla cihâd etmiş ve cihâd-ı ekbere ermiş sayılır. ¢
Dipnotlar: 1) en-Nisâ, 4/69. 2) Yûsuf, 12/53. 3) Bkz. Âl-i İmrân, 3/169. 4) Ebû Dâvud, Edeb, 100-101. 5) Bkz. Süyûtî, II, 73; Münâvî, Feyzü’l-kadîr şerhu’l-câmii’s-sağîr, Beyrut 1994, III, 141/2873; Ali el-Müttakî, IV, 430/11260. 6) Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 2/1621; İbn Hanbel, VI, 20. 7) Tirmizî, Kıyâmet, 25/2459; İbn Mâce, Zühd, 31. 8) Bkz. el-Bakara, 2/34. 9) Keşfü’l-hafâ, I, 143 (Beyhakî’den).