Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Çevre Faktörü ve İnsan

Altınoluk Dergisi, 2000 – Nisan, Sayı: 170, Sayfa: 040

Çevre denilince, bugün her ne kadar sâdece fizik ve kısmen sosyal çevre anlaşılıyorsa da insanı kuşatan bir iç, bir de dış çevrenin varlığından söz ederek işe başlamak gerekiyor. İç çevre; insanın gönül ve kalb dünyası ile duygu ve zihin âleminden oluşmaktadır. Dış çevre ise sosyal çevre, fizik çevre ve zaman olmak üzere üç grupta toplanabilir.

I. İÇ ÇEVRE

İnsanın gönül, akıl ve duygu dünyasıdır. İnsanın doğuşta hazır bulduğu iç çevresini temiz tutması; însânî ve İslâmî değerlerle bezemesi mutluluğun temel şartı olarak görülmektedir. İç çevrede özellikle kalb temizliği ve kalbin gerçek sahibine tahsîsi, gönül çevresinin ayrık otlanınca işgalini önler. Nitekim Allah Teâlâ’nın “Allah insanın göğüs boşluğunda iki kalb yaratmamıştır.” (el-Ahzâb, 33/4) hükmü, işin reçetesi konumundadır. İnsan fıtrî olarak inanmak ve tapmak ihtiyacındadır. Gönül çevresinin temel dokusu Allah ve Peygamber sevgisidir. Bu temel doku, diğer yaratıkların sevgisi ne de gereği kadar yer bırakır. Ama gönle önce dünya ve mâsivâ girerse bunlar, ayrık otu gibi kalbi işgal ederek orada asıl yetişmesi gereken nazenin çiçeklere yer bırakmaz. Çağımızın temel problemlerinden biri budur. Nitekim manevî ve dînî bir eğitim almamış insanların tanrılaştırıp putlaştırdıkları şeyler o kadar çok ki… Bu durum insanları kafa karışıklığına ve kalb bulanıklığına itiyor. Çağdaş putları çoğaltıyor. Nitekim bir futbol maçında stadyumun kenarından kameralar aracılığıyla televizyon ekranlarına ve gazetelere yansıyan bir pankarttaki şu ifadeler bu tür binlerce sapmadan sâdece biridir:“Öylesine kutsalsın ki gözümde Beşiktaşım, her hatta gelir sana ibâdet ederim.”

Kirlenen gönül dünyalarından ve iç çevrelerden yansıyan bu tür aks-i sadâlar, aslında toplumun top-yekûn bir kirlenmişliğe doğru itildiğini göstermektedir. Kulluk insanın mayasında var. (bk. ez-zâriyât, 51/56). İnsan Allah’a kul olmayınca başka kulluklar peşinde koşuyor. Bir başka ifâdeyle din, hayatın dışına itilince insan başka din ve başka tanrılar aramaya başlıyor.

Kalb ve gönül kadar kafa ve gönül dünyası da iyilik ve güzelliklerle, yararlı bilgilerle donatılmaya ve insanoğlu ikisinin bileşkesiyle yol almaya mahkûmdur.

II. DIŞ ÇEVRE

İnsanı dışarıdan kuşatan çevre ya sosyal çevredir, ya fizik çevredir, ya da zamandır.

1.Sosyal Çevre: İnsanı sosyal olarak kuşatan çevre aile, okul, iş, toplum, millet, ümmet ve nihayet topyekün insanlıktır. İnsan, doğuştan bağlısı bulunduğu aile muhîtini seçme şansına sahip değildir. Bu yüzden öncelikle aile çevresinin verdiklerini almak ve ona göre şekillenmek durumundadır. İnsanın doğuştan getirdiği kabiliyetlerle sonradan eğitimle aldığı değerlerin oranı hep tartışılmıştır. Karakterin oluşumu için tesbit edilen O – 9 yaşları, doğuştan getirilen kabiliyetlerle aile ortamının kişiliğin oluşumunda ne kadar etkili olduğunu gözler önüne sermektedir.

İnsan, reşid olduğu zamandan itibaren üyesi bulunacağı sosyal çevreyi seçme, değiştirme veya kendi inanç ve düşüncelerine göre yeniden oluşturma şansına sahiptir. Büyük misyon üstlenmiş insanlar; liderler ve peygamberler, ve mürşidler belli bir sosyal çevre kurarak ideallerini hayata taşırlar. Nitekim Hz. îsâ’nın: “Bana Allah uğrunda kim yardımcı olur?” (Âli imrân, 3/52) diye sorarak yola çıkması, Hz. Musa’nın “Bana ailemden bir yardımcı (vezir) ver!” (Tâhâ, 20/30) diye talepte bulunması, Hz. Peygamber’in Hira mağarasında aldığı nübüvvet görevinden sonra: “Bana şimdi kim inanır?” diye sorup arayışa girmesi, hep sosyal çevre kurma gayretlerinin bir tezahürüdür.

Allah Rasûlü’nün Mekke müşrik toplumundan çekip kurtardığı müminlerden oluşan sosyal çevreyi Erkam’ın evinde toplaması, orada onlara duygu, düşünce ve heyecanlarını aktarıp gönül paslarını temizlemesi bu tür bir çabadır. Çünkü insan, ideallerini en kolay biçimde böyle bir çevrede yaşayabilir.

İnsanların duygu, düşünce ve heyecan açısından mayalanmaya ihtiyacı vardır. Sosyal ve mânevi kirlenmişlikler, sosyal ve manevî ortamlarda arınabilir. Bu ortamlar, güzel insanlarla paylaşıldıkça güzelleşip zenginleşir. Bu yüzden bir çekirdek kadronun her dönemde var olması için bu tür insanların, savaşa bile katılmamaları gerektiği vurgulanmaktadır: “İnsanlar toptan savaşa çıkmamalıdır. Her topluluktan bir taifenin dîni iyi öğrenmek ve geri döndüklerinde milletleri uyarmak üzere geri kalmaları gerekli olmaz mı? Ki böylece yanlış hareketlerden çekinsinler.” (et-Tevbe, 9,122)

İçinde yaşadığımız sosyal çevre sürekli olarak kirlenmektedir. Sosyal çevremizi kirleten şeylerin başında kültür emperyalizmi, kültürel kirlenmişliği ile gelen sanayi ve teknoloji, medya-basın ve uluslar arası enformasyon ağı gelmektedir. İnsanlar, içinde yaşadıkları sosyal kültürel çevrenin etkileriyle uzun süredir bir kimlik bunalımına itilmiş durumdadır, îmanla küfür, ya da îmanla nifak aynı insanın kişiliğinde farkında olmadan birlikte yaşar hâle gelmiş bulunmaktadır. İnsanımız inanç açısından kendisinin kim olduğunun farkına varamamakta bu da insanımızı bunalımlara itmektedir.

Mutlak olarak ele alındığında yararı zararından çok olan teknoloji, sanayi ve medya, ideolojik olarak belli amaçlarla beyin yıkamaya ve değerleri yıkmaya yönelik kullanılınca zararlı hâle gelmektedir.

Sosyal çevrenin kirli etkilerinin iç çevremizi kuşatmasını önlemek için önce iç dünyamızın sağlıklı olması gerekir. Ardından sosyal çevrenin kirli atıklarından uzak durmak inanan insanların kendi sosyal çevrelerini inşâ etmeleri ve alternatif kurumlar üretmeleri gerekir diye düşünüyorum.

İslâm’ı içte ve dışta sağlam ve kolay yaşamanın yolu, iyi bir çevre ve muhitte, güzel insanlarla birliktelikten geçer. İnsan iletişime açık bir varlık olduğundan devamlı surette çevresinden birşeyler alır ve verir. İnsanın iç dünyâsı kap gibi doldukça taşar ve çevresindekilere içindeki duygu, düşünce ve heyecanları taşır. Güçlü şahsiyetlerin insanlar üzerinde etkileyici ve yönlendirici pozitif enerji veren bir yanı vardır.

Birliktelik ve sosyal çevre bu bakımdan önemlidir. İnsan vücûdundan çıktığı tesbit edilen aura ışınlarının varlığı, işin manevî olduğu kadar maddi boyutunun bulunduğunu da ortaya koymuştur.

2. Fizik Çevre: İnsanın içinde yaşadığı ev ortamından, köy ve şehir vasatına, iklimden coğrafî şartlara; hattâ yenilen gıdalara varıncaya kadar herşey fizik çevreyi oluşturur.

İnsan sosyal çevre kadar fizik çevrenin de çocuğudur. Onlardan tesir alır; karakterinin oluşumunda bunların belli bir oranda etkisi vardır. Fizik çevrenin kendi irâdesi dışında varolan kısmından etkilenir. Kendi iradesiyle oluşan kısmına da gönlünde ve kafasındaki inanç ve kültür değerlerini yansıtır. Kimliğinden izler bırakır.

Coğrafi şartların, arazî durumunun, denize uzaklık ve yakınlığın, iklimin insan yapısındaki etkisi çok eski dönemlerden beri bilinen bir husustur. Şehirde yaşayanlarla köyde yaşayanların karakter yapısının farklılığı bilinmektedir, jslâm dünyasının ünlü tarih felsefecisi ve sosyologu İbn Haldun, bu konuda kafa yoran ve isabetli tahlillerde bulunan önemli bir sîmâdır.

Yenilen gıdalar, giyilen libaslar ve icra edilen mesleğin karakter yapısına etki ettiği malûmdur. Nitekim Hz. Peygamber’in: “Tevazuu koyun çobanında, kibir ve inadı deve güdende arayın.” hadisi bunu anlatır. Hayvânî gıdalarla beslenen; et yiyen insanlarla nebatî gıdalarla beslenen insanların karakter yapıları bir değildir. Etle beslenenlerde “saldırganlık” iç güdüsü daha fazla olduğu nebati gıdalarla beslenenlerin daha “türâbi-meşreb” bulunduğu ifade edilmektedir.

İnsanların karakterlerini ve kültürlerini yansıtan fizik çevre, kendi elleriyle kurdukları evler, mâbed-ler, mektepler, sokaklar, şehirler ve diğer medeniyet âbideleridir. Nitekim meselâ kadın erkek ihtilâfını hoş görmeyen kültürlerin evlerinde ve şehir hayatlarında bunların izleri vardır. Evlerdeki harem ve selâmlık düzeni bunun uzantısıdır.

Temizliği akarsu ile yapmayı şart gören kültürlerin insanları ile durgun suyu tercih edenlerin temizlik mekânları ona göre oluşmaktadır. Batı’da durgun su ile yıkanmak aslolduğu için banyoda küvet, lavavoda tıpa vardır. Bizde ise akarsu ile yıkanmak esas olduğu için küvet daha çok duştaşı olarak kullanılmakta, lavabo tıpası ise hiç kullanılmamaktadır.

Klozet denilen Avrupai helalar da Batı’nın temizlik anlayışına göre yapılmıştır. Klozet bizim evlerimize gelince bir su musluğu ilâve edilerek temizlik anlayışımıza uygun hâle getirilmiştir.

Şehircilik ve yerleşim, adından da anlaşılacağı gibi milletlerin, medeniyetlerin kültürel seviyelerini gösterir. Ufuk ve derinliklerini ortaya koyar. Bu yüzden sosyal çevre ile fizik çevre dâima birbirine göre şekillenen iki yapıdır.

Şehirlerimizi bizim kültürümüze göre kurabilseydik bizim dini hayatımızın bir parçası olan kurban ibâdeti için de evlerimizde; apartman bahçelerimizde özel kesim yerleri geliştirir, problemi çözerdik. Bugün ayyuka çıkan bu tartışmaların en azından görüntü ile ilgili kısmını çözmüş olurduk. Ama biz park problemini bile düşünmeden şehirleşen; dünün at ahırları ile at ve araba alanlarını unutup bu güne ayak uyduramayan garip bir toplum olduk.

3. Zaman: Doğumdan ölüme kadar insanı kuşatan bir çevredir zaman. Zaman ister bir hayat birimi, isterse içinde yaşanılan an olsun, insanı etkileyip ihata eden bir özelliğe sahiptir. Zamanın akışı insanın kontrolünde değil. Bu yüzden kullandıkça tükenen bir sermayedir zaman. Kur’an’da zaman konusuna dikkat çeken ayetler onu değerlendirme noktasında ilâhi hassasiyeti ortaya koymaktadır.

Zamanı İmam Şafii’nin ifadesiyle bir kılıç gibi görmek, sen onu kesmezsen onun seni keseceğini düşünmek onu değerlendirme açısından oldukça etkili bir yoldur.

Sûfilerin “ibnü’l-vakt” tabiriyle ifâde ettikleri şey, ne geçen için üzüntüye, ne de gelecek için kaygıya düşmeden içinde bulunulan ânı değerlendirmektir. İçinde bulunulan ân, insandan neyi bekliyor ve hangi şeyi yapmayı gerekli kılıyorsa onu yapmak, olması gerekenle uğraşmaktır. Bunu sağlamak zamanla ilgili problemi çözmek demektir.

Zamanın kutsal sayılan gün ve geceleri ile ayları aslında insana oto-kontrol imkânı sağlar. Yanlışın peşinden koşmaktan kurtulmaya, monotonluktan çıkıp daha zengin ve daha renkli bir kulluk yaşamaya vesile olur.

Zamanı dolu dolu yaşamanın en güzel yollarından biri de ölümü hayat için bir terbiye aracı görerek onun soğukluğunu aşacak bir gayret içinde olmak ve her nefesi son nefes bilmektir. Hz. Peygamber’in ifadesiyle: “Her namazı son namaz olarakkılmaktır.” (İbn Mâce, ZUM, 15; ibn Hanbel, V, 412)