Altınoluk Dergisi, 1989 – Haziran, Sayı: 040, Sayfa: 030
Bâtın; bir şeyin içi gözle görülmeyen tarafı demektir. Ayrıca Allah’ın isimlerinden biridir.
Bâtın kelimesi Kur’anda değişik anlamlarda kullanılmıştır. Allah’ın isimlerinden biri olarak şöyle geçer “O Evvel (her şeyden önce) dir, Âhır (kendisinden sonra hiçbir şeyin kalmayacağı son)dur. Zâhir (varlığı aşikâr) dır. Bâtın (gerçek mâhiyeti insan için gizli)dir.” (el-Hadid, 57/3). Bâtın, bazı ayetlerde de gizli anlamınadır: “Günahın gizlisini (bâtın)de açığını (zâhir)da bırakın” (El-En’am, 6/120) “Açık (zâhir) ve gizli (bâtın) olarak size bolca nimetler ihsan ettiğini görmez misiniz?” (Lokman, 31/20) Râgib el-Isfehânî, son ayette geçen zâhirî nimeti peygamberlik müessesesi, bâtınî nimeti de akıl olarak yorumlamaktadır. (bk.el-Müfredât fi Garîbi’l-Kur’ân, Mısır 1970, s.97) Zâhirî nimeti sağlam vücûd, bâtınî nimeti güzel ahlak olarak anlayanlar da vardır.
Bâtın, hadislerde genellikle “bir şeyin içi” anlamında geçmektedir. Mesela, “bâtınu’l-keff” elin içi. “bâtınu’l-kademeyn” ayağın çukuru demektir. Hadislerde Bâtın’a, Cenab-ı Hakk’ın adı olarak da rastlamak mümkündür, (bkz. Ebû Dâvud, Edeb, 95) Bu isim, Cenab-ı Hakk’a izafe edildiğinde “kendisini zâtı itibâriyle gereği gibi tanımak mümkün olmayan zat” anlamına gelir.
Zâhir ve bâtın kelimelerinin Kuran da geçmesi, bu iki kelimenin İslâmi ilimlerde terim olarak yerleşmesinde etkili olmuş, özellikle fakihlerle mutasavvıflar arasında bazı münakaşaların çıkmasına yol açmıştır. Fakihler mutasavvıfları ehl-i bâtın olarak mutasavvıflarda fakihleri zâhir ehli olarak vasıflandırmışlardır. Her şeyin bir zâhiri bâtını bulunduğundan hareket eden mutasavvıflar, amellerin de bir zâhiri ve bâtını bulunduğunu, ilimlerin de zâhirî ilimler ve bâtınî ilimler olmak üzere ikiye ayrıldığını ifade ederek Cibril hadisinde anlatılan “İslam”ı zâhir ve dış, “İman”ı bâtın ve iç olarak değerlendirmişlerdir. Zâhirî ameller, dış organlarla yapılan amellerdir ki, ibadet, taharet, namaz, oruç, hac, zekat, nikah ve benzerleri bu gruba girer. Bâtınî ameller ise kalplerin, tasdik, yakin, îman ve ihlas gibi amelleri, murakabe gibi halleridir. Sûfîler, ihlası tarif ederken “kulun fiillerinin zâhir ve bâtında eşit olmasıdır” diyerek zâhirî amellerle bâtınî amellerin dengesine dikkat çekerler. Zâhir ve bâtın dengesinin bâtın lehine bozulması, mutasavvıfları ürkütmez, fakat bu dengenin zâhir lehine bozulması, mutasavvıfları rahatsız eder. Nitekim Cüneyd el-Bağdadî’nin “Zâhirini süslemeye çalışanın bâtını haraptır” sözü bu anlamdadır.
İlmin de ameller gibi Zâhiri olanı bâtıni olanı vardır. Zâhirî amellere görünen şeylere aid açık bilgi ve zâhir ilmi, kalb, gönül ve kesfle ilgili bulunan ilme batın ilmi denir. Bu manaya göre ayetlerin de hadislerin de bir bâtınî tarafı olduğunu düşünmek tabiîdir. Mutasavvıfların, Hüzeyfetü’l-Yeman’ın rivayet ettiği bir hadis-i şerife istinaden “Allah’ın kulunun kalbine yerleştirdiği bir sır olarak” (bkz. Münavî, Feyzu’l-kadir, IV, 326) nitelendirdiği “ilm-i bâtın” asla ilm-i zâhir’e muhalif olmamalıdır. Nitekim Ebu Said el-Harraz’a atfedilen ve bütün mutasavvıfların ortak kanaâti haline gelen “Zâhire muhâlif her bâtın bâtıldır”(bkz. Sülemî, Tabakatu’s-Sûfîyye, s. 231) görüşü bunu teyid etmektedir.
İbn Arabî’ye göre, bu aleme suret veren Hakk’ın “Zâhir” ismidir. Suretlerin içinde manaları gizleyen de “Bâtın” ism-i şerifidir. (el-Fütûhatü’l-Mekkiyye, IV, 214). Hakk’ın Zâhir isminin tecellîsini göz kulak el gibi organlar müşahede etmekte. Bâtın isminin tecellisini ise ancak akıl ve kalb gözleri temaşa edebilmektedir, İbn Arabî’ye göre insanın bâtını Hakk’ın Zâhiri, insanın Zâhiri Hakk’ın mazharıdır.