Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Allah’a Giden En Sağlam Yol

Altınoluk Dergisi, 1990 – Mart, Sayı: 049, Sayfa: 030

Ebu Ali Cüzcanî

Adı Hosan bin Ali, lakabı Ebû Ali, künyesi Cüzcanî. Horasan diyarından yetişen safîlerin büyüklerinden. Hakim Tirmizî’nin müridi Muhammed bin Fazi el-Belhi’nin sohbetlerinde bulundu. Ebû Bekir Varrak’ın akranı, İbrahim Semerkandî’nin şeyhi. Riyazat, mucahede konularında söz söyleyen, ma’rifet ve hikmet mevzuunda eserleri bulunan bir müelliftir. Rabbani bir alim ve sufi idi. Vefat tarihi kesin, olarak bilinmiyor.

Amellerin âfet ve fazîletlerinden bahsederdi. Saadet ve şakaveti anlatırdı. Derdi ki: Bir. kişinin erebileceği en büyük saadet, ibadet ve taatlarını kolayca yapabilmesi, bütün işlerinde sünnet üzere yürüyebilmesidir. Salih kimselere, içten sevgi besleyebilmesidir. Her durumda ahlakını koruyabilmesidir. Halka daima iyilikle muamele edebilmesidir. Müslümanların işine önem vermesi, vaktini boşa geçirmemesidir.

Ona göre, Hakk Teala’nın gizlediği günahı açığa vurmak, kötülük ve kabahati alenen işlemek ve bunu övünür gibi anlatmak bedbahtlığın ta kendisiydi.

Halkın halini şöyle anlatırdı: “Halk, gaflet meydanında koşuşup duruyor, kendi zan ve kanaatlarına güveniyor. Kendileri gerçekten makbul ve mükaşefe ehli olmadıkları halde uluorta söz söyleyenler var.” insanın tabiatı vehme düşkün, nefsi benliğe yatkındır. İnsanoğlu cahil de olsa kendini kamil sanır. Bu yüzden süfîlerin alim ve arif olanları ne kadar makbülse, cahil ve ham olanları o kadar merduddur.

Rıza konusunu şöyle anlatırdı:

“Rıza ubûdiyyet; yani gerçek kulluk yurdudur. Sabır onun kapısı, işi Allah’a bırakmak ve O’na güvenmek onun odasıdır.” Bir evin içine girmek isteyen kimse, nasıl önce kapıda seslenir, sonra kapıyı açar ve içeri girerse, rıza yurduna girmek isteyen kimse de amel ve ibadetle bu kapıya gelip seslenecek ve yalvaracak, sabır kapısı açıldıktan sonra rıza yurduna, oradan da Allah’a güven odasına girecek ve huzurla yaşayacak.

Sordular:

– Allah’a giden en sağlam yol hangisidir? Şöyle cevap verdi:

– Her türlü şüpheden uzak, ve her türlü sapıklıktan ırak en sağlam yol, söz, fiil, azim, sağlam bir niyyet, ve iyi bir itikadla sünnete sarılmaktır. Çünkü Allah Teala :”O’na itaat ederseniz hidayete erersiniz.” (en-Nûr, (24, 54) buyurmaktır.

– “Sünnete tabi olmanın yolu nedir?” diye soranlara şu tavsiyede bulundu:

– Bid’atlerden kaçının, ilk asır İslam alimlerinin yolunu izleyin. İlm-i kelam alimlerinin lüzumsuz münakaşalarından uzak durun. Sünnet ulemasının yoluna sıkı sıkıya sarılın. Çünkü Allah Teala, Rasûlüne bile: “İbrahim’in dinine ve yoluna bağlanmayı emrediyor.” (en-Nahl, (16, 123).

KERAMET EHLİ İSTİKAMET EHLİ

Cüzcanî, keramet ehlinden değil, istikamet ehlinden olmayı öğütleyenlerdendi. “İstikamet ehli ol, keramet ehlinden olma! Çünkü nefsin seni keramete talip olmaya teşvik eder. Allah Teala ise senden istikamet ister.” derdi.

Velayet ve fena hali arasında bir ilgi görür, fenayı velayetin şartı sayarak şöyle konuşurdu:

“Velî kendi halinden fanî olan, Hakk’ın müşahedesinde baki olan, işleri Allah Teala tarafın-dan görüldüğü için velayet nurları daima üzerine gelen; kendi halinden bahsetmeyen kimsedir. O, Allah’tan başkasıyla beraber olmaya dayanamaz. Onu tesellî eden huzur-ı ilahîde bulunma duygusudur.” Üç şeyi tevhidin esası sayardı: Korku, ümid ve sevgi. Korkunun çokluğu, günahkarlar için ilahî tehdidin çokluğunu görmekten, ümidin çokluğu hayır işleyenlere vaad-i ilahînin sonsuzluğunu bilmekten, sevginin çokluğu da Hakk’ın nimetlerini görerek zikr-i ilahî’yi artırmaktan kaynaklanırdı. Korkan kaçmaktan, uman istemekten, seven sevgilisini anmaktan usanmazdı. Korku yakana bir ateş, ümid aydınlatan bir hür, sevgi ise nurlar nurudur.

Arifi, gönlünü Mevlası’na, bedenini halkın hizmetine veren kişi olarak tanımlar, Hakk’a hüsn-i zanda, nefse sü-i zanda bulunmayı marifetin esası sayardı.

Cimrilik anlamına gelen “buhl” kelimesinin harflerini ayrı ayrı tahlil ederek şöyle yorumlardı: Buhl’un be’si belaya, ha’sı hüsrana, lam’ı da levm ve kötülüğe delalet eder. Nitekim cimri insan, nefsiyle belada, çalışma ve gayreti itibarıyla hüsranda, cimriliği, kimseye faydasızlığı itibarıyla kötülenmede ve levmdeydi.

Kur’an’da geçen “es-sâbikûn” (önde gelenler) kelimesini “gerçek anlamda bir ma’rifet ile Hakk’ı tanıyan, O’na ihlasla amel eden, şevk ve sevgi ile O’na koşan, manevî makamları ve ilmî dereceleri yüksek, Allah’a yaklaştırılmış kimseler (mukarrabün) olarak tavsif eder ve “Onlar bizim katımızda seçilmiş ve hayırlı kişilerdir.” (Sad, 47) ayetine ma-sadak olan kimselerdir, diye anlatırdı.

Bayezid Bistamî’nin bazı sözlerini dillerine dolayıp eleştirmeye kalkanlara: “Allah bilir ama, Bayezid bu sözleri, kendisine etki eden bir hal galebesiyle söylemiştir. Bu sözler, manevî bir sekrin eseridir. Siz onun bu sözleri ile uğraşıp duracağınıza, önce onun nefsiyle mücadelede uyguladığı yolu izlesenize. Onun mücadelesini çekmeden, onun gördüğü zorluk ve manevî sekr ile karşılaşmadan bu laflarla uğraşmak boşuna zaman harcamaktan başka birşey değildir.” derdi.

-rahmetullahi aleyh-

KAYNAKLAR: Tabakatu’s-sufiyye, s. 246-248; Hılyetü’l-evliya, X, 350; Keşfü’l-mahcûb, l, 359-360; Nefahatü’l-üns (trc. Lamii Çelebi) s. 178; Şarani; l, 177; el-Kevakibu’d-dürriyye, II, 29; Tezkiretü’l-evliya (trc. S. Uludağ) s. 595-596)