Altınoluk Dergisi, 1987 – Mayis, Sayı: 015, Sayfa: 029
Adı Ahmed bin Ebi’l-Havarî, künyesi Ebu’l-Hasan veya Ebu’l-Hüseyn’dir. Aslen Küfe’li olup Şam’da yaşadı. Ebû Abdillah Saîd en-Nibacî, Ebübekr b. Ayyaş ve Ahmed b. Asım el-Antaki ile görüştü. Ebü Süleyman ed-Daranî’nin mürîdi oldu. Süfyan bin Uyeyne, Mervan b. Muaviye el-Fezarî,Meza b. İsa ve Bişr b. es-Seriyy gibi zahid sofilerin sohbetlerine katıldı. Abbasi halifesi, Me’mun döneminde çağdaşı bazı alimler gibi sorguya çekildi ve Ahmed b. Hanbel ile birlikle bir ara hapse de atıldı. Vefatı: 246/860’dır. Cüneyd el-Bağdadî onu: “Şam’ın gül kokulu çiçeği” diye takdirle yad ederdi.
Otuz yıl kadar ilim tahsiliyle meşgul olduktan ve ilimde kemal derecesine ulaştıktan sonra kitaplarını götürüp denize attı ve onlara şöyle seslendi: “Ey kitaplar, siz hoş bir rehber,güzel bir delildiniz. Fakat gayeye ulaştıktan sonra delil ile uğraşmaya gerek kalmaz. Huzür-ı ilahiye erenin dergaha ne ihtiyacı olacak ki? Yolda olan, delil ve vasıtaya ihtiyaç duyar.” O, bu sözleriyle ilmi küçümsemek değil, ilmine güvenenlere ders vermek istemiştir.
DÜNYA HAKKINDA ŞÖYLE KONUŞURDU:
Bu dünya köpeklerin üşüştüğü bir mezbeledir. Ona gönülden alaka duyan ve ondan bir şeyler almak isteyenin hali köpekten farklı değildir. Hatta belki daha da beterdir. Zira köpekler o mezbeleden ihtiyaçlarını alıp giderler. Fakat gözlerini hırs bürümüş dünya sevdalıları muhtaç oldukları şeyi alıp gitmezler, birini alınca diğerini de isterler. Bu yüzden dünyaya sevgiyle bakanın kalbinden Allah, zühd ve yakin nurunu söküp atar.
TEVBEYİ ŞÖYLE ANLATIRDI:
“Bir kul kalbiyle pişmanlık duyup lisanıyla istiğfar ederek hak sahiplerine haklarını helal ettirmedikçe ve bütün gücüyle kendini ibadete vermedikçe tevbekar olamaz.”
KORKU VE ÜMİT DENGESİNİ ŞÖYLE TARİF EDERDİ:
“Allah’tan korkanların gıdası, Allah’tan ümid var-olmaktır. Ağlamanın en güzeli, insanın Allah’ın emirlerine uymadan geçirip elden kaçırdığı zamana ağlamasıdır. Zira Allah’ı sevmenin alameti ona itaati sevmektir. Sünnete uymadan yapılan amel batıldır.”
Ahmed bin Ebi’l-havarî, Ebü Süleyman Daranî’nin sadık bir müridiydi ve aralarında bir anlaşma vardır. Bu anlaşmaya göre Ahmed, Ebü Süleyman kendisine ne emrederse muhalefet etmeyecekti. Bir gün Ahmed, şeyhinin bulunduğu meclise gelerek:
“Fırın kızdı ne pişirmeyi emredersiniz?” diye sordu. Ebü Süleyman cevap vermedi. Ahmed, sualini bir kaç defa tekrarlayınca Ebü Süleyman canı sıkılarak: “Git içine otur” dedi. Ebü Süleyman sohbetini bitirince Ahmed’i aradı, göremeyince koşup fırına gitti baktı. Bir de ne görsün, kendisinin her emrine itaata söz veren Ahmed, kızgın firına girmemiş mi? Fakat li-hikmetin bir kılı bile yanmamıştı.
Ahmed bin Ebi’l-havarî, gaflet, katı kalplilik ve tedavisi hakkında şöyle nasihat ederdi:
“Allah bir kulunu gaflet ve katı kalplilikten daha beter bir şeyle imtihan etmemiştir. Allah sevdiği zümreye uyurken de uyanıkken de feyz ihsan eder. Zira öyleleri uyurken de uyanıkken de “o”nun rızasını talep ederler.”
Kalbinde bir ağırlık ve kasvet hissedince zikir ehlinin yanma koş! Onlarla sohbet et! Zahidlerin yanında bulun, yemeyi azalt, emellerinden uzak durmaya bak ve nefsini sıkıntılara alıştır.”
NASİHAT ve KIYMETLİ SÖZLERİNDEN BAZILARI:
“Nefsini tanımayan dini bakımından aldanır. Dünyayı tanıyan ondan soğur, ahireti tanıyan ona ısınır. Allah’ı tanıyan rızasını tercih eder.”
“Dünya sevgisi ve çok günahla hastalanan kalbi, dünyadan soğutmak ve günahları terketmek suretiyle tedaviye çalışınız.”
“Dünya insandan yüz çevirdiğinde nefs insana: “Bırak dünyayı!” diyecek olursa bilinmelidir ki, bu onun bir hilesidir. Fakat dünya insana yöneldiğinde aynı şeyi söyleyebiliyorsa işte o, makbuldür.”
“Gaza ve ribat ne güzel bir istirahat yeridir. Çünkü bu sayede ibadetten yorulan kul, günaha girmeden istirahat eder.”
Süfilere göre, hayırla meşhur olmak ve iyilikle yad edilmek isteyen şirke düşer.Çünkü sevgi esasına göre Allah’a ibadet eden hizmetinin karşılığını hizmet ettiği zattan başkasından beklemez.”
“Allah’ı sevmenin alameti zikrini sevmektir. Allah kulu sevince, kul da Allah’ı sever. Allah kulu sevmeden kul Allah’ı sevmeye muktedir olamaz. Allah da kulunu rızasını kazanmaya çalıştığı için sever.”
O, nefsin hilesinden kurtulmak ve karar vermede rahatlamak için şu ölçüyü getirmişti. ” Bir mes’elede tereddüde düşüp hangisinin doğru olduğunu kestiremediğin zaman yapacağın en akıllıca iş, nefsin arzusuna muhalif olanları tercih etmektir. Çünkü işin doğrusu nefsin isteklerine muhalefettir.”
Ağza giren lokmanın çıkan söze tesirini şöyle anlatırdı: “Ağzına fuzulî lokma girerse, fuzulî söz de çıkar.”
KUR’AN ve EHL-İ KUR’AN HAKKINDA ŞUNLARI SÖYLERDİ:
“Ben Kur’an okur ve bir ayete bakar, manasını düşünürüm. Aklım başımdan gider. Hafızlara şaşıyorum. Allah’ın kitabını devamlı olarak okuyup durdukları halde nasıl gözlerine uyku giriyor, nasıl dünya işleriyle meşgul olabiliyorlar? Şayed onlar, ne okuduklarını hakkıyla bilseler, ondan lezzet alsalar ve onunla münacattan hazz duysalar, bunun sevinciyle gözlerine uyku girmez.”
“Masivadan Allah’a delil olmaz. İlim ancak hizmet adabını öğrenmek için tahsil edilir. Sevgili (Allah)’a hoş gelmeyen ve O’nu kızdıran şey, sevgi alameti olamaz.”
Söyle anlatıyor:
Şam’da bir gün biri kapımı çaldı. “Kim o?” dedim. “Yolunu kaybetmiş bir kadın ” dedi. “Benden ne istiyorsun?” diye sordum, ağladı ve:
“Bana kurtuluş yolunu göstermeni” dedi. Ben de: “Kurtuluş ile aramızda pek çok engeller var. Bu engellerin aşılması da aheste bir seyr istiyor, güzel muamele, dünya ve ahiret bağlarını terketmeyi gerektiriyor” dedim. Bu sefer şiddetle ağladı ve “sana kalbini ve uzuvlarını koruma imkanı bahşeden Allah’ı tesbih ederim.” dedi ve bayılıp düştü. Bazı kadınlara ona bakmalarını ve yardımcı olmalarını söyledim. Geldiler, ilgilendiler, fakat o, ruhunu teslim etmişti. Cebinden de bir vasiyetname çıktı. Meğer Kureyşi saliha bir cariye imiş.
Ahmed bin Ebi’l-havarî’nin hanımı Rabia eş-Şamiyye de kendisi gibi zahitlik yolunu tutmuş saliha bir hatun idi. -Rahmetullahi aleyhima-
Kaynaklar: Hılye, X, 5-33; Sülemî, 98-102; Sıfatu’s-safve IV, 237-238; er-Risaletül-Kuşeyriyye, l, 105-106; Şaranî, 96;Nefehatü’l-Üns Terc 117; Tezkiretulevliya Tere., 378-382; el-Hucvîrî, Keşfül -Mahcub Terc. 217; el-Kevakibud-düvriye, l, 199.
KUR’AN’l ANLAYABİLMEK İÇİN
İnsanın kalbinde şehvetler, arzu ve istekler ne kadar yer ederse Allah kelamının manaları da o kadar perdelenir. Kalbinden dünya sevgisi ne kadar kalkarsa, çıkarılabilinirse o derece de. mananın kalbe nüfuzu yakınlaşır. Zira kalb ayna gibidir, şehvetler de pas… Kur’anın manaları da aynada görünen suretler gibidir. Şehvetleri kalbinden söküp atmak aynanın sır ile parlatılması gibidir. Bu hikmete binaen Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır.
“Ümmetim dinar ve dirhemi, serveti yücelttiği zaman, onlardan İslam’ın heybet ve azameti sökülüp alınır. Emr-i bilma’rufu ve nehyi anil-münkeri (iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklayıp terketmek) terkettikleri zaman da vahyin bereketinden mahrum olurlar.”
KUR’AN ÇOCUK VE BİZ
Ebu Bekir Verrak (r.a.)’ın küçük oğlu Kur’an okumağa hocaya giderdi. Bir gün benzi sararmış olarak ve titreyerek erkenden hocasından geldi. Babası:
– Ey oğul sana ne olduğu dedi.
– Ey baba, bugün üstadım bana Kur’an ayetinden bir ders verdi, onun manasını işittim, korkumdan bu hale geldim, dedi. Babası:
– Ey oğul o ayet hangi ayettir? dedi. Oğlu: “Eğer küfrettiğiniz takdirde, çocukları ak saçlı ihtiyarlara döndürecek günden nasıl korunacaksınız? ”(Müzzemmil; 17)
Bu ayetin manasının heybetinden hasta oldu. Ölüm döşeğine düştü, can verdi öldü. Babası oğlunun kabrine giderdi. Ağlar ve kendi kendine der idi ki:
Senin oğlun Kur’an’dan bir ayet işitti, can verdi, öldü. Sen ise bu kadar zaman Kur’an okur hatmedersin. Ömrün de artık sona erdi, ecelin yaklaştı da hala hukuk-ı ilahiyye’-den çocuk kadar korkmazsın. Meğer gönlün kara taştan katı imiş ki kalbine Kur’an-ı Azimmüşşan tesir etmiyor.