Altınoluk Dergisi, 1986 – Kasim, Sayı: 009, Sayfa: 030
ABDULLAH b. Mübarek b. Vadih, Künyesi Ebu Abdurrahman, Nisbesi el-Merrezi el-Hanzeli, Babası Türk, Annesi Harezm’den. Hadis ve fıkıh ilminde üstad. Şeyhul-İslam ve Kıdre-tülzahidin sıfatlarıyla maruf.
Emevi halifesi Hişam b. Abdülmelik devrinde 118/1736 yılında doğdu. Tahsili için Merv’dan Bağdat’a geldi. Oradan Mekke’ye vardı ve bir müddet orada mücaim olarak kaldı. Tabiinden pek çok kimselerle görüştü. İbrahim Edhem, Davud Tai, Süfyan Sevri, Fudayl b. Iyaz, imamı Azam, İmam Malik, ve Evzai ile çağdaşı Süfyan Sevri’nin talebesidir. Fakat ilimde onu geçtiği rivayet edilir.
Tahsil-i ilimden sonra tekrar memleketi Merv’e döndü. Halkın sevgi ve yakınlığına mazhar oldu. Pek çok talebe yetiştirdi. Ticaret ve hac maksadıyla pek çok seyahatlarda bulundu. Ticaretten elde ettiği kazancın ekserisini fukaraya ve ehl-i ilme infak ederdi.
TABAKAT kitaplarında kaydedildiğine göre tevbesi ve zühd hayatına yönelmesi şöyle olmuştu:
Bir cariyeye aşık oldu. Aşk ateşiyle yerinde duramıyordu. Bir kış gecesi maşukasının evinin duvar dibine sokuldu. Sevgilisi de dama çıktı. Sabaha kadar birbirlerini seyredip durdular. Zaman o kadar çabuk geçmişti ki, ezan okunmaya başladı. İbn Mübarek önce yatsı ezanı okunuyor, sandı. Halbuki okunan yatsı ezanı değil, sabah ezanıydı. Sabah aydınlığı her tarafı kaplayınca gaflet uykusundan uyandı. Kendi kendine “Yazıklar olsun sana, bütün bir gece heva ve hevesine uyarak bıkmadan, usanmadan bu soğukta ayakta durdun. Eğer imam namazda uzun bir süre okuyacak olsa deliye dönerdin. Nerde kaldı senin müslümanlığın?” Böylece tevbe ede-rek ilim, irfan ve ibadet yoluna koyuldu. İbadet ve ihlasıyla gönül erleri kervanına katıldı.
Hadis ehlindendi. Bu yüzden sohbetlerinde sahabe ve tabiinin yolunu izlerdi. Sordular:
– Niçin insanlardan kaçıyorsun? Cevap verdi:
-Allah’ın Rasûlü ve ashabı ile beraber olmak için. Onların eserlerini ve ilmini okuyor ve anlamaya çalışıyorum. İnsanların arasına karışıp da ne yapayım? Onlar birbirlerini çekiştirmekten başka ne yapıyorlar? Ben ise hadis okuyarak ve okutarak Rasûlullah ve ashabı ile beraber oluyorum.
ONUN telakkisine göre “alimin gönlünde asla dünya sevgisine yer olmamalı idi” şöyle derdi: “Hayret! Kalbinde korkusu en az olan, zühd ve takvası hiç olmayan nasıl alimlik taslayabilir” Yine onun anlayışına göre “En sefil insan, dinini dünyalığa alet edendir.” Tevazu ehliydi. “Nefsini sokakta gördüğü köpekten daha adi görmeyen “Nefsini bilen Rabbını da bilir” hadisinin sırrına eremez” derdi. Şöhretten hoşlanmazdı. Hiç bir fikrin kendisine mal edilmesini istemezdi. “Ben kim oluyorum ki sözüm kitaplarda geçsin” derdi. Söyle buyururdu: “Sessiz ve şöhretsiz yaşa, şöhreti sevme. Şöhreti sevmediğini de nefsine duyurma, zira onu bu vesile ile yüceltmiş olursun.”
Ona göre zühd, “Fakirliği severek Allah’a güvenmekti.” Fakat “Kulun insanlardan bir şey istemek zorunda kalmaması için elinde az bir dünyalık bulundurması zühde mani değildi.”
“Zühd ile sultan olmak, dünya sultanı olmaktan daha mühimdir? Dünya sultanlığında halkı bir araya toplamak disiplin ve sopa ile mümkündür. Gönül sultanı ise halktan kaçar. Fakat halk kendi isteğiyle onun peşini bırakmaz, çevresini sarar.”
Sehavet sahibiydi, misafirperverdi, canı birşey istese misafir olmadan oturup yetmezdi, sebebini sordular, şöyle cevap verdi:
– Duyduğuma göre misafirle yemeden sual olunmayacak. Bu yüzden misafirle yemeye gayret ediyorum.
Bu yüzden evinde çok misafir olurdu. Onlara sofralar kurar, etler hazırlatır, ikram ederdi. Onun bu ikramlarını çok gören adamlarından biri:
-Mal azaldı, şu misafir işini biraz kıssanız. Şu cevabı verdi:
– Mal azaldıysa ömür de bitiyor.
ŞÜPHELİ şeylerden kaçınırdı. Bir defasında atını salıvererek öğle namazına durmuştu. At bir köyün devlete ait merasında otlamaya başladı. Selam verince durumu farketti ve atını hemen oracıkta farketti, bir daha binmedi. Şüpheli şeyler hakkında şöyle buyururdu:
“Bana göre içine şüphe karışan dirhemi reddetmem, altı milyonu sadaka olarak dağıtmamdan daha sevimlidir.”
Edep ehliydi. “Biz çok ilimden ziyade az da olsa önce edebe muhtacız” derdi. Arkadaşından emaneten aldığı fakat iade edemediği kalemi vermek için Merv’dan Şam’a kadar yürümüştü.
Gıybetten son derece kaçınır, şöyle derdi. “Gıybet etmem gerekirse önce anne-babamı gıybet ederim,” çünkü sevaplarımı almaya onlar daha layıktır.”
Sözlerinden:
“Marifet, hiç bir şeye taaccub etmemendir.”
Bir kimseye bir miktar muhabbet verilir de ona denk haşyet yani korku verilmezse o kimse aldanmıştır.”
“Şu dört cümle, dört bin hadisten seçilmiştir.
1) Kadına güvenme,
2) Mala aldanma,
3) Mideni fazlaca doldurma,
4) İlim olarak sana yarayandan başkasını alma,
Vefatı bir gaza dönüşü Bağdat yakınlarında Fırat üzerinde Hit denilen yerde vaki olmuştur (181/797) Kabri de oradadır.
Kaynaklar : Hılyetül-evliya, VIII/162-191; Sıfatüs-safve, IV/134-147 ; Vefayatü’l-ayan, III/32-34; Tarih-i Bağdad, 1/152 ; Şarani, et-Tabakatül-kübra, 1/50-52’i ; Tezkiret’ül evliya; 211-222 Kitabüz-zühd ; Habibur-Rahman’il-A’zami neşri, Dar’ül -kütübi’l-ilmi’t-tarih, 35-55 ez-Zuhhadül-evail 199-205 Dr. Mustafa Hilmi.