Sonuçta insan kendinin derdine düşüyor. Aslında tasavvufun da temel hedefi budur. İnsanları kendi derdine düşürmek. Yani benim ahiretim ne olacak, ben Allah’a karşı hesabımı nasıl vereceğim diye bir dert aşılamayı hedefliyor. Takva da budur aslında. Takva; benim Allah ile hesabım ne olacak kaygısını ömrümüzün her safhasına yaymaktır. Kalbimizi bu manada korumaktır.
300 Soruda Tasavvufi Hayat adlı kitabınız nasıl meydana geldi? Sizin için ne mânaya geliyor bu kitap?
Öncelikle teşekkür ederim böyle bir röportaj için. 300 Soruda Tasavvufi Hayat kitabının macerası El Lüma’nın Altınoluk Dergisi tarafından hediye kitap olarak verilmesiyle başladı. Lüma yayımlanırken onun sonuna tasavvufla ilgili olumlu ya da olumsuz soruları koyalım, onların cevaplarını okuyucularımızla paylaşalım diye düşünmüş ve Altınoluk Dergisi vasıtasıyla anons etmiştik. Müthiş bir soru bombardımanı oldu. Tasnif ettik, mükerrerleri ayıkladık ve aşağı yukarı 170 civarında bir soru çıktı karşımıza. Onları cevaplandırarak kitabın sonunda koymuştuk. Ancak biz yine konferanslarımızda, mail adresimize ulaşan sorularda bu tür sorulara muhatap olmaya devam ettik. Ve bunları biriktirdik. Daha sonra bunları yeniden gözden geçirmek suretiyle gördük ki Türk okuyucusunun böyle bir kitaba ihtiyacı var; soru cevap tarzında, insanların kafalarındaki istifhamlara cevap verecek bir kitaba ihtiyaç var. Her yerde konuşulan ve her yerde sorulan sorular var. Bunların cevaplandırılmış olması pek çok bakımdan faydalı olacak diye düşündük. Onun üzerine birkaç seneden beri bu tür soruları yeniden tasnif ederek, yeni sorular ilave ederek bir çalışma başlattık. Bu soruları ayıklayarak 300’e tamamladık. Bu 300 soruyu önemsiyorum. Çünkü 300 sorudaki çalışma, bizim yaklaşık 40 yıla varan mesleki hayatımızın da bir ürünüdür diye düşünüyorum. Daha önce yazdığım kitapların, makalelerin bir özeti gibi. Sorulan sorulara cevap tarzında anlatım şeklinde olduğu için okuması daha kolaydır.
Anladığımız kadarıyla kitap önemli bir boşluğu dolduracak. İçeriğinde neler var?
Evet, ben bu çalışmanın bu mânâda bir boşluğu dolduracağına inanıyorum. Kitapta muhtelif alanlar var. Giriş bölümde çağdaş insanın tasavvufla ilgili sorduğu sorular var. Aşağı yukarı herkesin aklına gelebilecek sorular bunlar. Birinci bölümde ise tasavvufi hayata dair, mürîd-mürşîd ilişkileri, intisâb meselesi, rabıta konusu gibi böyle çok spesifik ama çok yaygın sorulan soruları ele aldık. Şirk midir değil midir gibi merak edilen şeylere değinildi… İkinci bölümde tasavvufi düşünceye dair sorular var. Nedir tasavvufi düşünceden kastettiğimiz? Varlık alemi ile ilgili, vahdet-i vücûd, vahdet-i şühûd gibi konularla ilgili sorular. Bu bölümler biraz daha felsefe okumuş, aydınlanma noktasına gelmiş insanların sormuş olduğu soruları içeriyor. Üçüncü bölümde ise kısmen tasavvufî bâzı dînî konulara dair soru ve cevaplara yer verilmiştir. Özellikle günümüzde halk arasında çok sorulan ve medyada da sıkça gündeme getirilen bu konulara dâir soruların da bu eserde bulunmasının yararlı olacağını düşünerek yer verdik. Bunlar arasında sihir ve büyü konusu ile cin ve nazar konusu önemli bir yer tutmaktadır.
Ülkemizde tasavvuf önceden nasıl algılanıyordu, şimdi nasıl algılanıyor? Kırk senelik meslek hayatınızın penceresinden bakacak olursanız, neler söylemek istersiniz bize?
Tasavvufi hayat her zaman bir şekilde hayatın içerisinde olmaya devam ediyor. Oranları belki artıyor, tezahürleri belki farklılaşıyor ama insanların hayatında tasavvuf her dönemde var. Ama 40 sene önceki tasavvufi hayatla bugünkü tasavvufi hayat arasında farklar olduğunu görmek gerekiyor. Eskiden tasavvufla ilgili yazılanlar, konuşulanlar biraz daha sınırlıydı. Bilinmeyen bir veçhesi vardı. Tasavvuf klasikleri bilinmiyordu. Tasavvufi hayata ait eserlerin çoğu Arapça, Osmanlıca ve diğer dillerde yazılmıştı. Türkçe yazılmış olanların sayısı çok sınırlıydı. Ama 40 yıl içerisinde bizim bildiğimiz tasavvuf kültürüne ait temel eserlerin aşağı yukarı tamamına yakını tercüme edildi. Bunun ötesinde tasavvuf vadisinde ciddi araştırmalar yapıldı. Yüksek lisans ve doktora tezleri yapıldı. Sadece bizim fakültemizde yaptırdığımız tezler neredeyse otuzlara kırklara ulaştı. Yapılan tezlerin aşağı yukarı hepsi yayımlandı. Bilgi planında baktığımızda tasavvuf kültüründe gerçekten ciddi birikim meydana geldi. Yanlışları azaltacak, insanların yanlış yapmalarını engelleyecek bir takım imkânlar ortaya çıktı.
Tasavvufi hayat bakımından derseniz, o konuda insanların tercihleri var. Tasavvufi hayat denince, mürid-mürşid ilişkisi şeklinde yaşanan klasik şekli var ki, bu zaten Türkiye’de yaşanması mümkün olmayan bir nokta. Çünkü malum Türkiye’deki kanunlar buna imkan vermiyor. Ancak geleneksel ve kültürel planda tasavvufi hayat yaşanabiliyor. İnsanların tasavvufi muhit olarak bilinen çevrelerde, bir takım sohbetlerle, bir takım görüşmelerle istifadeleri ve istifazaları söz konusu. O bildiğimiz tekke ve zaviyelerin açık olduğu dönemdeki, dergahların açık olduğu dönemdeki tasavvufi hayatı bugün görmemiz, algılamamız mümkün değil. Ama tasavvuf sadece dergahlarda yaşanan, tekkelerde yaşanan bir hayattan ibaret değil. Tekkeler ve dergahlar kapanırsa gönüller bir dergahtır, gönüllerde yaşanmaya devam etmiştir, devam edecektir de. Bunun büsbütün kaldırılması mümkün değildir. Tasavvufun kültür olarak tamamını kaldırmaya kalksanız Türk kültürünü inkar etmiş olmanız gerekir. Necip Fazıl’ın ifadesiyle Türk edebiyatından tasavvufu çıkardığınızda sütten laktozu çıkarmış gibi, geriye bir şey kalmaz, su kalır. Ninnilerden “Hû”ları çıkardığınız zaman ninniler de anlamsız kalır. O “Hû” sesi tasavvuftan kültürümüzde girmiş olan bir namedir. Onu atamazsınız annenin zihninden, yüreğinden. Dolayısıyla tasavvufi kültür bir şekilde devam ede gelmektedir. Yasaklanmış olmasından kaynaklanan bozulmalara zaman zaman rastlanmaktadır. Ve bunları istismar eden insanlar çıkmaktadır. Nitekim 28 Şubat sürecinde bunun örneklerini hep beraber gördük. Ama güneş balçıkla sıvanmıyor. Çünkü tasavvuf ve tasavvufi hayat tıp gibi, tıp fakülteleri gibi. Siz bir memlekette tıp fakültelerini kapatırsanız, tıp fakülteleri mezun vermezse problem olur. İnsanlar o zaman hastalıklarını tedavi için doktor bulamazsa sağlık memuruna, hemşireye, veterinere ya da baytara gidecek. Tasavvufi hayat da böyle. Siz bu ihtiyacı engellemeye kalkarsanız bir takım istismarcılar çıkar. Dolayısıyla yapılması gereken istismarcıları önlemektir ve diğerlerini otokontrol mekanizmasıyla kontrol altında tutmaktır. Zaten şu anda yapılan da budur bence. Bu yüzdendir ki tasavvufi hayat 40 sene öncesine göre hem kültür hem de ilgi bakımından da iyi yere gidiyor. Hayatın kalitesi bakımından elbette dün de problemler vardı bugün de problemler var. Temennimiz kalitenin her geçen gün artmasıdır. Bu da, tasavvufun takvayı özendiren, ihsân duygusu anlamına gelen bir kavram olduğu mesajını sürekli hatırlatmak ve bu vadide yayınlar yapmak suretiyle olacak. Yoksa tasavvuf bir özentiden, musikiden ve ahenkten ibaret değildir. Tasavvufun asıl amacı takvadır, ihsândır, kalbin tasfiyesi, nefsin tezkiyesidir. Zaten bir Allah ve ahiret inancı varsa, nefsini tezkiye etme ihtiyacına insanlar varıyor. Bu kanaate vardığı zaman da çarelerine bakıyor. Sonuçta insan kendinin derdine düşüyor. Aslında tasavvufun da temel hedefi budur. İnsanları kendi derdine düşürmek. Yani benim ahiretim ne olacak, ben Allah’a karşı hesabımı nasıl vereceğim diye bir dert aşılamayı hedefliyor. Takva da budur aslında. Takva; benim Allah ile hesabım ne olacak kaygısını ömrümüzün her safhasına yaymaktır. Kalbimizi bu manada korumaktır.
Tasavvuf ve gençlik bağlamında neler söylemek istersiniz? Tavsiyeleriniz var mı?
Günümüz gençliğinin tasavvuf ile olan ilgisi önemli bir konu. Tasavvufun aslında gençlere söyleyeceği çok şey var. Özellikle duyguları yoğun olan, hakikaten duygu bakımından yoğun bir dönem yaşayan gençlerin tasavvuftan alacağı çok şey var. Hem tasavvuf kültüründen hem de tasavvufi muhitlerden alacağı şeyler var. Çünkü genç insan şahsiyetini yeni inşa eden insan demektir. Bu şahsiyetin inşası esnasında model kahramanların göz önünde bulundurulması önemli. Hayatı daha düzgün anlamasında ve o model kahramanlarla aynileşmesinde kolaylık sağlar bu. Bu bakımdan ben gençlerin tasavvuf tabakatı ile ilgili, sufi tabakatı ile ilgili eserler okumalarını, o kahramanları tanımalarını tavsiye ediyorum. Özellikle Mesnevi gibi hayatının içinden, ruhi tecrübeleri çok yüksek olan şahsiyetlerin yazdığı eserlerin çok büyük rehberlik edeceğini düşünüyorum. Diğer yandan tasavvufi romanlar var. Amâk-ı Hayal mesela, Filibeli Ahmet Hilmi’nin. Okumalarını tavsiye ederim. Tasavvufu hem kültür planında hem de hayat planında algılamaya çalışmaları son derece önemli. Ben bir de gençlerin şiir ile ilgilenmelerini özellikle tavsiye etmek isterim. Çünkü şiir demek duygu demektir. Şiir, şâr, şuur, şiâr aynı kökten kelimelerdir. Şiir hissetmek demektir sözlük manası itibariyle. Şâr saç demektir, sıklığı ifade eder. Bir duygunun sıklıkla ifade edilmiş olması şiâr haline gelir. Şiâr sembol, remz hatta slogan demektir. İnsanın duygusal mesajları sıklıkla tekrarlayarak onları hayatının merkezine koyması ve onlarla bütünleşerek bu duyguyu şuur haline getirmesi, bilinç haline getirmesi bence çok önemlidir. Şiirin bu vadide çok faydalı bir tesiri olduğunu düşünüyorum. Gençlerin şiire yönelmelerini, şiir okumalarını, hatta şiir yazmalarını tavsiye ediyorum.