Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

BULGARİSTAN’DAN YETİŞEN MÜELLİF ve MUTASAVVIFLAR

GİRİŞ

Bulgaristan’daki Türk-Müslüman nüfus varlığı Osmanlılardan önceki dönemlere kadar uzanmaktadır. Polonyalı Türkolog Tadausz Kowalski, XX. Yüzyılda Kuzeydoğu Bulgaristan’da konuşulan Türkçe’den yola çıkarak bu bölgede bir grup Kuzey Türkünün yaşadığım ve bunların daha sonra 1261’de Anadolu’dan gelen İzzeddin Keykavus’a tabi Türklere karıştığını belirtir.

Bu Anadolu Türkleri, Keykavus’un bölgeden ayrılmasından sonra orada kalmışlardır. Her ne kadar 1300 yıllarında mânevî liderleri Sarı Saltuk’un ölümüyle bir bölümü Anadolu’ya dönmüşlerse de bir kısmı orada kalmaya devam etmiştir.[1]

Sarı Saltuk ve Yesevî tarîkatına bağlı erenler, Bulgaristan Türklüğünün mânevî hayatında önemli bir yere sahiptir. Bu konuda yazılı kaynaklardaki bilgiler çok sınırlıdır. En eski kaynak sayılabilecek Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde Bulgaristan’da etkinlik sahibi üç ereni Yesevî mensûbu olarak sayar: Varna-Batova’da Akyazılı Baba (III, 377-378), Filibe yolu üzerinde Kademli Baba (III, 377-378), Kaligra’da Sarı Saltuk (I,656-660).

Çalışmamızda Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nden yola çıkarak, 1285/1866 yılında Rusçuk’ta basılan Tuna Vilâyeti Salnamesini, vakıf ve arşiv kayıtlarım inceleyip Osmanlı’nın kuruluşunda tekke ve dervişlerin yerini araştıran Ömer Lütfi Barkan’ın “Kolonizatör Türk Dervişleri”[2] adlı makalesini, Ekrem Hakkı Ayverdi’nin Osmanlı Mimarisi (İstanbul, 1982) adlı eserinin Bulgaristan’ı içine alan IV. cildini temel kaynak olarak kullanacağız. Ayverdi cihat defterlerinden hareketle başbakanlık arşivi ve vakıf kuyûdatından belli başlı şehirlerdeki tekke sayılarını adları ile tesbit etmeye çalışmıştır.

Kanunî Sultan Süleyman döneminde yapılan vakıf tahrirlerine göre Rumeli’nde 205, Paşa livâsında 67, Silistre livâsında 20, Çirmen livâsında 4 zaviye ile bu yörede toplam 297 zaviye bulunduğu görülmektedir.[3] Tuna Vilâyeti Salnamesi’nde (1285/1868) bu sayı 86, Ayverdi’nin eserinde ise 174’tür.

Biz söz konusu kaynaklardan hareketle Bulgaristan sınırları içinde kalan topraklarda tasavvuf, tarîkat ve tekkelerle ilgili bir panaroma çıkarmak isterdik. Ancak bir tebliğ kapsamında bunun mümkün olmadığı açıktır. Bununla birlikte Tuna Vilâyeti Salnamesi ile Ayverdi’nin eserinde verilen il ve ilçelere âid tekke ad ve sayıları bu konuda bir fikir verir düşüncesindeyiz.

Salname’ye göre Rusçuk’ta 7, Şumnu’da 10, Razgrat’ta 4, Eskicuma’da l, Plevne’de 5, Niğbolu’da l, Tutrakan’da l, Varna’da l, Hacıoğlupazarcığı’nda 2, Vidin’de 7, Berkokofça’da 2, Vıraça’da 2, Rahova’da l, Sofya’da 18, Köstendil’de 16, Samakov’da 2, Tırnova’da 4, Lofça’da l, Osmanpazarında l olmak üzere toplam 86 tekke bulunmaktaydı. Filibe, Aydos tarafı bu sayıya dahil değildir.

Ayverdi’ye göre ise: Aydos’ta l, Çırpan’da 3, Çirmen’de 2, Dubniçe’de 4, Filibe’de 15, Hasköy’de l, Razgrad’da 5, İhtiman’da l, Karinabad’da 3, Kızanlık’ta 5, Köstendil’de 11, Lofça’da 5, Niğbolu’da 10, Plevne’de 3, Pravadi’de 2, Rusçuk’ta 15, Samakov’da 5, Silistre’de 9, Hacıoğlupazarcığı’nda l, Sofya’da 16, Şumnu’da 13, Tatarpazarcığı’nda 10, Tırnova’da l, Varna’da 5, Vidin’de 7, Vıraça’da 2, Yanbolu’da 8, Yenizağra’da 4, Eskizağra’da 7 olmak üzere toplam 174 tekke tesbit edilmiş bulunmaktadır.

İntişâr-ı İslam Târihi kaynakları Türk dünyasının İslamlaşmasında; İslam’ın Anadolu, Kafkasya ve Balkanlarda yayılmasında “Alperen” denilen Horasan menşeli Babaî dervişleri ile Yesevî mensuplarına ve Ahilere ayrı bir önem atfederler. Özellikle 615-616/1218-1219 yılları arasındaki Cengiz-Moğol istilası Orta Asya menşeli tasavvuf ricâlinin yerlerinden oynayıp Anadolu ve Balkanlara doğru hareketine vesile oldu.

Târihçi Aşık Paşazade’nin Rum erenleri dediği; Abdalân-ı Rûm, Ahiyân-ı Rûm, Baciyân-ı Rûm, Gaziyân-ı Rûm diye dörde ayırdığı Ahiler, Balkanlar’da ünlü seyyah İbn Batûta’nın da dikkatini çekmiştir.

Horasan menşeli bir Yesevî sayılan Hacı Bektaş Veli’nin Osman Gazi ve Orhan ile ilgili menkıbeleri târihî açıdan çok sağlıklı rivâyetler kabul edilmese de, serhad yörelerindeki gazalara iştirak eden Türkmenlerin ekserisinin Bektâşî dervişi olduğu söylenebilir.

I. Murad döneminde Rumeli’ne geçen Ahilik daha sonraki yıllarda Şumnu, Varna ve Dobruca ile diğer Hıristiyan yörelerde Osmanlı akınlarına öncülük etmiştir.

Ahiler Anadolu’da esnaf teşkilatına dönüşürken Balkanlarda ise tarîkat hüviyetini muhafaza etmekteydiler. Nitekim Yıldırım Bayezid, Dimetoka’da bir zaviye yaptırıp ona vakıflar tahsis etmişti. Bu devrede Yeni Zağra’da Kılıç Baba zaviyesi, Çirmen’de Musa Baba zaviyesi gibi Paşa livâsında 67 zaviye vardı.[4]

Bulgaristan yöresinde kuruluş döneminde açılan tekkelerin büyük çoğunluğu Rumeli’nin İslamlaşma sürecinde görüldüğü gibi Yesevî yoluna bağlı Bektaşî mensuplarındandı. Abdurrahman Küçük, Bulgaristan’daki cami, medrese, tekke ve türbelerin çokluğuna bakarak Bulgaristan Türklerinin inanç yapısının Horasan-Anadolu inanç yapışı ile benzeştiğine dikkat çekmektedir.[5] Özellikle Deliorman Bölgesi bu anlamda önemli bir merkez durumundaydı. Şeyh Bedreddin’in, isyanında kendisine üs olarak burayı seçmesi bunu destekleyen bir delildir.

Osmanlı döneminde Alevîlik’in Anadolu’da; Bektâşîlik’in de Rumeli’nde belli bir etkinliği vardı. Nitekim Bektâşî tekkelerinin kapatıldığı yıllarda (1826’dan sonra) Bulgaristan’da hayli mal varlığına sahip on beş kadar Bektâşî tekkesi bulunmaktaydı. Deliorman’ın genellikle Razgrad, Rusçuk, Niğbolu yörelerinde bulunan bu tekkelerin bölgedeki tesirlerinin sürekliliğini göstermektedir.[6]

Çalışmamızın temel konusu Bulgaristan’da yetişen müellif mutasavvıflar olduğundan biz, çok kısa biyografik bilgilerle yetineceğiz. Bulgaristan doğumlu olmamakla birlikte faaliyetleri ve isyanı sebebiyle bu yörede etkili olduğundan Şeyh Bedreddin olayına da kısaca temas etmeliyiz. Çünkü onun başlattığı bâtınî-şiî tasavvufî hareket daha sonraki yıllarda Bulgaristan’da hep varlığını hissettirecektir.

ŞEYH BEDREDDÎN OLAYI

Genel olarak “Bedreddin Simâvî” diye bilinen bu şahıs, Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin adıyla meşhurdur. Simavlı olmadığı halde Simavna ile Simav’ın telaffuz yakınlığından, ya da eserlerine şerh yazmış bulunan Abdullah İlahî’nin Simavlı oluşundan karıştırılarak “Simâvî” lakap ve nisbesiyle anılır olmuştur.

Şeyh Bedreddin bugün Yunanistan sınırları içinde bir köy olan Samavina (Ammovounon)’da doğdu. Babasının burada kadı olduğu rivâyet ediliyorsa da bu kaleyi fetheden gazilerden olma ihtimali daha yüksektir. Çünkü annesi Dimetoka Rum beyinin ihtida etmiş kızı olduğuna bakılırsa babasına savaş esiri olarak verilmiş olmalıdır.

Şeyh Bedreddin Edirne, Bursa ve Konya’da bir eğitim gördükten sonra Kudüs ve Kahire’ye gitti. Oralarda bir süre kaldı. Muhtelif hocalardan ders okuduktan sonra hacca gitti. Hac dönüşü tekrar Kahire’ye döndü ve orada Sultan Berkuk’un oğluna üç yıl süreyle öğretmenlik yaptı.

Mısır’da bulunduğu sırada önceleri çok sıcak bakmadığı tasavvuf yoluna sülûk etti ve Hüseyin Ahlatî’ye intisâb etti. Sıkı riyâzat sonucu hastalanınca şeyhi kendisini doğuya seyahate gönderdi. Tebriz’de Timur’un otağına misafir oldu. Daha sonra tekrar Kahire’ye dönerek sülûkünü tamamladı ve şeyhinin vefatından sonra yerine geçti. Anadolu’da Karaman, Germiyan, Aydın, Tire ve diğer Alevîlerle meskûn bölgelerde dolaştı.

Şeyh Bedreddin Anadolu’yu dolaştığı sırada genellikle Alevi-Türkmen gruplarıyla temas etti, tasavvufî-bâtınî bir üslub ile bir kıyam harekelinin tohumlarım attı. Anadolu’dan Rumeli’ye geçti ve Edirne’ye yerleşti. Şeyh Bedreddin’in faaliyetlerinin yoğunlaştığı yıllar Ankara savaşından sonra Osmanlı devletinin parçalandığı fetret dönemine rastlar.

Edirne’de hükümranlığım ilan etmiş bulunan Musa Çelebi Bedreddin’i kazasker tayin edince nüfuz ve şöhretini artırmış oldu. O bu durumdan yararlanarak şeyhliği şahlığa çevirme sevdasına kapıldı.

Yeniden Osmanlı birliğini kurmaya çalışan Çelebi Mehmed, kardeşi Musa Çelebi’ye galip gelince Şeyh Bedreddin’i kazaskerlik görevinden azletti, iki oğlu ve kızıyla beraber İznik’te ikamete mecbur etti.

Şeyh Bedreddin’in halîfeleri Börklüce Mustafa İzmir’de Urla yarımadasının kuzeyinde yer alan Karaburun’da; Yahudi dönmesi Torlak Kemal Manisa’nın kızılbaşlarla meskun yörelerinde isyan başlattılar.

Şeyh Bedreddin de hac bahanesiyle İznik’ten ayrılıp Kastamonu ve Sinop yoluyla Karadeniz’e; oradan Eflak voyvodasının yanına gitti. Eflak’tan da o günün Osmanlı toprakları olan Silistre, Dobruca ve Deliorman bölgelerinde taraftar toplamaya başladı. Kendisi için ayaklanma merkezi olarak, potansiyel itibariyle Bektaşî ve Alevî etkisi fazlaca olan Deliorman bölgesini seçti. Şerafettin Yaltkaya, 622/1225 yılında Baba İshak taraftarlarının Dobruca’ya geldiğini belirtir.[7] Börklüce Mustafa, etrafına topladığı 5000 kişilik grupla isyan etti ve İzmir Sancak Beyini katl ile Saruhan sancak beyini bozguna uğrattı. Nihayet Bayezid Paşa ve Şehzade Murad komutasındaki ordu Börklüce ve adamlarını mağlub etti. Manisa’da etrafında 3000 adamıyla isyan eden Torlak Kemal ve adamlarım aynı ordu dağıttı ve isyanın Anadolu ayağı bastırılmış oldu.

Kazasker bulunduğu sırada etrafına hayli adam toplayan Bedreddin ise Deliorman’da oturmuş Anadolu’daki isyanın büyümesini bekliyordu. Ancak Anadolu’daki taraftarları mağlub ve perişan olunca etrafına toplanan insanların mânevîyatı sarsıldı.

Çelebi Mehmed “Düzme Mustafa” adıyla isyan eden Yıldırım’ın oğlunun işini bitirmek üzere Taselya ve Selanik taraflarına gittiği bir sırada Deliorman’da Bedreddin vak’asını duydu. Oraya daha önce taraftarlarının işini bitiren Bayezid Paşa’yı gönderdi. Etrafındaki adamlarının bir kısmı dağılmış bulunan Bedreddin kolaylıkla ele geçirilip padişahın bulunduğu Serez’e gönderildi. Hakkında fetva olmadan idam edilmedi. Nihayet bir ulema meclisi toplandı ve cemiyet nizamım bozmaya kalkışan Şeyh Bedreddin’e idam cezası verildi. Kanı heder olmakla beraber “malı helaldir” denilmediğinden Serez’de bir dükkanın önünde asıldıktan (823/1420) sonra malı ailesine verildi.

Bedreddin Simâvî, idam edilerek siyasi bir ayaklanma bastırılmışsa da Balkanlarda bu fikrin taraftarları her zaman bulunmuş, zaman zaman haklarında birtakım kararlar uygulanmıştır.

Sünnî tarîk mensûbu bazı şeyhler Balkanlarda bulunan Işık zaviyelerinde Bedreddin’in fîkirlerinin devam ettiğini ve bunlarla mücadele edilmesi gerektiğim ilgili makamlara bildirmişlerdir. Nitekim Sofyalı Bâlî, Nureddinzade M. Mustafa ve Azîz Mahmûd Hüdâyî bunlardandır.[8]

Şeyh Bedreddin’in eserlerindeki cismanî haşir hususundaki fikri, umumî telakkiye aykırıdır. Ona göre beden için baka yoktur ve fenadan sonra beden cüzlerinin yeniden bir araya gelmesi mümkün değildir. Bu yüzden Bâlî Efendi, Kanunî’ye verdiği bir layihada, şeyhi: “Allah katında gazaba uğramış asılmış Şeyh Bedreddin” diye anlatır. Azîz Mahmûd Hüdâyî de sultana arz ettiği layihada “Vâridat adlı bir kitap telif ve içinde haşr-i ecsad ve eşrat-ı saat’i inkar ettiğim ve kendisinin ilhad ve ibaha üzere olduğunu” kaydeder. “Dobruca ve Zağra bölgelerinde bulunan Simavnavî taraftarlarının te’dîb edilmesini ve köylerine sünnî imam tayin edilmesini” ister.[9]

Nureddinzade ise Vâridat üzerine yazdığı şerhin her noktasında, hususiyle cesedlerin haşri meselesinde şeyhe şiddetle hücum eder.

Simavî’nin tasavvufa dair en önemli eseri Vâridat’tır. Bu eserin pek çok şerhleri vardır.

MÜELLİF MUTASAVVIFLAR

Bulgaristan’dan yetişen müellif mutasavvıfların tesbitinde Bursalı Tahir Bey’in Osmanlı Müellifleri adlı eserini esas aldık. Bu eserde eser sahibi on sûfî tesbit edebildik. Bunlara XIX. Yüzyılın sonu ile XX. Yüzyılda yaşamış ve adı geçen eserde yer almayan iki müellif-mutasavvıfı ilave ettik. Ayrıca kütüphane kayıtlarında Bulgaristan şehirlerine nisbetle meşhur olmuş bazı müellif mutasavvıflara sadece isimleri ve eser adlarıyla temas edip geçtik. Eser sahibi olmayan sûfîler ise binlerle ifade edilecek sayıdadır. Onlara hiç girmeyeceğiz. Osmanlı Müellifleri dışındaki kaynaklardan bunlardan başka müellif mutasavvıf tesbiti mümkündür. Biz tebliğimizi onunla sınırladık. Biyografileri verirken hayatları iyi derecede bilinen ve ansiklopedilere geçmiş bulunanlarla ilgili bilgileri muhtasar tuttuk. Matbu kaynaklarda ve yeni çalışmalarda tanıtılan müelliflerin eserlerinin tanıtılmasında fazla detaya girmedik. Şimdi kronolojik sırayla müelliflerimizi tanıtalım.

l- SOFYALI BÂLÎ EFENDÎ (ö. 960/1553)

Bâlî Efendi, bugün Makedonya sınırları içinde kalan Usturumca’da doğdu. Ancak tahsilini Sofya ve İstanbul’da tamamladı. Hayatının büyük bir kısmını Sofya’da geçirdiği ve orada medfûn bulunduğu için “Sofyalı” diye ünlüdür. Belgradî kendisini: “Rum meşâyıhının zübdesi ve asrı ulemasının a’lâ ve zübdesi” diye tanıtır. Halvetiyye’nin Çelebi Halîfe’ye bağlı kolundan Kasım Çelebi’ye müntesiptir.

Kanunî’nin iltifatına mazhar olmuş ve kendisiyle birlikte bazı seferlere katılmıştır. Sofya yakınlarında Salihiye denilen yere defnedilmiştir (960/1553). Kadı Abdurrahman tarafından kabrine türbe, yanma bir cami ve zaviye yaptırılmıştır. Uzun yıllar bir kültür merkezi gibi hizmet veren bu yapıların yerinde sadece sembolik bir mezar bulunmaktadır.[10]

Bulgaristan’da Bektaşî-Alevî menşeli tarîkatların etkisini gören Bâlî Efendi talebelerine, sünnî tasavvufun büyük mürşidi Gazzalî’nin eserlerim okumalarını tavsiye ederdi. Kanunî’ye Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin hakkında verdiği layiha, onun bu konudaki titizliğini göstermektedir.

Nureddinzade ve Kurd Mehmed Efendi’yi yetiştirmiştir. Şeriat-tarîkat çizgisinde bir yol izlediği anlaşılan Bâlî Efendi pek çok esere imza atmıştır.[11]

Eserleri

1. Şerh-i Fusûsu’l-hikem, İstanbul 1309, 444 sh.

2. Usûl-i fakr ismiyle anılan Etvâr-ı Seb’a, İstabul Belediye Ktp. O. Ergin Yzm. nr. 1213, vr. 28 Türkçe; Süleymaniye Ktp., H.Mahmûd Efendi, nr. 2996, vr.14 Türkçe.

3. Risâletü’l-kazâ ve kader, Konya Yusuf Ağa Ktp. nr. 12, vr. 11 Arapça; Süleymaniye Ktp., Reisü’l-küttab, nr. 55, vr. 330-339 Arapça.

4. Mecmüatü’n-nasâyıh, Süleymaniye Ktp., İzmir, nr. 350, vr. 47 Türkçe.

5. Manzûme-i Vâridat, Süleymaniye Ktp., H.Mahmûd, nr. 2338, vr. 96 Türkçe.

6. Şerh-i hadîs-i kudsî küntü kenzen, Süleymaniye Ktp., Laleli, nr. 3711,vr. 148 Arapça; Süleymaniye-Esad Efendi, nr. 3782, vr. 74-75, Arapça.[12]

Sofyalı Bâlî Efendi hakkında M. Ü. îlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı’nda Ali Haydar Bostancı tarafından Sofyalı Bâlî Efendi’nin Etvâr-ı Seb’ası adıyla bir yüksek lisans tezi hazırlanmıştır (İstanbul 1996).

2- NUREDDİNZÂDE MUSTAFA MUSLÎHUDDÎN (ö. 981/1573)

Filibeli’dir. 908/1502’de doğdu. Bir müddet ilim tahsili ile meşgul olduktan sonra Halvetî ricâlinden Sofyalı Bâlî (ö.960/1553)’ye intisâb ederek halîfesi oldu. Şeyhülislam Ebu’s-Suud Efendi ile sohbetlerde bulundu. Onun delaletiyle Küçükayasofya zaviyesine şeyh oldu. Uzun yıllar bu dergâhta şeyhlik etti. Kanûnî ile Zigetvar seferine katıldı ve sefer sırasında vefat eden padişahın naâşını İstanbul’a getirdi. 981/1573 yılında vefat edince Edirnekapısı haricinde Sırttekkesine defnedildi.

Belgradî onun icâzet aldıktan sonra bazı tarîk erbâbına karşı çekilmiş bir kılıç kesildiğini ve Şeyh Bedreddin’in Vâridat’ına red için şerh yazdığını; (bk. vr 113a-114a) Bosnalı Şeyh Hamza ve dervişlerine karşı son derece dikkatli davrandığını anlatır. Tarîkatı Balkanlarda Nureddinzade tarîki diye anılırmış.

Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin eserlerinde ve mektuplarında kendisine bağlılığından bahsettiği Nureddinzade müteşerri’ bir şeyhtir. Devlet ricâliyle iyi seviyede bir ilişkisi bulunan bu saygın şeyhe Sokollu Mehmed Paşa saygı duymakta imiş.

Eserleri

1. Muhtelif Sûre Tefsirleri, Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 42, vr. 71 Arapça; Millet Ktp., Ali Emiri, nr. 4454, vr. 117a-121a Arapça.

2. Şerhu’n-nusûs (Konevî), Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1278, vr. 165 Arapça.

3. Şerh ala vâridati’l-kübrâ (Bedreddin), Süleymaniye Ktp., Serez, nr. 1103, vr. 123-134 Arapça.

4. Terceme ve şerhu Menâzili’s-sâirîn, Süleymaniye Ktp., H.Reşid Bey, nr. 111, vr. 134 Türkçe.

5. Risâle-i vahdet-i vücûd

6. Risâle-i Mi’rac.[13]

3- KURT MEHMED EFENDİ (ö. 997/1588)

Filibe-Tatarpazarcığı’ndandır. Babası Helvacı Ömer Efendi diye meşhurdur. 931/1524 yılında doğdu. Dinî ilimler tahsiliyle meşgul oldu. Sahn-ı Semân (Fatih) medresesinde muîd olarak vazifeye başladı. Tasavvuftaki üstadı Sofyalı Bâlî Efendi’dir. Şeyhi onu önce kendi memleketine halîfe olarak görevlendirdi. Ancak Bâlî Efendi’nin vefatından sonra önce onun yerine Sofya’ya; pîrdaşı Nureddinzade’nin vefatı üzerine de 981/1573 yılında İstanbul’a geldi, İstanbul’da K. Ayasofya semtinde, Sokollu Mehmed Paşa camiinde şeyhlik yaptı. Devlet ricâlinin saygısını kazandı. Bir takım seferlere katıldı. III. Murad’ın iltifatına mazhar oldu.

İstanbul’dan önce şeyhinin kabrini ziyaret için Sofya’ya; ardından sıla-i rahim için Tatarpazarcığı’na gitti. Burada hastalanıp vefat edince babasının yanına defnedildi (2 Şevval 997/1588). Eser ve tesir sahibi bir sûfiydi.

Eserleri

1. Mürşidü’l-enam ila dâri’s-selam (Şir’atü’l-İslam şerhi) Süleymaniye Ktp., Pertev Paşa, nr. 95, vr. 211 Arapça.

2. el- Mukaddimetü’l-Cezeriyye Tercemesi, Süleymaniye Ktp., Kılıç Ali Paşa, nr. 25, vr. 138.

3. Etvâr-ı seba Rısâlesi, İstanbul Belediye Ktp., O.Ergin Yzm. Nr. 349, vr. 1-8)

4. Ta’bîrnâme, nşr. Mustafa Tatcı, Ankara 1995; Kayseri Raşid Efendi Ktp., nr.26589, vr. 48a-50a.

5. Sûre-i Mülk Tefsiri. bk. Tahir, OM, I, 145-146.

4- ATPAZARÎ OSMAN FAZLI (ö. 1102/ 1690)

Şumnulu’dur. İstanbul’da Fatih civarında Atpazarı semtinde ikamet ettiğinden “Atpazarî” diye meşhur olmuştur. İlk tahsilini Şumnu’da tamamladıktan sonra Edirne’ye geldi. Edirne’de Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin halîfesi Saçlı İbrahim Efendi’ye intisâb etti. Burada sıkı bir riyâzat ile seyr ve sülûke devam etti. Şeyhinin kendisine kızını vermek istemesi üzerine artık feyz alamayacağı düşüncesiyle İstanbul’a gitti. İstanbul’da yine bir Celvetî şeyhi olan Zâkirzâde Abdullah Efendi’ye intisâb ederek halîfesi oldu. Zâkirzâde tarafından Aydos kasabasına irşada memur edildi. Şeyhinin vefatına kadar orada kaldı.

Şeyhinin vefatından sonra, önce Filibe’ye; sonra İstanbul’a geldi. İstanbul’da muhtelif camilerde vaaz ve irşad hizmetlerini devam ettirerek kısa zamanda şöhrete kavuştu. Bu arada Atpazarı’nda Kul Camii imam ve hatipliği hizmetini yürütmekte iken evlendi ve satın aldığı evinin yanına dervişleri için zaviye odaları yaptırdı. Atpazarı’ndaki hizmetinin yanı sıra Ayasofya vakfından maaş alarak Vefa, Süleymaniye, Sultan Selim camilerinde vaizlik etti.

Tekke-medrese veya Kadızade-Sivasîzade mücadelesinin alevlendiği bir devrede yaşamış bulunan Osman Efendi, kendisine yapılan çeşitli isnadlar sebebiyle önce memleketi Şumnu’da sonra da Kıbrıs Magosa’da ikamete mecbur edildi.

Osman Fazlı Efendi, ilim ve irfânı sayesinde saray muhîtine kadar nüfûz edebilmiş; devrin padişahları IV. Mehmed (Avcı) ve II. Süleyman’ın hürmetlerini kazanmış, açık kalpliliği, doğru sözlülüğü ile Edirne’de padişah IV. Mehmed’in huzurunda muhtelif zamanlarda verdiği vaazlarıyla devlet ricâlini açıkça tenkit etmekten geri kalmamıştı. Onun sürgüne gönderilmesi doğru bildiğini her yerde söylemekten çekinmemesindendi.

Osman Fazlı, Magosa’da sürgünde bulunduğu sırada 1102/1690 yılında vefat ederek oraya defnedildi. Kabri, Magosa’da “Kutup Osman Efendi” namıyla ziyaretgâhtır. Sekiz kadar tasavvufî eseri vardır. 150 kadar halîfe yetiştirmiş; Rumeli ve Anadolu’ya göndermiştir. Bunlar içinde en önemlisi Bursalı İsmail Hakkı’dır. Atpazarî, İbn Arabî ile Konevî’nin eserlerinden yararlanmış; onları okumuş, okutmuş ve şerhler yazmıştır.[14]

Atpazarî Osman Fazlı Efendi hakkında M.Ü. ilahiyat Fakültesi’nde Ali Namlı tarafından Bursevî’nin Tamâmu’l-feyz adlı eseri vesîlesiyle bir mukaddime çalışması yapılmıştır (İstanbul 1994). Ayrıca Prof. Dr. Bedrettin Çetiner tarafından “Atpazarî Osman Fazlı ve el-Laihatü’l-berkıyyat Adlı Tasavvufî Tefsir Risâlesi” adıyla bir makale neşredilmiştir.[15]

5- FİLİBELİ AHMED ÜMMÎDÎ (ö. 1106/1694)

Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin halîfelerinden Filibeli İsmail Ümmîdî Efendi’nin oğludur. İsmail Ümmîdî’nin babası da, Halveti meşâyıhından Alaeddin b. Muhsin Efendi’dir. İsmail Efendi, babası Alaeddin Efendi’nin vefatından sonra İstanbul’a gelmiş. Fatih camiinde vaizlik yapmış, bu arada Hüdâyî Hazretleri’ne intisâb etmiştir. Tekmîl-i sülûktan sonra babasının dergâhına halîfe olarak gönderilmiştir. Daha sonra İstanbul’a gelip Ayasofya vaizliği de yapan İsmail Efendi Hüdâyî’nin tefsirini cem’ ederek ilim dünyasına büyük katkıda bulunmuştur.

Ahmed Ümmîdî işte böyle bir babanın yanında İstanbul’da yetişti. Babası gibi Fatih camiinde vaizlik, Küçükayasofya yanındaki Hüseyin Ağa zaviyesinde şeyhlik etmiştir. Vefatı 1106/1694’tür. Fatih’te dedesi İsmail Efendi’nin Çiviciler sokağındaki kabri yanına defnedildi. Eserleri yazma halde bulunmaktadır:

l. Mecâlis-i evliya (20 cüz kadar).

2. Dîvan-ı ilahiyyat, Çorum İl Halk Ktp. nr.2233, vr. 23 Türkçe.

3. Terceme-i keşf-i beyan fi’t-tıb

4.   Risâletü’l-ed’ıyye.[16]

6- FENÂYÎ MUSTAFA EFENDİ (l 115/1703)

Şumnulu’dur. Selamî Ali Efendi’nin hulefâsındandır. Beşiktaşlı Yahya Efendi türbesi civarında yaptırdığı dergâhta şeyhlik etmiştir. Vefatı 1115/1703’tür. Tasavvuf yoluna girmeden evvel, Yeniçerilerin yirminci bölüğünün odabaşısı olduğu için zamanında Odabaşı Şeyhi namıyla meşhur olmuştur. Eser olarak bir Dîvân’ı vardır.[17]

Şiirleri tasavvufî mazmunlar açısından zengindir:

Ey cemalin pertevin âlemde peyda eyleyen

Yine ol âyinede hüsnün temaşa eyleyen

Bir avuç toprağa salmış câm-ı aşkın cür’asın

Kimini akıl, kimini mecnun u şeydâ eyleyen

Şems-i vahdet zerresinden âb u kîlde var eser

Çeşm ü aklı O’dur dâna vü bina eyleyen

Bir beytinden:

Keşfolur ona bütün mâhiyyet-i kevn ü mekan

Sırrı tevhîd olsa bir ayine-i dilde ıyân

7- BURSALI ÎSMAİL HAKKI (ö. 1137/1724)

İsmail Hakkı, Silsile-i Celvetî adlı eserinde kendi terceme-i hâlini mufassal olarak anlatmaktadır. Kendi ifadesine göre, “aslen İstanbullu olan ailesi büyük yangından sonra Aydos kasabasına hicret etmiş” İsmail Hakkı da orada dünyaya gelmişti. Osman Fazlı Efendi burada Zâkirzâde’nin halîfesi sıfatıyla bulunduğundan, babasının delaletiyle üç yaşında iken onun elini öpmüş, bilahare de İstanbul’da kendisine inabe alarak halîfesi olmuştu. Hilafet hizmetiyle Üsküp, Bursa, Şam ve Üsküdar gibi muhtelif şehirlerde bulundu. Ancak hayatinin büyük bir kısmım Bursa’da geçirdiği ve orada “neşr-i feyz-i tarîk “ eylediği için Bursevî diye meşhur olmuştur.

Bursalı İsmail Hakkı da şeyhi Atpazarî Osman Efendi gibi halk üzerinde büyük bir tesir icra etmiş; hatta bu yüzden II. Mustafa zamanında Nemçe Savaşı’na padişahla beraber iştirak etmesi için Bursa’dan davet olunmuştu (1107/1695). İki yıl kadar devam eden bu muharebede İsmail Hakkı’nın birkaç yerinden yara alacak kadar cansiperane hizmetlerde bulunduğunu görmekteyiz.

Alim ve sûfî hüviyetiyle yüzden fazla eser yazmış bulunan İsmail Hakkı, ulema arasında “velüd” unvanına layık bir müelliftir. Onun en meşhur eseri Rûhu’l-beyân adlı tefsiridir. Onun İslam dünyasında asıl şöhretini sağlayan bu eseridir.

İsmail Hakkı uzun yıllar hizmet ettiği Bursa’da 1137/1724’te vefat ederek Tuzpazarı civarında dergâhı harîmine defnedilmiştir.[18] Bursevî, üzerinde akademik pek çok çalışma yapılmış bir mutasavvıftır.[19]


8- ZARÎFÎ ÖMER EFENDİ (ö. 1210/1795)

Rusçukludur. Sa’di tarîkatı meşâyıhındandır. 1210/ 1795 târihinde memleketinde irtihal eyledi. Bey Mezarlığı karşısında Tonbul Cami-i Şerifi hazîresinde medfûndur. Eserleri Türkçe’dir.

1. Pendnâme: 1271 ve 1327 yıllarında iki defa basılmıştır. Mehmet Aslan tarafından yeni harflerle yayınlanmıştır.[20]

2. Tasavvufnâme: İst. Bel. O. Ergin Yzm. nr. 1186 vr. 61-66; Tercüman Gazetesi Ktp. nr. 266, vr. 276-296.

3. Istılâhât-ı Meşâyıh: İst. Bel. O. Ergin Yzm. nr. 1186, vr. 48-60.

Zarîfî Ömer Efendi, ismindeki zarafet gibi Türkçe’yi nezih kullanan şaîr sûfîdir. Nitekim Pendnâme’sinden alınan şu mısralar buna delildir.

Kendüden uluya rağbet eyle-gil

Hem kelamı bil edeble söyle gil

Ulu kadrin fehmeden olur ulu

Gözleyen adâb u erkân ve yolu

Ulunun hayr duâsın alasın

Rütbe-i âlî onunla bulasın

Ulularla meşveret kılsa kişi

Çıkarır elbette başa ol işi

Meşveretsiz kim ki iş işleye

Sol nedâmet parmağın çok dişleye[21]

9- KÖSTENDİLLİ SÜLEYMAN ŞEYHÎ (1235/1819)

Köstendilli’dir. Tasavvufî derinliği kadar biyografi bilgisi ve bu konuda yazdığı eserlerle ayrı bir ünü ve yeri vardır. Özellikle Bahru’l Velâye adlı eserinde menakıbını yazdığı bin kadar sûfîden son yirmi kadar Köstendil ve çevresinde yaşamış olanlardır.

Süleyman Şeyhî Efendi, 1163/ 1750 yılında Köstendil’de doğdu. Mollazadeler olarak bilinen bir aileye mensuptur. Şiirlerinde “Şeyhî” mahlasını kullanmıştır. İki yaşlarında babasını kaybettiği için ağabeyi Çelebi İbrahim’in himayesinde büyüdü, ilk ve orta tahsilini memleketinde tamamladı. Çeşitli ilimlerden ikmal-i nüsah eyledi. O günün şartlarında, İstanbul’a gitmeden Bulgaristan’ın Köstendil ve Sofya şehirlerinde ilmî bir derinlik kazanma imkanı vardı. Nitekim kendisi Müderris Şeyh Mustafa Efendi’den tahsil gördüğünü, onunla boş vakitlerinde İbn Arabî’nin Fütuhat’ını mütalaa ettiklerini belirtmektedir.[22]

Süleyman Şeyhî’nin tarîkat ilişkisi ağabeyi Çelebi İbrahim’in tarîkata girmesiyle başlar. Çelebi İbrahim’in Nakşbendî şeyhi Şâmizâde Mustafa Efendi’ye intisâb ettikten sonra Süleyman Efendi de ona intisâb etti. 1193/1779 yılında 30 yaşında şeyhi kendisine tarîkat hilâfeti verdi. Aynı yılın baharında Şâmîzade vefat etti.

Nakşbendiyye’nin Müceddidiyye kolundan olduğu anlaşılan Şeyhî Süleyman Efendi, gerek kalemi gerek kelamı ile Bulgaristan yöresindeki Müslüman Türklere büyük hizmet etmiştir. Yetiştirdiği pek çok halîfesini de bu yörelerde istihdam etmiştir.

Şeyhî hayatının tamamına yakınını Köstendil’de geçirmiştir. Ancak eserlerinde onun Üsküp, Yanya, İştip, Edirne, Ohri, Selanik, Nevrokop, Samakov, Sofya ve Yenice gibi şehirlere ya seyahat ettiği veya halîfeleri vasıtasıyla ulaştığı anlaşılmaktadır.

Süleyman Şeyhî, 1235/1819 yılında Köstendil’de vefat etti. Kabri, Bursalı M. Tahir Bey’in ifadesine göre Bulgaristan’ın kuruluşundan sonra başka binaya tahvil edilmiştir.

Süleyman Şeyhî Efendi tasavvufun hem amelî, hem de fikrî cihetiyle ilgilenmiştir. Dolayısıyla çevresinde geniş bir mürîd kitlesi oluşmuş, pek çok eser vermiştir. Onun eserleri tasavvufî adaba, tasavvufî tefekküre, terceme-i hal, tabakat ile şiir ve edebiyata dairdir.

Süleyman Şeyhî Efendi Bulgaristan’dan yetişen mutasavvıf müellifler arasında en velüd olanlardan ikincisidir. Ancak XIX. yüzyıl gibi karışık bir dönemde yaşamış olması ve Köstendil’in İstanbul’dan uzaklığı sebebiyle yeteri kadar tanınmamıştır.

Müellif mutasavvıfımız, eserlerinin tamamına yakınım Türkçe yazmıştır. Osmanlı müellifleri arasında eserlerinin tamamını Türkçe yazanların sayısı pek azdır.

Eserleri

1. Lemeât-ı Nakşbendiyye: Şeyhi Şamizade Mustafa Efendi ile ağabeyi Çelebi İbrahim’in menakıbını anlatmak üzere yazılmış bir eserdir. Bk. A. Ü. Dil Târih ve Coğrafya Fakültesi Ktp. Yazma Eserler, M. Özak, 570; İ. Ü. Ktp. Ty. nr. 2000.

2. Dîvân: Süleyman Şeyhî, kendisine ait iki dîvândan bahsediyorsa da bugün sadece biri mevcut ve matbûdur. Yazma nüshası İ.Ü. Ktp. Ty. nr. 1784; İst. Bel. O. Ergin Yzm. nr. 758.

3. Zübde-i Nefehâtü’l-üns: Nefehât’ın özeti mahiyetindedir. Süleymaniye Ktp. H.H.P. nr. 579/ 2; AÜ. D.T.C.F. Ktp. Yazma Eserler, nr. 2477/2.

4. Şerh-i Kelâm-ı Kibar: Hz Ebû Bekir’e izafe edilen bir sözün açıklamasıdır, İ. Ü. Ktp. Ty. nr. 3469.

5. Mir’atü’l-muvahhidîn: Tasavvufî ıstılahların açıklandığı bir eserdir. Vahdet-i vücûd merkezli yorumlara yer verilmektedir, İ. Ü. Ktp. Serez, nr.1515; İ.Ü. Ktp. Ty. nr. 3469/ l, Süleymaniye Ktp. H.M.E., nr. 2567.

6. Mektûbat-ı Erbaîn: Türkçe mektuplardan oluşur. Şeyhî Efendinin yazdıkları île kendisine yazılan mektuplardır. İ.Ü. Ktp. Ty. 3460/ 7; Süleymaniye Ktp. M. Arif, M. Murad, nr. 213/1; İst. Bel. O. Ergin, Yzm. nr. 283.

7. Terkîbât-ı Erbaîn: Günlük hayatına dair bazı olaylar, bilgiler ile rüyalar ve tabirlerinden oluşur. Süleymaniye H.M.E. nr. 2710/2; Süleymaniye M. Arif- M. Murad, nr. 213/ 3; Î.Ü. Ktp. Ty, nr. 3469/ 6.

8. Te’vîlât-ı Erbain: Çeşitli konulara dair kırk hadisin şerhidir. Süleymaniye H.M.E. 2710/ l; Süleymaniye, M. Arif, M. Murad, nr. 213/ 4.

9. Mecmûatü’l-Ma’arif: Tasavvufî ıstılahları Türkçe açıklayan bir risâledir. Süleymaniye H.M.E., nr. 2549; İ.Ü. Ktp. Ty. nr. 923/ 2.

10. Kûtü’l-uşşâk: Bir mukaddime, üç tavırdan (bölüm) meydana gelen tasavvufî konulardan bahseden bir eserdir. Süleymaniye Ktp., H.M.E. nr. 2462.

11. Medar-ı Sâlikân: Lema’ât’ın özeti gibi Nakşbendiyye adabını anlatan bir risâledir. İ.Ü. Ktp., Ty. nr. 2242/ 2.

12. Etvâr-ı Hâcegân: Konuları itibariyle Medar-ı Sâlikân’a. benzediği için aynı eser sanılmışsa da farklı olduğu anlaşılmaktadır. Nakşbendî usulü ile ıstılahlarından bahseder. İ.Ü. Ktp., Ty. nr. 2243/ 3.

13. Nükâtü’l-hikem: Bir mukaddime, üç fasıl ve bir hatimeden oluşan eser, genellikle insan-ı kamil, şeriat, tarîkat, marifet, ve hakikat kavramlarından bahseden hacimli bir eserdir. Süleymaniye Ktp. Serez, nr. 1510; Süleymaniye Ktp.. H.M.E., nr. 2563; AÜ. D.T:C.F. Ktp., Yzm., M. Con., nr. 371/ 2; Almanya Tübingen Devlet Ktp. Arşivi nr.1402.

14. et -Tali’a fî esrâri’l – ilâhiyyeti’s -sermediyye: Meratib-i vücüddan bahseden bir eserdir. Süleymaniye Ktp., Serez, nr. 1504; Süleymaniye Ktp., H.M.E., nr. 2573; İ. Ü. Ktp., Ty, nr. 923/1.

15. Şerh-i Kelâm-i Vâsıtî: Ebû Bekir Vasıtî’nm bir sözünü şerh için yazılmış risâledir. İ.Ü. Ktp. Ty. nr. 3469.

16. Şerh-i Kelimât-ı Bedreddîn: Vâridattan alınan bir bölümün açıklaması ve yorumudur. İ.Ü. Ktp. Ty. nr. 3469, îst. Bel. Ktp. O. Ergin Yzm., nr. 283.

17. Şerh-i Kelâm-ı Câ’fer-i Sadık: Ca’fer-i Sadık’ın bir sözünün tasavvufî yorumundan ibarettir. İ.Ü. Ktp. Ty. nr. 3469.

18. Bahru’l-velâye: Bin civarında tasavvufî büyüğü anlatan bir süfî tabakalıdır. Son kısmında Köstendil meşâyıhına da yer verilmiştir. İ.Ü. Ktp. Ty., nr. 2535; Süleymaniye Ktp., H.H.P., nr. 579/1; Süleymaniye Ktp., H.M.E., nr. 5428; Almanya Berlin Devlet Ktp. 579/1.

19. Burûku’l-âşikân ve sülükü’l-mürîdân: Süleymaniye Ktp., Serez, nr. 1515. Ali Yılmaz tarafından Mollazade Süleyman Şeyhî Köstendilî Hayatı, Şahsiyeti, Eserleri ve Bahrü’l-velâyesi adıyla bir doktora tezi hazırlanmıştır (Ankara Ün. ilahiyat Fak. 1984). M.Ü. ilahiyat Fakültesi’nde Mustafa Ejder tarafından Köstendilli Mollazâde Süleyman Şeyhî Efendi’nin Mir’âtü’l-muvahhidîn Adlı Eseri adıyla bir yüksek lisans tezi hazırlanmıştır (İstanbul 1998). Yine aynı fakültede Kazım Aydemir tarafından Köstendilî Süleyman Şeyhî’nin Kütü’l-uşşak ve Huldsatü’l-esrâr Adlı Eseri adıyla bir yüksek lisans tezi hazırlanmıştır (İstanbul 1998).

10- YÛSUF EFENDİ (1282/ 1865)

Şumnuludur. Nakşbendî meşâyıhından ve ilm-i kıraat mutehassıslarındandır. 1282/1865 târihinde Edirne’de irtihal ederek Buçuktepe kabristanına defnedildi. Kur’an-ı Kerîm’in cem’i ve tertîbi hakkında “İm’ân fi cem’i’l-Kur’ân” (Edirne Badi Efendi Ktp. Nr. 2091) isminde bir eseri vardır. Şeyhlik seviyesine yükselmiş olmakla birlikte tasavvufa dair eseri yoktur. Kur’an ilimleriyle ilgili de olsa te’lif sahibi olması itibarıyla biz kendisini müellif mutasavvıflar meyânında zikrettik. Osmanlı Müellifleri’nin zikrettiği bu on müellif mutasavvıftan başka Bulgaristanlı müellifler vardır. İstanbul kütüphane kataloglarına şöyle bir atf-ı nazar edildiğinde hemen göze çarpıveren müellif mutasavvıflardan bazılarını eserleriyle şöylece sıralayabiliriz.

1. Ali Köstendilî: Telvîhât-ı Subhâniyye ve Mülhemât-ı Rahmâniyye (drl. Mehmet Şuhüdî), İst. Bel. Ktp. O. Ergin Yzm. nr. 345, Türkçe.

2. Saîd b. Mustafa Köstendilî, Tenbîhü’l-ihvân fi Ru’yeti’l-’ayn ve’l-a’yan, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmüd, nr, 3116, Türkçe.

3. İbrahim b. Abdullah Babadağî (ö.1184/ 1770), Teshîlüt-tarîka, Süleymaniye Ktp., Serez, nr. 1582, Türkçe.

4. Alaeddîn Ali Çelebi b. Salih Filibevî (ö. 950/ 1553), Risâle fi deveranis-sufiyye, Süleymaniye Ktp., İbrahim Efendi, nr. 860, vr. 125-126, Arapça; Süleymaniye Ktp., Harput, nr. 11, vr. 122-125.

5. Salih Fakrî (Fikrî) Filibevî, Şerh-iBeyanü’l-hakaik, Sül. Tırnovalı, nr, 1423, Arp.

6. Rusçuklu Mustafa b. Carullah Beyanî (Ö.1006/ 1597), Tezkiretüş-şu ‘ara, Ankara 1997, Türkçe.

7. Ahmed b. Ebubekir Keşfi Samakovî, Şerhut-tarîkdti’l-Muhammediyye, Beyazıt Ktp., nr. 1611;

8. Yusuf b. Mustafa Silistresi, Sefînetü’l-muttakîn ila sebili Rabbi’l-alemin, Süleyman Ktp., Hekimoğlu, nr. 444, Türkçe.

Bunlardan Köstendilli Ali Efendi, Halvetî meşâyıhından bir zat olup Üsküdar’da medfundur. Şakayık Zeyli’nde İsmet Efendi onun hakkında bilgi vermektedir, (bk. s. 304-314)

Bulgaristan’dan yetişen mutasavvıflarla ilgili genel bir rakam vermek uzun araştırmalar gerektiren bir husustur. Ancak İstanbul ve Anadolu’da bulunan tarîkatların hemen hepsinin Bulgaristan’da tekkeleri ve temsilcileri bulunduğu biliniyor. Özellikle Halvetîlik ve Celvetîlik bunların başında gelmektedir. Celvetîyye tarîkatı pîri Azîz Mahmüd Hüdâyî’nin Anadolu’da ve Balkanlar’da görevlendirdiği 64 halîfenin 10 kadarının Bulgaristan topraklarında istihdam edilmesi, bu konuda bir fikir verir.[23]

DİĞER MÜELLİF MUTASAVVIFLAR

Osmanlı Müellifleri’nin telifinden sonra Bulgaristan’da yetişmiş iki önemli müellif-mutasavvıf dikkat çekmektedir. Onlar da Filibeli Ahmed Hilmi ve Tırnovalı İsmail Fenni Ertuğrul’dur. Şimdi bu iki zatı kısaca tanıtalım.


11- FİLİBELİ AHMED HİLMİ (1281/1865-17 EKÎM 1914)

1281/1865 yılında Filibe’de doğdu, ilk tahsilini Filibe müftüsünden aldı. Daha sonra İstanbul’a gelerek Galatasaray Sultanîsi’ni bitirdi. Bir müddet ailesiyle İzmir’e gitti. Devir Abdülhamid Han devridir ve ortalıkta dolaşan “Hürriyet, Müsavat, Uhuvvet” gibi sloganlar onu da etkilemiş, bir ara güya istibdada karşı mücadele hevesiyle Mısır’a kaçmış, orada “Çaylak” isimli bir gazete çıkarmıştır. Jön-Türk heyecanı onu da sarmış görünmektedir.

1901 yılında İstanbul’a gelir, fakat kısa bir süre sonra Fizan’a sürgüne gönderilir. Ahmed Hilmi Bey 1908 Meşrutiyet ilanına kadar Trablusgarp’ta kalmıştır. Burada bulunduğu yıllar kendisinin tasavvuf ve tarîkatla tanıştığı yıllardır. Orada Kadiriyye şubelerinden Abdullah Selam Esmer Arûsi’ye bağlı bulunan Arûsiye koluna intisâb etti. Muhyiddîn Arûsî takma adıyla İki Gavs-i Enam ile Abdülhamîd ve Senûsîler adı ile iki eser kaleme aldı. Ahmed Hilmi bu eserlerinde tarîkat mensuplarının Kuzey Afrika’da Müslüman fakir halk üzerindeki etkisini ve Türkleri sevmeyi adeta tarîkat şartı gördüklerini anlatır.

Ahmed Hilmi Bey beş-altı yıllık sürgün hayatından sonra daha bir olgunlaşmış olarak 1908 Meşrûtiyetiyle birlikte İstanbul’a döndü, İstanbul’da İttihâd-ı İslam ismiyle haftalık bir gazete neşretmeye başladı. Gazete ancak 19 sayı çıkabildi. Daha sonra İkdam ve Tasvîr-i Efkar gazetelerinde yazdı.

1910 yılında Hikmet adlı İslamî bir gazete çıkardı. Bu gazetede şeyh Muhyiddîn-i Arüsî takma adıyla tasavvufî yazılar yazdı. 1911’den itibaren Hikmet dergisinin yanı sıra Hikmet gazetesini de çıkarmaya başlayarak İttihad ve Terakkî hükümetine karşı mücadele cephesi açmış bulunuyordu. Pek çok olay üzerine kapatılan gazetenin sahip ve başyazarı Ahmed Hilmi Bursa’ya sürgüne gönderildi. Fakat mücadeleden yılmadı. Meşrutiyetten ölümüne kadar geçen altı sene gibi kısa bir zaman dilimine kırk kadar eser ve yüzlerce makaleyi sığdırabilmiştir.

Bir ara Dârü’l-fünûn’da felsefe profesörlüğü de yapan Ahmed Hilmi, felsefe ve tasavvuf konularındaki derinliği ile dikkat çekmektedir.

19. yüzyılın pozitivist ve materyalist felsefî telakkisine karşı fikri mücadeleyi de elde bırakmamış Maddiyyûn Meslek-i Dalâleti adlı bir eser yazmıştır. 17 Ekim 1914’te bir yemek zehirlenmesinden vefat etmiştir.

Ahmed Hilmi Bey’in sayılan kırkı aşkın eseri bulunmaktadır. Biz burada sadece tasavvufî olanlarına temas edeceğiz:

1. Asr-ı Hamîdî’de Âlem- İslam ve Senûsîler: 124 sayfalık eserde müellif Şeyh Ahmed Senûsi’nin İstanbul’a gelişi münasebetiyle Kuzey Afrika’daki tasavvufî hayat ve tarîkatları anlatmaktadır.

2. İki Gavs-i Enam Abdülkadir ve Abdüsselam (İstanbul 1331): Ahmed Hilmi bu eserinde Abdülkadir Geylanî ve Abdüsselam Esmer’i menkıbevî tarzda anlatmaktadır. Bu eserinde Tarîkatlar ve Ricâl diye bir eserinin varlığından söz ediyorsa da bugün mevcud değildir.

3. A’mâk-ı Hayal: Râcî’nin Hatıraları: (İstanbul 1326). Tasavvufî üslupla yazılmış bir romandır.

4. Tasavvuf-i İslamî

Tamamlanıp neşir imkanı bulunamamış eserleri:

5. Bektâşîler

6. Şeyh Bedreddin

7. Gazal-i Bedeviye.[24]


12- TIRNOVALI İSMAİL FENNÎ ERTUĞRUL (ö. 1945)

1271/ 1855’te Tırnova’da doğdu. Babası Tırnova mahallî idare meclisi azası Mahmûd Bey’dir. İlk tahsilini Halvetî Melamî ricâlinden Ahmed Amiş Efendi (ö.l920)’nin Tırnova’daki sibyan mektebinde yaptı. Sibyan mektebini tamamladıktan sonra medreseye devam ederek İslamî ilimlerde ikmali nüsah eyledi. Medresede talebe iken bir yandan da muhasebe kalemine devam ederek muhasebe öğrendi. Vâridat mukayyidliği ile muhasebecilik mesleğine başlamış oldu. Daha sonra Tırnova muhasebeciliği görevine getirilen Cûdi Efendi’den hem muhasebe bilgisini geliştirdi hem de mûsikî meşk etti. Tırnova’nın Ruslar tarafından işgali üzerine 1876’da İstanbul’a hicret etti. Çeşitli mali görevlerde bulunduktan sonra 1909’da emekli oldu. Eserlerini emekli olduktan sonra vefatına kadar olan dönemde yazdı.

Tasavvufa olan ilgisi, Tırnova’da iken sıbyan mektebinden talebesi olduğu Fatih türbedarı Ahmet Amiş Efendi vasıtasıyla başlamış, gelişerek devam etmiştir. Söz konuşu şeyhten ameli olarak tasavvuf öğrendiği gibi tasavvufun tefekkür tarafım da ihmal etmemiştir.

Yaşadığı dönemdeki pozitivist ve materyalist cereyanlara karşı o da Filibeli Ahmed Hilmi gibi duyarlılık göstermiş ve Maddiyyûn Mezhebinin İzmihlali (İstanbul 1928) adıyla bir eser kaleme almıştır. Yine Dozy’nin Târih-i İslamiyet adlı eserme İzale-i Şükuk (İstanbul 1928) adıyla cevap vermiştir. Tasavvuf vadisinde ise Vahdet-i Vücüd ve Muhyiddîn-i Arabî (İstanbul 1928) adıyla özgün bir çalışma yapmıştır, İ.Fenni bu eserinde tasavvufî tefekkürün büyük temsilcisi İbn Arabî’nin görüşlerim savunmaktadır. Bu çalışma Mustafa Kara tarafından yeni harflerle yayımlandı (İstanbul 1991).

NETÎCE

Bahse konu on iki müellif mutasavvıftan dördü Celvetî, üçü Halvetî, üçü Nakşbendî, biri Sa’dî, biri Kâdirî’dir. Bu duruma göre Bektaşîliğin dışında Bulgaristan’da en etkin tarîkatın Celvetîyye olduğu söylenebilir. Bunu Halvetiyye; XX. yüzyıldan sonra ise Nakşbendiyye izlemektedir. Yine incelediğimiz müellif mutasavvıf on iki şahsiyetten dördü Filibeli, üçü Şumnulu, diğerleri ise Sofya, Köstendil, Rusçuk, Tırnova ve Aydos şehirlerindendir. Bu durum Filibe’nin entelektüel yapısını teyit etmektedir.

Bulgaristan’da yetişen bu müellif mutasavvıflar arasında en velüd olanı elbette İsmail Hakkı Bursevî’dir. Onu Köstendilli takip etmektedir. Ardından Atpazarî, Nüreddinzâde, Bâlî Efendi ve diğerleri gelmektedir.

Bulgaristan’ın kültür târihinin yazılabilmesi için tasavvufun en önemli kurumları olan tekke ve tarîkatlar, sûfî ricâli eserleriyle ilim dünyasına tanıtılması ve yazma eserlerin neşredilmesi gerekir. Bizler M.Ü. İlahiyat Fakültesi Tasavvuf ana bilim dalı olarak bu konuya ayrı bir önem atfetmekte ve bu bölgeden yetişen müellif mutasavvıfların yazma eserlerini yüksek lisans ve doktora çalışması olarak vermekteyiz. Diğer ilim dalları ve müesseselerin de konuya ilgi göstermelerim temenni ederiz. Ayrıca Bulgaristan ve Sofya Kütüphaneleri’ndeki Osmanlıca Arapça ve Farsça yazma eserlerin Arapça ve Türkçe toplu bir katalogunun neşredilmesi araştırmacılar için fevkalade önem arz etmektedir.

Bir temenni ile tebliğimi bitirmek istiyorum: Bulgaristan’daki şehir ve kasabaların yerlerini gösteren ve târihi adları ile çağdaş adlarını veren İngilizce ve Türkçe atlas ve haritalar hazırlanması araştırmacılar için çok faydalı olacaktır.

 

 

[1] DİA, “Deliorman” mad., X, 141.

[2] Vakıflar Dergisi, 1942, II, 279-386.

[3] Barkan-Ayverdi, İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri, 943/1546 yılları; Barkan, Kolonizatör Türk Dervişleri, s. 301.

[4] bk. Barkan, agm. s. 293.

[5] bk. “Vakıfların Milli Birlikteki Rolleri ve Demir Baba Türbesi”, Vakıflar Dergisi, 1988 sy. XX, s. 400.

[6] bk. Kemal Daşçıoğlu, 1827 (1243) Târihli Muhalle/at Defterine Göre Bektâşî Zaviyeleri, S. Demirel Ü. Sosyal Bil. Ens. Isparta 1996.

[7] İA, XI, 446.

[8] bk. Baki Öz, Alevilik ile ilgili Osmanlı Belgeleri, İstanbul 1995, s. 140 vd.

[9] bk. H. Kâmil Yılmaz, Hüdâyî, s. 102-106.

[10] DÎA, VI, 406-407.

[11] DİA, V, 20.

[12] bk. Tahir, OM, 1,42; Belgradî, Silsiletü’l-mukarrabîn ve menâkıbu’l-müttakîn, Süleymaniye Ktp, Şehid Ali Paşa, nr. 2819.

[13] Bk. Ataî, Şakdik Zeyli, I. 212 vd.; Belgrâdî, Silsiletü’l-mukarrabîn, vr. 113a-114a; Süreyya, SO, IV, 494 vd.; Tahir OM, 161; Yılmaz, Hüdâyî, s.48, dn 33.

[14] Bk. Osman Fazlı’nın hayatı hakkında Bursalı İ. Hakkı, Tamâmu’l-feyz, Kitabü’l-hitâb, Silsile-i Celvetîyye adlı eserlerinde bilgi verir. Ayrıca Uşşâkîzdde Zeyli, 686 vd.; Şeyhî, Şakayık Zeyli, n, 43b; Tahir, OM, 1,15; Yılmaz, Hüdâyî, s.247 vd.; DİA, IV, 83 vd.’da eserleri tanıtılmaktadır.

[15] Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 16-17, (1998-99), s. 7-54.

[16] Bk. Şeyhî, age, II, 96, Uşşakîzâde, age, 124 vd.; İsmet Efendi, Tekmiletü ‘ş-Şekâik, 496-472; Tahir, OM, 1.28; Yılmaz, Hüdâyî, 133, 290.

[17] Mustafa Fenâyi, Şumnulu Dîvânı, Süleymaniye Ktp., Mihrişah Sultan, nr.160, vr.123, Türkçe.

[18] Bk. Bursevî, kendi hayatı hakkında Tamâmu’l-feyz, Kitabü’l-hitâb, Silsile-i Celvetîyye adlı eserlerinde bilgi verir. Ayrıca bk. Uşşakîzade Zeyli, 686vd.; Şeyhî, Şakayık Zeyli, II, 43b; Tahir, OM, I, 28 vd.; Yılmaz, Hüdâyî, s.249 vd.

[19] Bk. Ali Namlı, Türkiye Akademik Tasavvuf Araştırmaları Bibliyografyası, İstanbul 1997.

[20] Dîvân, 1994, ÎSAM., T. 811.218 /ZAR. P.

[21] Bk. Tahir, OM, I, 109.

[22] bk. Terkîbât, vr. 210.

[23] bk. Yılmaz, Hüdâyî, s. 130-138.

[24] bk. Ziya Nur, İslam Târihi, İstanbul 1974, esere yazılan mukaddime.