Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

AİLE VE ÖNEMİ

A- MAKASIDÜ’Ş-ŞERÎA / ZARÛRİYYAT-I DÎNİYYE

Dinimizin korumayı emrettiği şeylere zarûriyyat-ı diniyye denir. Bunlar beş tanedir.
1- Dini muhâfaza
2- Canı/nefsi muhâfaza
3- Nesli muhâfaza
4- Aklı muhâfaza
5- Malı muhâfaza

I- DÎNİ MUHÂFAZA

İnsan inanma ihtiyacında olan bir varlıktır. Yaratan O’nun fıtratına bunu koymuştur. Allah’ın insanların fıtratına koyduğu Hanif Tevhîd inancına şu ayetle işaret edilir:

فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ حَنِيفًا فِطْرَةَ اللَّهِ الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا لَا تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللَّهِ

(Resûlüm!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. (er-Rûm, 30/30)

İslam’ın özünde dinlere saygı ve din özgürlüğü önemli bir yer tutar. Nitekim Medine sözleşmesinde diğer din mensubu Yahûdiler ayrı bir statü elde etmişler ve kendi problemlerini Tevrat esaslarına göre çözme hakkı almışlardı. Asr-ı saâdette Yemen’deki Hristiyan Necran halkı Hz. Peygamber mescidinde kendi dinlerine göre ibâdet imkanı elde etmişlerdi. İslam tarihi boyunca dine, dindarlara saygı ile muâmele edilmesini öngörmüştür.
Din fıtrî bir hadise olduğundan tarih boyunca dinsiz fertler olanlar çıkmıştır ama dinsiz toplum olmamıştır.

II- NEFSİ / CÂNI MUHÂFAZA

Cenâb-ı Hakk’ın korumayı istediği en önemli emânetlerden biri cândır. Kişinin kendi cânı da başkalarının cânı da muhteremdir. Câna kıymak en büyük haramdır. Hatta bir insanı öldürmek insanlığı öldürmeye, bir insanı diriltmek insanlığı diriltmeye denktir.

مَن قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَل النَّاسَ جَمِيعًا  وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَا أَحْيَا النَّاسَ

Kim bir câna veya yeryüzünde bir fesâd çıkarmaya karşılık olmaksızın bir câna kıyarsa bütün insanlığı öldürmüş gibi olur. Her kim de bir cânı kurtarırsa bütün insanlığı kurtarmış gibi olur. (el-Mâide, 5/52)

Her türlü işkence ve zulüm haramdır. İntihar ve katl de öyledir. Nefsi haramlardan korumak da hıfz-ı nefse dahildir.

III- AKLI MUHÂFAZA

Akıl teklifin şartıdır.

إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ و َالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا

Biz emâneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler. (el-Ahzâb, 33/72)
Buradaki emânet genelde akıl olarak yorumlanmıştır. Cenâb-ı Hakk’ın insana verdiği nimet ve emânetlerin en büyüğü akıldır. Aklın kıymetini bilmek ve onu mâbûdunu tanıyacak ve insanlığa hizmet edecek bilgilerle donatmak görevimizdir.

IV- NESLİ MUHÂFAZA

Dünya hayatının devâmı neslin devamına bağlıdır. Bu durum insanlara neslin devamı ve korunması sorumluluğunu yüklemektedir. Geçmiş peygamberlerden İbrahim, İsmail ve Zekeriyâ (a.s.) Kur’an’ın beyânına göre Allah’tan mü’min nesiller isterler. Allah Âdem’in (a.s.) zürriyetinin devâmı için ondan kendi eşini yaratmıştır.

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَثِيرًا وَنِسَاء

Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. (en-Nisâ 4/1)
Allah bizden hayırlı nesil duasında bulunmamızı ister.

لِلْمُتَّقِين إِمَامًا  هَبْ لَنَا مِنْ أَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ أَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا رَبَّنَا

Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl. (el-Furkân 25/72)

V- MALI MUHÂFAZA

İslam’da ferdî mülkiyet hürriyeti esastır. Herkesin malı ırz ve nâmusu korunmuştur. Nitekim vedâ hutbesinde: فإن دماءكم وأموالكم وأعراضكم بينكم حرام “Kanlarınız, mallarınız ve namuslarınız korunmuştur.” (İbn Mâce, Menâsik, 76) buyrulmuştur. İslam’da ferd topluma, toplum ferde fedâ edilmez. Ekonominin merkezinde Allah vardır. Çünkü Allah ile alâkasını kesen insan sapar. Hem kendini, hem de dünyayı ziyân eder.

İDEAL EVLİLİĞİN GAYESİ

Zarûrâr-ı dîniyye denilen bu beş önemli değerin korunacağı en önemli alan âiledir. Çünkü, canlı organizmalarda hücrenin yeri ve özelliği neyse toplum ve cemiyet için âilenin konumu da odur. Dinî ve millî hayatın korunması, dinin, nefsin, neslin, aklın ve hattâ malın korunması âile hayatına bağlıdır.

I- DÎNİ KORUMAK

نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَة  يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُم

“Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (et-Tahrîm 66/6)
من رزقه الله امرأة صالحة فقد أعانه على شطر دينه فليتق الله في الشرط الثاني

Allah kimi Salihâ bir kadınla rızıklandırmışsa dininin yarısı hususunda ona yardım etmiştir. Diğer yarısında Allah’tan sakınsın. (Hâkim, Müstedrek, II, 175 (2681))

إذا تزوج العبد فقد استكمل نصف الدين فليتق الله في النصف الباقي

Kul evlendiğinde dininin yarısını tamamlamış olur. Diğer yarısında Allah’tan sakınsın. (Kenzu’l-ummâl, XII, 263 (44403))

II- NEFSİ ve İFFETİ KORUMAK

لَّكُمْ وَأَنتُمْ لِبَاسٌ لَّهُنَّ هُنَّ لِبَاسٌ

Onlar sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbisesiniz. (Bakara, 2/187)

وَلْيَسْتَعْفِفِ الَّذِينَ لَا يَجِدُونَ نِكَاحًا حَتَّى يُغْنِيَهُمْ اللَّهُ مِن فَضْلِهِ

Evlenme imkanı bulamayanlar ise, Alla, lütfu ile kendilerini varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar. (en-Nûr 24/33)

III- NESLİ DEVAM ETTİRMEK

نِسَآؤُكُمْ حَرْثٌ لَّكُمْ
Kadınlarınız sizin ekinliğiniz, kültür tarlanızdır. (el-Bakara 2/223)

تناكحوا تكثروا فإني أباهي بكم الأمم يوم القيامة
Evlenin ve çoğalın muhakkak ki ben kıyamet günü sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere öğüneceğim. (Suyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, III,  146)

IV- SEKÎNET/HUZUR SÂYESİNDE AKIL ve RUH SAĞLIĞINI KORUMAK

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً  وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Allah’ın varlığına, kudret ve kuvvetine delillerden biri de kendileriyle huzûr bulasınız ve gönül rahatlığı içinde yaşayasınız diye size kendi cinsinizden eşler yaratmasıdır. Aranıza sevgi ve şefkat duyguları koydu. Bunda düşünenler için uyarıcı ve Allah’ın varlığını kanıtlayıcı deliller vardır (er-Rûm 30/21)
Sekinet    : Huzur ve cinsel tatmin
Meveddet    : Dostluk ve arkadaşlık
Rahmet    : Şefkat ve acıma

Evliliğin ilk on yılı can cana, ikinci on yılı yan yana, üçüncü on yılı sen o yana ben bu yana, dördüncü on yılı ise “sen şimdi lâzımsın bana” dönemidir.

V- MAL ve ZENGİNLİK

وَأَنكِحُوا الْأَيَامَى مِنكُمْ وَالصَّالِحِينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَإِمَائِكُمْ إِن يَكُونُوا فُقَرَاء يُغْنِهِمُ اللَّهُ مِن فَضْلِهِ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ

Aranızdaki bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden elverişli olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah (lütfu ) geniş olan ve (her şeyi) bilendir. (en-Nûr 24/32)
قِيَاماًْ وَلاَ تُؤْتُواْ السُّفَهَاء أَمْوَالَكُمُ الَّتِي جَعَلَ اللّهُ لَكُم

Allah’ın geçiminize dayanak kıldığı mallarınızı aklı ermezlere (reşit olmayanlara) vermeyin. ( en-Nisâ 4/5)
Ancak Nur suresindeki ayetin devamında bu işe hazırlıklı olmak gerektiğine vurgu yapılıyor.
وَلْيَسْتَعْفِفِ الَّذِينَ لَا يَجِدُونَ نِكَاحًا حَتَّى يُغْنِيَهُمْ اللَّهُ مِن فَضْلِهِ

Evlenme imkanı bulamayanlar ise, Allah lütfu ile kendilerini varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar. (en-Nûr 24/33)

NASIL BİR YUVA?

Evlilik yuvası yukarıdaki gâyeleri gerçekleştirmek üzere kadı ve erkek eşler yapılan bir sözleşmedir. İnsanoğlu’nun üzerinde yaşadığı ihtiyâr dünyâmızda sosyal organizmanın en küçük hücre dokusu âiledir. Âile, insanoğlunun dünyevî huzûr ve sükûn ile âhenk ve mutluluğu solukladığı ilk ve tek yuvadır. İnsanların olduğundan fazla görünmek kaygısı taşımadığı; her üyesinin birbirinin röntgeninden haberdar olduğu bir sevgi laboratuvarıdır. Allah Teâlâ âiledeki sevgi ve güvene dayalı huzûr ve mutluluğu, kendi azametine âid bir delil, bir mucize ve âyet olarak takdîm buyurmaktadır:
Âile Allah’ın iki nefsi, bağların kuvvetlisi ile bağladığı bir beraberliktir. Yuvanın sevgiye dayalı bu beraberliğini Allah Rasûlü de açık bir biçimde: “Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi. Güzel koku, kadın ve gözümün nûru namaz”  buyurarak ifâde etmiştir. Sevginin en çok arandığı ve harç gibi bağlayıcı görüldüğü yer âile yuvasıdır. Orada sevgiyi sürekli kılan güven ve güzel geçimdir. Sevginin yerini doldurabilecek bir başka harç olmadığı gibi sevgiyi güven kadar besleyecek başka bir besin de yoktur. Aslında uyum, güven, saygı ve sevgiye dayalı evlilik kadar mutluluk veren bir başka beraberlik yoktur. Kadın ve erkeğin birbirine rûhen yabancı olduğu bir izdivâc kadar kötü bir birliktelik söz konusu olamaz. Bu duruma göre mutlu bir evlilik için iki şey önem kazanmaktadır.
Eşlerin uyumu için önce kefâet/denkliklerini araştırmaları ve birbirlerini tanımaları, ikinci olarak güzel geçim, insan idâresi, uzlaşma, hak ve sorumluluklar konusunda belli bir bilgilenme sürecinden geçmeleridir. Bu konuda, bir takım kitaplarla nazarî bilgiler elde edilebileceği gibi, “âile okulu”  gibi seminerlerle eşler bu konuda bilgi sâhibi olmalıdır.
Evlenecek eş adaylarının birbirlerini her türlü kusûr ve özelliklerini gizlemeden söylemeleri esastır. Ancak insanlar böyle zamanda olduğundan fazla görünme kaygısıyla bir takım kusurlarını gizlemeyi; karşı tarafa maskeli hâliyle görünmeyi meziyet saymaktadır. Oysa selef-i sâlihin bu konuda açık yürekli davranmayı tercih ederdi. Nitekim Hz. Ömer zamanında evlenen bir adam evlenmeden önce saç ve sakalını boyatıp kendisini öyle tanıtmıştı. Evlendikten bir müddet sonra boya gidip saç ve sakalının beyazlığı ortaya çıkınca durum halifeye şikâyet edildi. Hz. Ömer: “İnsanları kandırmaya kalkan yok” diye adamı cezâlandırdı.
Bu dünyada müslümanlıktan sonra en büyük lütuf ve mazhariyet, insanın kendisiyle ülfet edebileceği uygun bir eşe sâhip olmasıdır. Böyle bir eşle hayat arkadaşı ve yoldaş olmak insan için dünya konusunda bir ünsiyet ve güvence, dinî konularda bir güç ve destektir. Nitekim İbn Abbas: “Gencin ibâdetinin evlilikle kemâle erdiğini” söylerdi. Çünkü harama düşen gönülden imân bile sökülüp atılırdı.

حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ  رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا
Rabbımız bize dünyada güzellik ver, âhirette de güzellik ver!  âyetindeki “dünyadaki güzelliğin” mutluluk vesîlesi bir eş olduğuna işâret edilmiştir. Ayrıca
أَوْ أُنثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيَاةً طَيِّبَةً مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِّن ذَكَرٍ
Kadın ve erkek, inanmış olarak kim sâlih amel işlerse ona hoş bir hayat yaşatırız.  âyetindeki “hoş bir hayat”tan murâdın iyi bir eş olduğu ifâde edilmektedir. Hattâ bu yüzden Hz. Ömer “sâlih bir hanımı dünyadan saymazdı.” Çünkü o, insânı âhirete yönlendirir, derdi.
لِلْمُتَّقِين إِمَامًا  هَبْ لَنَا مِنْ أَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ أَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا رَبَّنَا
Rabbımız, bize göz aydınlığı olacak eşler ve çocuklar bahşet!  âyetinde niyaz edilen göz aydınlığı, insanın kendisi için gerçek göz aydınlığına vesile olan kulluktan alıkoymayacak ve insanı o büyük kavuşmaya hazırlayacak bir göz aydınlığıdır. Allah Rasûlü’nün kendisine sevdirilen namazı göz aydınlığı olarak anması, kadını ve kokuyu bir arada sayması buna işâret sayılmaktadır.
Evlilik bir nasîb işi olmakla birlikte belli bir hazırlık zarûrîdir. Bu hazırlık safhasında ehlullahdan birinin kızına nasîhati ilginçtir: “Yavrum, doğduğun ve büyüdüğün yuvandan, kendi kuracağın yuvaya uçuyorsun. En yakınlarının yanından bugüne kadar sana yabancı olan birinin yanına gidiyorsun. Sen ona yeryüzü gibi ol ki o da sana gökyüzü olsun. Sen ona câriye ol ki, o da sana köle olsun. Ona büsbütün yapışma ki seni atmaya kalkışmasın. Uzak durma ki seni unutmasın. Kulağı çirkin bir söz duymasın, burnu kötü bir koku almasın, gözü senden bir çirkinlik görmesin!”
Eşlerin gözlerini ve gönüllerini sâdece birbirlerine açması esastır. Nitekim Allah Teâlâ Cennet hanımlarını överken onları şöyle anlatır:
فِيهِنَّ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ لَمْ يَطْمِثْهُنَّ إِنسٌ قَبْلَهُمْ وَلَا جَانٌّ
Orada bakışların, sadece eşlerine çevirmiş, daha önce ne insan, ne de cinlerin dokunmuş olduğu hanımlar vardır  Yani onlar başkasına bakmayan sadece kocalarını “en yakışıklıklı” gören hanımlar ve eşlerini “en güzel” gören beylerdir.
Mutlu bir yuva için evlenen erkek, hanımını idâre etmeyi öğrenmeli; hikmetli sözler, tatlı şakalar; güzel espriler ve hediyelerle eşinin gönlünü fethetmeyi bilmelidir. Hanımına karşı yumuşak davranmalı, onun lüzumsuz harcamalarını yerine göre hoş görebilmelidir. Bu ise ilim ve hilim sâhibi olmayı gerektirir. Bu davranışı ancak hikmet ve irfan sâhibi kimseler başarabilir. Cimri, kaba, hoyrat kimselerin toplum içinde huzûrla yaşamaları zordur. Böyleleri kadınları idâre edemez. Kaba davranan ve cimrilik yapan kimse hem acı verir, hem acı görür. Hem eziyet çeker, hem eziyet çektirir. Hem günaha girer, hem günaha sokar. Kadınların duygusallığını yumuşaklıkla, bilgisizliğini tecrübe ve ilimle aşmak mümkündür. Erkek hoşgörüden uzak, câhil, kaba ve akılsız ise karşılıklı kabalık ve sertlik ortaya çıkar, bu da yuvadaki huzûru bozar, nefreti körükler. Yumuşaklık ve hoşgörü ise gönüller fetheder, en zor insanları idâre eder.
“Er” kişi, hanımının ezâsına, cevr u cefâsına âhirette göreceği ecri düşünerek katlanır. Çünkü insanların hatâ ve kusurlarına sabretmek kişiyi olgunlaştırır ve yüceltir. Nitekim Yûnus Peygamber’in âhiret ecrini düşünerek kendisine hakaretler yağdıran eşine katlandığı nakledilmektedir.
Yine tasavvuf ricâlinden Ebu’l-Hasan Harakanî için de benzer şöyle bir kıssa nakledilir: Harakânî, İslam filozoflarından İbn Sinâ ile çağdaştır. İbn Sinâ, Harakânî’nin şöhretini duyup kendisini tanımak ister ve Harakan’a gelir. Şeyhi evinde bulamaz. Kendisini karşılayan Harakanî’nin eşi ona: “O sahtekâr zındığı ne yapacaksın?” diye başlayarak bir sürü hakaret dolu sözler eder. Bu arada şeyhin orman tarafına oduna gittiğini söyler. İbn Sinâ orman tarafına doğru giderken dönmekte olan Harakanî ile karşılaşır. Ama ne görsün, Harakanî odunları bir arslanın sırtına yüklemiştir. İbn Sinâ: “Ey üstad bu ne hâl böyle?” deyince Harakanî: “Biz evdeki arslanın kahrını çekince dağdaki arslan da bizim kahrımızı çekiyor” diye karşılık verir.
Erkeğin, hanımının bir takım çıkışlarına ve ölçüsüz davranışlarına gösterdiği tahammül, verdiği ezâya sabır karşılığında âhirette ecir kazanacağını düşünmesi insanın davranışlarını ölçülü hâle getirmektedir.
Yuvada kadına da bir takım sorumluluklar düşmektedir. “Yuvayı dişi kuş kurar” derler. Evet, temelde kadının varlığı ve şefkatli eliyle oluşan âile yuvası aslında bir huzûr ve sükûn ortamıdır. Kadın eş olarak beyine, ana olarak çocuklarına sahip çıkarak romantizme kapılmadan; hayatın gerçeklerini görerek vazîfesini yapmalı ve yuvanın devamına katkıda bulunmalıdır.
Evlilik yukarıdaki âyette belirtildiği gibi bir yuva için; mutlu yuva da insan neslinin devâmını sağlayan yavrular içindir. Kur’an’da Zekeriyâ Peygamber’in duâsı ile karısının doğuma elverişli hâle geldiği ve Yahya (a.s.)’ı doğurduğu ve bunun bir lütfî ilâhî olduğu anlatılarak  yuvada çocuğun önemine dikkat çekilmiştir. Selef, nesillerin devamı için çocuk sâhibi olmak üzere evlenirdi. Çocukları yaşarsa Allah’ı zikretmesini; ölecek olursa yüklerini hafifletip şefaatçi olmasını dilerlerdi. Nitekim Allah Rasûlü buyurur: “Sabî çocuk, anne-babasının boyunlarından tutarak cennete götürür.”
كَسَبَ  مَا أَغْنَى عَنْهُ مَالُهُ وَمَا
Ona malı da kazandığı da fayda vermedi.  âyetinde “kazandığı” ile  kasdedilen çocuklardır. Allah yolunda harcanan mal, nasıl fayda veriyorsa çocuk da fayda verebilir. Nitekim Allah Rasûlü: “Kişinin kazandıklarından biri de çocuğudur. Yediği rızkın en helâli kendi kazancından yediğidir.”  buyurmaktadır. Âile yuvasında mutluluğun temeli, kurulacak ilişkiye bağlıdır. Otorite ve tahakküme bağlı âile yuvasında otoriter baba ve otoriter koca anlayışı vardır. Fertlerin şahsiyetlerini zedeleyen bu tür bir model artık yerini Nebevî usûldeki rehber ve hizmetkâr âile reisliğine ve babalığa bırakmaktadır. Aslında bizim kültürümüzde oğula “mahdûm”; yani hizmet sunulan, kıza kerime; yani ikram edilen denmesi “hizmetkâr âile” reisliğinin târihen varlığına delildir. Öyleyse hizmet merkezli diğergâm, fedâkar bir âile mutluluğudur aslolan.

AİLE İÇİ İLİŞKİLER

Âile bir paylaşım ortamıdır. Sevgi ve acıların, mutluluk ve sıkıntıların paylaşıldığı yerdir. Bir başka ifâdeyle âile, herkesin olduğu gibi göründüğü yerdir. Bu itibarla herkes hakkında âilesinin referansı çok önemlidir.
Büyük âile, büyükbaba ve büyükanne ile amca, hala, teyze ve dayı gibi akrabâların aynı mekânı paylaştığı pederşâhî ya da mâderşâhî âiledir. Eskiden konaklarda ve köylerde yaygın olan âile bu idi. Bugün ise çekirdek âile yaygınlaştı. Çekirdek âile anne, baba ve bekar çocuklardan oluşur.
Âilede iki temele dayanır: Sevgi ve güven.
Bunun devamı için de üç şey gerekir:
1- Muhâtaba saygı,
2- Yapmacık tavırdan uzak tabiî davranış,
3- Empati.

İDEAL MUTLU BİR ÂİLE İÇİN

Bugün ideal insan tipi, başkalarını düşünen, onlar için fedâkarlık yapan değil, kendisi için yaşayan, çok kazanan ve iyi harcayan, rahat ve konforlu bir hayat süren, sadece kendini düşünendir. Sekülerizmin ve ferdiyetçiliğin dayattığı insan tipi budur. Oysa mutlu bir yuva için eşler:
1- Birbirlerini olduğu gibi kabul eder, birbirlerinin iyi yönlerini öne çıkarır, kötü yönlerine iğmâz-ı ayn eder.
2- Eşini değiştirmeye çalışmak yerine kendi davranışını değiştirmeyi önceler.
3- Eşler birbirinin dostu ve arkadaşı-sırdaşıdır. Fizikî, zihnî ve kalbî beraberlik içindedir. Birlikte fazlaca vakit geçirmeye özen gösterir.
4-  Birbirlerini maddî-manevî destekleyerk moral verir, kişisel girişimlerine katkı sağlar.
5- Birbirlerine karşı kibar, zarif, saygılı davranır. Eşini başkalarıyla kıyaslamaz. “Falan bey,  filan hanım şöyle yapıyor, sen yapmıyorsun” demez.
6- Zıtlaşmaktan sakınır ve tartışma ortamlarında hemen konuyu değiştirir.
7- Farklı düşüncelere saygı gösterir ve: “Böyle olur mu?” “Ne saçma şey!” gibi laflardan uzak durur.
8- Çocuk yuvanın ürünü ve devâmının motorudur. Ancak çocuk fedâkarlık ister, eşler bundan kaçmaz.
9- Eşler, Batı toplumlarının nüfussuzlaşma belâsının çocuktan kaçmak olduğunu bilir.

ÂİLE İÇİ İLETİŞİMİN NİTELİĞİ

1-Âile ferdleri konuşurken göz temasına özen gösterir.
2-Beden dilini gözlemler ve onu kullanarak karşısındakine ilgisini gösterir.
3-Karşısındakinin duygularını dinler ve onları önemser.
4-Muhâtabının sözlerini kesmez, sonuna kadar dinlemesini bilir.
5-Duygularını üslûbu ile ifâde eder.
6-İstişâreyi önemser ve çözümleri birlikte üretirler
7-Birbirine zaman ayırırlar.

ÇAĞDAŞ AİLEDE PROBLEMLER

A- ÂİLE İÇİ PROBLEMLER

1- İletişim problemleri
a- Anne-babanın eğitim yetersizliği,
b- Âile içindeki fikrî uyuşmazlıklar, eş seçimindeki yanlışlar,
c- Ebeveynin çoluk-çocuk sorumluluğunun getirdiği mükellefiyetten gafleti.

2- Ekonomik problemler
Dünya ve nimetlerine olan düşkünlüğün, mal hırsının huzur ve mutluluğu gölgeleyecek boyuta ulaşması ve bunun eş ve çocuklar üzerindeki menfî tesiri.

3- Diğer âile fertlerinden kaynaklanan problemler
Eşlerin anne baba ve kardeşleri ile diğer âile fertlerinin âile huzûruna menfî etkisi ve âile ferdleri arasında uyuşmazlığa sebep olması

B- SOSYAL ÇEVRENİN GETİRDİĞİ PROBLEMLER

1- Sokak ve çevreden gelen problemler
Mahalle baskısı ve sokağın tesiri ile insanların geleneksel anlayıştan koparak bozulması
2-İletişim organlarının sebep olduğu problemler
Değişen dünya ve hızlı iletişim
Dünyanın büyük bir köy haline gelmesi
Dizilerde görülen cinsellik objeleri
Kadın ve gençlik dergilerindeki modeller
Tele-vole kültürü
Erkeklerde yuva kurma arzusunun azalması
Kadınlarda eş ve anne olma isteksizliği