Altınoluk Dergisi, 2010 – Subat, Sayı: 288, Sayfa: 008
Kulun Allah ile ilişkisi zikir ve gaflet arasında gidip gelen bir çizgidedir. Gaflet unutmak, zikir ise unutmamak; yâni hatırda tutmak demektir. İnsandan istenen ve beklenen Allah’ı ve O’na olan andını hatırlaması, hattâ hiç unutmamasıdır. Ancak insanın fıtratında bulunan nisyân/unutma ve sehv, gaflete zemin hazırlamakta ve zaman zaman onu hem Rabb’ından, hem de O’na verdiği sözden uzaklaştırmaktadır.
Gafletin insânî bir sıfat olmakla birlikte irâdî bir unutma anlamı taşıdığı açıktır. Ayrıca gaflet kelimesinde habersiz olma anlamı da vardır. Nitekim geçmiş milletlerin haberlerini anlatan âyetlerin sonundaki: “Gerçek şu ki sen bundan önce, bu anlatılanlardan gâfildin”1 ifâdesi “bunlardan habersizdin” demektir. Yoksa Peygamberimiz’i gafletle itham değildir.
Unutmanın gayr-i irâdî olanı nisyân, irâdî olanı ise gaflettir. Nisyânın ileri derecesinde bulunanları şöyle bir tehlike beklemektedir: Allah ile olan bağlarını kopararak, Allah’ın kendilerine, kendilerini unutturduğu bir duruma düşmek. Bu yüzden nisyândan kurtulmak için ilâhî zikre sıkı sarılmak gerekmektedir. Nitekim Allah Teâlâ: “Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir”2 buyurur.
Gaflet dünyâ ve âhiret için gerekli ve önemli olan bir şeyin değerini kavrayamama, dikkatsizlik ve dalgınlık sebebiyle yanılıp ihmâle düşme anlamına da gelmektedir. Önemli olan bir şeyin, nefsin etkisiyle yeterince idrâk edilememesi, insanı kulluk hayâtında yanılgılara iter. Nisyân gafleti, gaflet isyân ve mâsiyeti doğurur. Hepsinin ilâcı ise zikirdir. Zikir ehli olanlar hem bilgiyle iyiyi kötüden ayırt eder, hem de kaygıyla iyi ve güzel olanın peşine düşerek âhiretini kurtaracak amellere sarılır.
Gaflet Hak’tan habersizlik, kendini tanımama ve âlemi Hakk’ın tecellî aynası olarak görememe aymazlığıdır. Dünyâya dalıp âleme nazar ile tefekkür özelliğini kullanamamaktır. Âlemdeki incelikleri ve hikmetli özellikleri görememektir. Enfüs/öze ve âfâka/dışa ibret nazarıyla bakamamaktır. İnsanın gözündeki gaflet, gönül gözüne büyük bir perdedir. Bu sebeple insan aradığının farkında olmadığı gibi bulduğunun farkında da olamamaktadır. Çünkü aradığını bilmeyen bulduğunun farkında olmaz.
Gaflet nefsânî kusûrlardan ve cismânî talep tuzaklarından biridir. Emeli büyük, ama ameli eksik olanlar ecelin yakın olduğundan gaflettedir. Oysa kurtuluşa ermenin yolu tasavvufî telâkkîye göre emeli ihmâl ve amele sarılmaktan geçer. Emeli ihmâl ancak ecel kaygısıyla amellere sarılmakla bir anlam ifâde eder ve insanda yüksek bir Allah ile birliktelik; yâni zikir bilinci oluşturur.
İnsan nefsi sürekli râhatlık ister. Neşe ve sevinç peşinde koşar. Bu onun gafletinin ürünüdür. Perdeli olan nefs, bu fânî hayâtı ebedî gibi görmeye, keyfince yaşamaya ve bu dünyâdan kâm almaya çalışır. “Dur!” denilmediği zaman bu duygular sürekli birbirini besleyerek gelişir. Nefsin gafletinin esîri olan bu duygulardan kurtulmanın yolu, ilâhî emirleri tutmaktır. Bu konuda kusûrlu olduğunu bilmektir. İlâhî yasakları irtikâb ettiğinin farkına varmaktır. Dünyânın müminler için zindan olduğunu,3 zindanda râhat, huzûr ve sürûr bulunmadığını düşünmektir.
Gafleti tedâvîde şok etkisi yapacak etkenlerden birisi insanın kendisinden gaflet edilmediğini bilmesidir. Çünkü Allah Teâlâ yaptıklarımızdan gâfil olmadığını açıkça belirtmektedir.4
Unutan insanın aklını başına devşirip Rabb’ını ve O’nunla olan andını hatırlaması gerekir. Ancak gaflet hastalığına dûçâr olmuş ve Allah’ın kalblerini kendisini anmaktan gâfil kıldığı insanların kulluğa yönelmesi oldukça zordur. Bu yüzden Allah Teâlâ bu tür insanların ardınca gidilmemesini şu âyet-i kerîmede sarâhatle ifâde buyurmaktadır: “Sabah akşam Rablerine, O’nun rızâsını dileyerek duâ edenlerle birlikte candan sebat et. Dünyâ hayâtının süsünü umarak gözlerini onlardan çevirme. Kalbini bizim zikrimizden gâfil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme.”5
Peygamberimiz (s.a.)’in hadîslerinde zikir ile gaflet arasında irtibât kurulduğu, insanların Allah’tan, zikrinden ve âyetlerinden gâfil olmamaları istendiği ve gâfil kalb ile yapılan duânın kabûl olunmayacağı ifâdeleri yer almaktadır.6 Allah Rasûlü gaflet kelimesini kullanmadan kalbini kaplayan bir dumandan bahsetmekte ve bu durumun tesîrinden kurtulmak için günde yetmiş defa istiğfâr ettiğini belirtmektedir.7 Bu ifâdelerle kalbde gaflet tesîri meydana getiren mânevî baskıdan kurtulmak için istiğfârın önemi anlatılmaktadır.
Tasavvuf erbâbı gafleti en büyük musîbet ve kalbin kararmasına sebep olarak gördüklerinden gaflet uykusunu en derin uyku sayarlar. Çünkü gaflet olmasa insan, nefsinin arzularına kul olmaz. Gafleti kalbden kovmanın en sağlam yollarından birisi, Allah korkusudur.
Sûfîlere göre gafletle cehâlet arasında da bir irtibât vardır. Cehâlet gaflete zemin hazırlar. İlim ve mârifet ise gafletten kurtuluşa vesîle olur. Nitekim Mesnevî’de gaflet ile cehâlet irtibâtına dikkat çekilerek şöyle denmektedir:
Büyüklenmek kendini akıllı sananların gafletidir.
Su güneşten gafleti sebebiyle donmuştur.
Buzun güneşten haberi olsaydı buz olmazdı.
Yumuşak olurdu, sıcak olurdu; buzluğu kalmazdı.8
Kul ile Rabb’ı arasındaki en kalın perde dünyâ sevgisinin doğurduğu gaflet perdesidir. Dünyânın fânî lezzetleri insanı aldatır ve ukbâyı unutturur. Hüdâyî hazretleri ne güzel söylemiş:
Uyanı gör gafletten
Geç bu fânî lezzetten
İç kevser-i vahdetten
Tevhîde gel, tevhîde9
Gaflet perdesinin tamamıyla yok olması mümkün olmadığı gibi şart da değildir. Çünkü insanın bâzen unutması ve gafleti, rahmet eseridir. Eğer Allah Teâlâ sıddîk kullarının kalbine Hakk’ı tanıdıkları kadar korku verseydi, insanların bu duygularıyla hayâtlarını sürdürmeleri mümkün olmazdı. Sürekli olarak Hakk’ın cemâl ve celâl tecellîlerini temâşâ etmeye güç yetiremeyen âşık ve sıddîklerin bâzen gaflete de ihtiyâçları olur. Hattâ bâzı sûfîlere göre insana hiç gaflet ârız olmasa sıddîkler, Allah zikrinin verdiği hazdan telef olurlardı. Allah gafletle ölümü unutturmasaydı insanlar, dünyâyı îmâra yönelmezlerdi. Bu yüzden gaflet ve unutmanın bu türü, bir bakıma rahmettir.
Allah Rasûlü (s.a.)’nün mânevî yoğunluk dünyâsından soyutlandıktan sonra Âişe vâlidemize hitâben: “Kellimînî yâ Hümeyrâ/konuş benimle ey Âişe”10 buyurması mânevî yoğunluğun sürekliliğinin mümkün olmadığını gösterir. Böyle bir şey şart ya da mümkün olsa Allah Rasûlü böyle buyurmazdı. Ama yine aynı Allah Rasûlü mânevî yoğunluğu ve huzûru arttırmak için Hz. Bilâl’e: “Erihnâ bi’s-salâti yâ Bilâl/bizi namaza çağırarak ferahlat”11 buyururdu. Bu iki durum biteviye zikir ve huzûr hâlini sürdürmenin mümkün olmadığının delîlidir.
Gaflet ve unutmanın felâket olan türü kişiyi kulluktan alıkoyar. Mücâdele edilmesi gereken ve insanı sıkıntıya sokan gafletin bu türüdür. Bu tür gaflet insanın gönül dünyâsını yaralayarak ibâdetlerden haz almasını da engeller. Şarapla sarhoş olan nasıl namazdan alıkonulursa, gafletle sarhoş olanlar da Allah’a vuslattan perdelenirler. Sa’dî der ki:
Sen menfaat ve mal telâşıyla Hakk’tan gâfilsin,
Bu yüzden en değerli sermayen ömrünü boşa geçirirsin.
Nefsin hevâ tutkuları senin aklını dikti, çalışmaz etti.
Nefsin hevâ zehri, senin ömür ekinini yaktı.
Gözünden gaflet sürmesini temizlemeye bak.
Ki yarın bu gözüne toprak dolacak.12
Bütün psikolojik duygular gibi gaflet, sâri/bulaşıcı bir özelliğe sâhiptir. Gaflet ehliyle oturup kalkan onların boyasına boyanır. Ehl-i hâl ve erbâb-ı zikir ile sohbet eden ise onlardan yansıyan güzel duyguları soluklar. Bu konuda Hüdâyî hazretlerinin nasîhatlarına kulak vermek gerekir:
Uyar gafletten aç gönül gözünü
Cenâbından yana döndür yüzünü
Koma âşıkların algıl özünü
Hemân ön son kerem Mevlâ senindir13
Gaflet konusunda inanan gönüllere en yüksek mesajı veren ölüm ve ölülerdir. Aslında ölen kişi sessiz ve kelimesiz feryâd u figân içinde geride kalanlara, cenâze teşyîine katılanlara âdetâ şöyle seslenmektir: “Elinizde imkân varken söyleyin. Dudaklarınızı ölü gibi kapamayın, zikir için açın. Biz vaktimizi gafletle geçirdik. Bâri siz, geri kalan birkaç nefesi fırsat bilip değerlendirin. Biz malın yararını düşünüp gafletle yaşadık. Ömür sermayesini cehâletle tükettik. Siz siz olun, böyle bir yanlış yapmayın.”
İnsanlar yakınlarının ölümünün ardından bu mesajları çok iyi anlar ve algılarlar. Hattâ kendi içlerinde yeni kararlar verir, hedefler belirlerler. Ama çok geçmeden unutulur bu bütün düşünülenler. Her şey yine her zamanki gibi gafletin kurbanı olur. Tevbe bozulur, kendi kendine verilen sözler unutulur. Hayât böyle sürüp giderken bir gün ansızın Azrâil dayanır kapıya. Randevu vakti gelmiştir. Geri bırakılması ya da değiştirilmesi mümkün olmayan bir randevudur bu. Bu randevuyu yüz akıyla karşılayabilmek gaflet perdesini ne kadar yırtabildiğimize bağlıdır. Gafletin tuzağına düşen ansızın gelen ölümle sarsılacak, ama sonuç değişmeyecektir. Bu yüzden günlük hayâtımızda zikre ayrı bir anlam ve önem vererek zâkirlerden olmaya bakmalı, gâfillerden olmaktan Allah’a sığınmalıdır.
Gafletten kurtuluşun yolu Hakk’a sığınmaktan geçmektedir. Allah Rasûlü: “Allahım, göz açıp kapayıncaya kadar, hattâ ondan kısa bir süre beni bana/nefsime bırakma”14 diyerek nefsin ve gafletin girdabına düşmekten Allah’a sığınmıştı. Biz de O’na sığınıyoruz. g
Dipnotlar: 1) Yûsuf, 12/3. 2) el-Haşr, 59/19. 3) Müslim, Zühd,1; Tirmizî, Zühd, 16; İbn Mâce, Zihd, 16. 4) Bkz. el-Bakara, 2/74, 85, 140, 144. 5) el-Kehf, 18/28. 6) Müsned, II, 177; Tirmizî, Deavât, 65. 7) Müslim, Zikir, 41. 8) Mesnevî, V, b. 1941-1942. 9) Dîvân-ı İlâhîyât, haz: Mustafa Tatcı-Musa Yıldız, s. 215. 10) Münâvî, Feyzu’l-kadîr, V, 228. 11) Bkz. Ebû Dâvûd, Edeb, 86 (4985, 4986). 12) Rûhu’l-beyân, I, 259. 13) Dîvân-ı İlâhîyât, s. 45. 14) Ebû Dâvud, Edeb, 100-101.