Altınoluk Dergisi, 2009 – Nisan, Sayı: 278, Sayfa: 006
Genelde bütün peygamberlerin ve özelde bizim Peygamberimiz (s.a.)’in en önemli vasıflarından biri “üsve-i hasene”1 güzel model ve örnek oluşudur. Peygamberler, ümmetlerinin rol modelleri ve ahlâkî kahramanlarıdır. Çünkü insanlar ahlâkî erdemleri, güzel huyları ve insânî davranışları târiflerden çok; fiilî uygulamalardan öğrenir, kavrar ve hayata uygularlar.
Eğer sâdece kuralların bilinmesi yeterli olsaydı peygamberlere ihtiyaç olmazdı. Allah Teâlâ melek aracılığıyla ya da başka bir vâsıtayla hayatı kuşatacak ve davranışları yönlendirecek dînî hükümleri ihtivâ eden kitaplarını gönderir; insanlar da o kitaptaki ahkâm ve kurallara uyarak doğru yolu bulmuş olurlardı. Ama Allah Teâlâ öyle yapmamış; insanlara kendi içlerinden ve kendi cinslerinden peygamberler göndermiştir2 ki ümmetlerine model olsunlar ve fiilen yol göstersinler.
Allah Teâlâ, Rasûlünü Kur’an’da ahlâkî açıdan: “Sen yüce bir ahlâk üzeresin”3 diye övdüğü gibi yüce Nebî (s.a.)’nin bizzat kendisi de: “Mekârim-i ahlâkı/güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim”4 buyurarak bi’setin/peygamber olarak gönderilişinin ana hedefinin güzel ahlâk olduğuna dikkat çekmiştir.
Gazzâlî’nin İhyâ’da naklettiği rivâyete göre Allah Rasûlü kendisine: “Din nedir?” diye ısrarla soran adama: “Güzel ahlâktır” buyurmuştur. Aynı zât üçüncü defa suâlini tekrarlayınca Peygamberimiz (s.a.) tekrar adama dönerek: “Anlamıyor musun? Din kızmamak demektir”5 buyurmuştur. Kendisine bir başka seferinde: “Şum/uğursuzluk nedir?”diye sorana da: “Kötü huydur” diye cevap vermiştir.6
Kur’ânî ve Nebevî anlayışa göre güzel ahlâk insanın kalb ülkesine Allah’ı egemen kılması “nerede bulunursa bulunsun Allah’tan korkup çekinmesidir. İnsanlık îcâbı bir yanlış ve günah işlediğinde ardından o günahı giderecek bir iyilik yapması ve insanlarla hüsn-i muâşereti/güzel geçinmesidir.”7
Bu âyet ve hadîslerden ahlâkın îmân ve Allah korkusu ekseninde gelişen bir vicdan olayı olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim millî şâirimiz Mehmed Âkif de bunu şöyle ifâde eder:
Ne irfândır veren ahlâka yükseklik, ne vicdândır,
Fazîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havf-ı Yezdân’ın.
Ne irfânın kalır tesîri katiyyen, ne vicdânın.
Güzel ahlâkın temelinde Allah korkusu ve insanlara iyi davranma kaygısı vardır. Peygamber Efendimiz (s.a.) mîzâna ilk konulacak şeyin güzel ahlâk ve cömertlik olduğunu8 ifâde buyurduğu gibi dindarlığı süsleyen iki değerli hasletin de cömertlik ve güzel huy olduğunu ortaya koymuştur.9 Cömertliğin ölçüsü herkese ve her varlığa karşı yardıma koşmak değildir, ama hiç olmazsa güler yüz, güzel huy ile onları hoşnut etmeye çalışmaktır. Mümine şeref kazandıran dîni, asâlet veren güzel huyu, mürüvvet bahşeden ise aklıdır.10
Allah Rasûlü (s.a.): “İbâdeti zayıf olduğu hâlde kulun güzel ahlâkı sâyesinde âhirette yüksek derece ve şerefli menzillere erişeceğini”11 ifâde buyurur. Nitekim Cüneyd Bağdâdî hazretleri bu hadîsin şerhi zımnında şunu söylemiştir: Dört şey vardır ki bunlar -kişinin ilmi ve ameli az da olsa- onu yüksek mevkîlere yükseltebilir. Îmânın kemâli demek olan bu dört şey hilim/yumuşaklık, tevâzu/alçakgönüllük, cömertlik ve güzel ahlâktır.
Dîni güzel ahlâkla, güzel ahlâkı da tasavvuf ile özdeşleştirenler çoktur. Nitekim Ebû Bekir Kettânî bunlardan biridir. Ona göre “tasavvuf denilen şey güzel ahlâktan ibârettir. Ahlâkını güzelleştirip artıran kimse tasavvufî bakımdan da yücelik kazanır.” Atâ da şöyle der: “Yükselenler hep güzel ahlâkları sâyesinde yükselmişlerdir. Ahlâkın kemâl derecesi Hz. Muhammed (s.a.)’dir. Allah’a yakınlık da Rasûl-i Ekrem (s.a.)’in izini takip ederek güzel ahlâk ile gerçekleşir.” Kur’an’a göre “insanların en keremli ve şereflisi takvâ sahibi olanlardır.”12 Îmânın esâsı takvâ, İslâm’ın esası güzel ahlâktır.
Tâbiîn neslinin ser halkası, tasavvuf yolunun kol başısı Hasan Basrî güzel ahlâkı şöyle târif eder: “Güler yüz, tatlı söz, insanlara iyilik yapmak, kötülükten sakınmak.” Ebû Bekir Vâsıtî güzel ahlâk için: “Kimseye husûmet etmemek, kimsenin husûmetini çekmemek, bütün bunları Allah’ı daha iyi bildiği için yapmaktır” der. Sehl Tüsterî ise güzel ahlâkı şöyle anlatır: “En aşağısı halkın eziyetlerine katlanmak, kötülüğe kötülükle karşılık vermemek, zâlime bile merhamet etmek, onun bağışlanmasını dilemek ve ona şefkatle muâmeledir.”
“Ene’l-hak” sözünü söyledi diye îdama mahkûm edilen ve taşlanarak öldürülen Hallâc-ı Mansûr ise güzel ahlâkı şöyle açıklar: “Hakk’ı düşünerek halkın eziyetlerine aldırmamak.”
İnsanda çirkinliklerin kaynağı, kötülüğü çokça emreden nefistir.13 Bu yüzden ahlâkın esâsı nefsi adam edebilmektir. Çünkü insan nefsi şeytandan da firavundan da beterdir. Kibir dersen onda, mal peşinde koşmak dersen onda, şehvete tapmak dersen yine ondadır. Nefsin sâkin duruşu âcizliğindendir. Eğer imkân verilse o zaman gerçek yüzünü gösterir. Hani derler ya: “Bir insanın gerçek tabîatını ve huyunu tanımak isterseniz ona ya para verin; zengin edin, ya da makâm verin; iktidâr sâhibi, güçlü yapın, ondan sonra davranışlarına bakın.” Elindeki ekonomik gücüne; ya da makâm ve yetki kuvvetine rağmen iyilik yapıyor, herkese iyi davranıyorsa ne âlâ. Değilse onun iyi görünüşü ve suskunluğu âcizliğindendir. Mayasının temizliğinden değil.
Önemli olan insanın tabîat olarak iyilik ve güzelliğe, kötülük ve günaha duyarlılık kazanmasıdır. Gerçek iyilik güzel ahlâktan ibârettir. Günah ve çirkin davranış insanın gönlünü tırmalayan ve içinde huzursuzluk meydana getiren hareketlerdir.14 Onlara karşı hassasiyetin kaybolmaması gerekir ki güzel ahlâk zâyî olmasın.
Hz. Mevlânâ Mesnevî’sinde ahlâksız, geçimsiz ve dikkatsiz insanları katıra; yumuşak tabîatlı, iyi huylu ve herkesle geçinen güzel ahlâk sâhibi kimseleri de deveye teşbih ederek şöyle anlatır:
Katır bir gün deveye der ki: “Ey güzel yol arkadaşı, sevgili yoldaş! Yol yokuş ya da iniş, dar ya da geniş seni hiç ilgilendirmiyor. Güzelce geçip gidiyorsun. Hiç kapaklanmıyor; tökezleyip düşmüyorsun. Ben ise şaşkın gibi çoğu zaman tepetaklak düşüyorum. Sıkça tökezliyorum. Bana bunun sebebini anlatır mısın?” Deve cevaben der ki: “Ben her adımımı görerek atarım. O yüzden de tökezleyip sürçmekten kurtulurum. Sen ise üç adım ilerisini bile göremezsin, acele edersin. Önündeki dâneyi görürsün de tuzağı görmezsin. Hiç körle gören bir olur mu?15 Nitekim Allah Rasûlü de müminleri yumuşak huylu ve uysal tabîatlı olmada güzel yürüyen ve çekince giden deveye benzetir.16 Güzel ahlâkın temeli de geçim ehli olmaktır, uyum sağlamaktır.
Mevlânâ Dîvân-ı Kebîr’inde güzel ahlâk sâhibi olmadan Sevgiliye varılamayacağını şöyle anlatır:
Ulaşmak için ay yüzlü dilbere
İyi huylu ve geçimli olmak gerek bir kere
Güzelse eğer âşıkın ahlâkı ve huyu
Kurtulur, derin dahi olsa düştüğü kuyu
Aşk bir şehirdir ki, güzellikleri var
Güzelleri için lâzım ona hisar
Kötü huyluları aşk şehrine sokma sakın
Aşk ehli olmalıdır ahlâklı, îmânlı ve ehl-i yakîn
Aşk gam yükleri altındaki gönlün gıdâsıdır
Sevgiliyle buluşmak bir kalb safâsıdır.17
Aşk hem ibâdet ve kulluğu hem de kahır ve cefâ çekmeyi kolaylaştırır. Güzel ahlâk sâhibi olmanın önündeki engelleri kaldırarak öfke kılıcının yerine hilim kılıcını ikâme eder. Çünkü güzel ahlâkın temeli olan hilim/yumuşaklık öfke kılıcından daha keskindir. Bu konuda en güzel model Allah Rasûlü’dür. Allah Teâlâ onun hakkında buyurur ki: “Sen Allah’ın rahmeti sâyesinde insanlara leyyin/yumuşak davrandın. Eğer sen katı yürekli ve acımasız olsaydın insanlar etrafından dağılır giderlerdi.”18
Dipnotlar: 1) Bkz. el-Ahzâb, 33/21; el-Mümtehine, 60/4,6. 2) Bkz. el-Bakara, 2/151; Âl-i İmrân, 3/164; el-Cuma’, 62/2. 3) el-Kalem, 68/4. 4) Muvatta’, Husnü’l-hulk, 8; İbn Hanbel, II, 281. 5) İhyâ, III, 115, Mervezî, Tâzimu kadri salah’ta mürsel olarak rivâyet etmiştir. 6) İbn Hanbel, VI, 85; Ebû Dâvûd, Edeb 123, 124, hadîs no:5162; Taberâni, Evsat, VI, 38. 7) Tirmizî, Birr, 55/1987. 8) Krş. Tirmizî, Birr 62, (2003,2004); Ebû Dâvûd, Edeb 8, (4799); İhyâ, III, 116. 9) Bkz. Heysemî, VIII, 20; Ali el-Müttakî, Kenzu’l-ummâl, VI, 392. 10) Bkz. Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, hadîs no: 6229. 11) Krş. Ebû Dâvûd, Edeb, 7. Ayrıca bkz. Tirmizî, Birr, 62. 12) el-Hucurât, 49/13. 13) Yûsuf, 12/53. 14) Krş. Müslim, Birr, 14, 15; Tirmizî, Zühd, 52/2381. 15) Mesnevî, III, b. 1745-1761. 16) İbn Mâce, Mukaddime, 6. 17) Dîvân-ı Kebîrden Seçmeler, I, 215 (I, 470). 18) Âl-i İmrân, 3/159.