Altınoluk Dergisi, 2009 – Mart, Sayı: 277, Sayfa: 007
Var oluşundan beri insanın dünyâ ile ilişkisi problem oluşturmaya devam etmekte ve dinler ve düşünce sistemleri insanın dünyâya karşı tavrını düzenlemeye çalışmaktadır.
İslâm Allah’a ve âhiret gününe îmânı temel kabul eden ve hesabı hayâtın merkezine yerleştiren bir anlayıştır. Bu yüzden dünyâ hayâtını âhiretin hazırlık mekânı olarak görmüş, fânîlik ve geçicilikle tavsîf etmiştir.
Kur’an’da dünyânın ve dünyâ hayâtının oyun ve eğlenceden ibâret olduğuna, insanlık için süslenmiş bir tuzak bulunduğuna dikkat çekilmekte ve asıl hedefin âhiret yurdu olması gerektiği vurgulanmaktadır. Takvâ sâhibi müminler için ise âhiretin daha hayırlı olduğu sıklıkla belirtilmektedir.1
Dünyâ nîmetlerinin özellikle kadın, evlâd, altın, gümüş, salma atlar, sağmal hayvanlar ve ekinler gibi türlerinin insanlara çekici kılındığı, oysa bunların dünyâ hayâtının geçici haz ve menfaatlerinden bulunduğu bildirilmektedir. Çünkü insan için son durak Allah’ın katıdır,2 âhirettir. O da ya sayısız nîmetlerle donatılmış cennet ya da değişik azâb türlerinin bulunduğu cehennemdir.
Îmândan takvâ ve ihsâna doğru yükselen İslâmî anlayışta dünyâ ile sınırlı bir hayâttan sonsuzluk âlemine doğru kanat açmak ve tende mahbûs cânın kurtulması düşüncesiyle âhiret tarafına doğru yol almak öğütlenmektedir. Dünyâ hayâtı genişliğine, câzibesine ve çekiciliğine rağmen insan rûhu için sıkıcıdır.
Bu dünyâ, Mevlânâ’nın ifâdesiyle çok ısınmış, kızmış bir hamama benzer. Nasıl insan hamamda nefes alamaz, bunalır ve rûhu daralırsa dünyâ da aynen öyledir. Bakıldığı zaman hamam, eniyle boyuyla geniş bir mekândır. Fakat sıcaklığı yüzünden insanı bunaltır ve daraltır. İnsan hamamdan dışarı çıkmadıkça ferahlayamaz. Bu dünyânın daraltan ve bunaltan özelliğini insan, ancak rûhu ondan âzâd olduktan sonra hissetmez olur.3
Dünyâ hayâtı bir rüyâ gibidir. Nasıl rüyâda görülen hayalleri gerçek sanıp korkmanın ya da sevinmenin anlamı yoksa; bu dünyâda çekilen sıkıntıların ve yaşanılan tatların çok fazla önemi yoktur. Asıl olan ukbâdır, öbür âlemdir. Vâkıa dünyânın rüyâ olduğu hususu bizim için bilgi kabîlindendir. Çünkü bu bilgiyi bize Kur’an ve Hz. Peygamber vermiştir. Biz bunu bir papağan gibi tekrarlayıp duruyoruz. Ama Allah’ın öyle ârif kulları vardır ki onlar Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in verdiği bu haberi hakîkat olarak görmüşler ve ona göre yaşamışlar ve yaşamaktadırlar.4
Dünyâya dalan ve hazlarına aldanan kişiler gündüzleri bile uyuyan ve rüyâ gören insanlar gibidir. Çünkü dünyânın bir gölge varlık, dünyâ hayâtının gölge oyunundan ibâret olduğunu anlayamayanlar kendilerine de, dünyâya da varlık izâfe etme yanılgısındadırlar. Oysa bu dünyâ da uyku da uyanıklık da âdetâ rüyâ içinde bir rüyâdır. Bir şâirin ifâdesiyle gerçek varlık Allah’tır:
Varlığa ben Seninle âgâhım
Var olan Sen’sin ancak Allah’ım!
İnsan kelimesi ısınma ve alışma mânâsına gelen “üns” kökündendir. Bu yüzden insanoğlu çevresine çabuk ısınan ve alışan bir özelliğe sahiptir. Hatta denilebilir ki insan alışkanlıkların esiridir. Hayâtın zorlukları ve güzellikleri insanda öyle bir bağımlılık yapar ki insan bu dünyâya ısınır ve onu bırakmak istemez. Nitekim insanoğlu ana karnındaki hayâtına da alışıp ısındığından oradan kolay kolay çıkmak istemez. Dışarıdaki dünyânın aydınlığı, ışıltısı, parıltısı, sayısız yiyecek ve içecekleri onun gözünde yoktur. O bulunduğu dar ve karanlık mekânda âdetâ çarmıha gerilmiş işkence ortamından mutludur. Ona göre orada aldığı sınırlı ve pek de hoş olmayan gıda, kolayına vazgeçilecek bir şey değildir.
Hak dostlarının gözünde bu dünyâ da karanlık ve dar bir kuyudur. Ancak onun ötesinde hoş bir dünyâ daha vardır. Ne var ki dünyâ nîmetlerine tutkun insanlar ana rahminin karanlığına alışmış çocuk gibi perdeli gözleriyle bu gerçeği göremezler. Tama’ ve hırs duyguları gururla dopdolu dünyâ hayâtını onlara sevimli göstermekte, gerçek hayât sayılan âhiret yurdundan uzaklaştırmaktadır. Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretleri ne güzel söylemiş:
Yalancı dünyâya aldanma yâ hû
Bu dernek dağılır dîvân eğlenmez
İki kapılı bir vîrânedir bu
Bunda konan mihmân5 göçer eğlenmez
Bakma bunun karasına ağına
Gönül verme bostânına bağına
Benzer hemân oğlan oyuncağına
Bunda aklı olan insân eğlenmez
Doğrusuna gidegör bu yolların
Geçegör sarpını yüce bellerin
Dünyâ zindânıdır mü’min kulların
Zindânda olan hod6 âsân7 eğlenmez
Sen ey gâfil ne sandın rûzigârı8
Durur mu anladın tâze bahârı
Yükün yinildigör evvelden bâri9
Yoksa yolcu gider kârbân10 eğlenmez
Varın nisâr11 eyle Mevlâ yoluna
Bunda ne eylersen anda buluna
Bir gün sefer düşer berzah12 iline
Otağı kalkıcak sultân eğlenmez
Ömür tamâm olur defter dürülür
Sırât köprüsü ve mîzân kurulur
Hakk’ın dergâhına kullar derilir13
Buyruğu tutulur fermân eğlenmez
Hüdâyî n’oldu bu denli peygamber
Kanı14 Ömer Osmân Bû Bekr ü Hayder15
Kanı Habîbullâh Sıddîk-i ekber
Bunda gelen gider bir cân eğlenmez16
Ebediyyet duygusu ciddî bir algı yanılmasıyla zaman zaman insanı dünyâyı ebedî gibi algılamaya sevk edebilir. İnsan hayâtın akışı içerisinde fânîliği unutup, dünyâyı ve nîmetlerini ebedî görmeye, dünyâdan ve ehlinden vefâ ummaya başlar.
İnsanın dünyâya ve dünyâ olaylarına ilişkin ölçüler konusunda model alabileceği en önemli şahsiyetlerden birisi Hz. Ebû Bekir (r.a.)’dir. Onun dünyâya ve dünyâ amellerine bakışını sergileyen şu sözü çok önemlidir:
“İnsanları iki grup gördüm. Bir grubu dünyâya, diğer grubu ukbâya tâliptir. Ben ise ne dünyâya ne ukbâya; ancak Mevlâ’ya tâlip olmayı seçtim. Dünyâ ameliyle âhiret ameli karşı karşıya geldiğinde âhiret ameline öncelik verdim.”
Bu sözde bir mümin-i kâmilin dünyâ ve âhiret dengesi özetlenmektedir. Yöneliş Mevlâ ve âhiret cihetinedir. Dost oradadır, vefâ ondadır. Dünyâda ise ne vefâ ne safâ vardır, belki cevr u cefâ vardır. Nitekim Ziyâ Paşa dünyânın altın ve gümüşünde hiçbir safâ bulunmadığını; çünkü insanın sefer vakti geldiğinde hepsini geride bırakacağını; semâvâta nazar kılan insanın onun ne gecesinde ne gündüzünde ne de ay ve güneşinde bir vefâ rengi göremeyeceğini şöyle ifâde etmektedir:
Dehrin ne safâ var acabâ sîm u zerinde
İnsan bırakır hepsini hîn-i seferinde
Bir reng-i vefâ var mı nazar kıl şu sipihrin
Ne leyl ü nehârında ne şems ü kamerinde
Bu vadide de Hüdâyî hazretleri şunları söyler:
Kim umar senden vefâyı / Yalan dünyâ değil misin?
Muhammedü’l-Mustafâ’yı / Alan dünyâ değil misin?
Yürü hey bî-vefâ17 yürü / Sensin hod bir köhne karı
Nice yüz bin erden geri / Kalan dünyâ değil misin?
Sihr ile donadıp kendin / Meydâna salan semendin18
Âleme mihnet kemendin19 / Salan dünyâ değil misin?
Kasd edip halkın özüne / Toprak doldurup gözüne
Ehl-i gafletin yüzüne / Gülen dünyâ değil misin?
Eğer şâh20 ü eğer bende21 / Her kişiyi salan bende
Kimse mekân tutmaz sende / Vîrân dünyâ değil misin?
Kimisini nâlân22 edip / Kimisini giryân23 edip
Âhır-i kâr24 uryân25 edip / Soyan dünyâ değil misin?
İşin gücün dâ’im yalan / Çok kişiden arta kalan
Nice kerre boşaluben / Dolan dünyâ değil misin?26
“Cefâsı çok vefâsı yok” bu dünyâyı ârızî bir mekân görüp asıl dönüş yeri olan âhiret yurduna hazırlanmak îmânın muktezâsıdır. Bu yüzden mümin, dünyadan geçip âhireti seçmelidir.
Dipnotlar: 1) Bkz. en-Nisâ, 4/77; el-Enâm, 6/32; el-A’râf, 7/169; Yûsuf, 12/57, 109. 2) Âl-i İmrân, 3/14-15. 3) Mesnevî, III, b. 3544 vd. 4) Mesnevî, III, b. 1729 vd. 5) Konuk, misâfir. 6) Kendisi. 7) Kolay. 8) Âlem, dünyâ, zaman. 9) Yükünü hafifletiver önceden bari. 10) Kervan. 11) Saçmak. 12) Ölülerin rûhlarının kıyâmete kadar bekleyeceği yer. 13) Toplanır. 14) Hani. 15) Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ali. 16) Mustafa Tatcı, Dîvân-ı İlâhiyat, s. 99-103. 17) Vefâsız. 18) Güzel at. 19) Yağlı îdam ipi. 20) Pâdişah. 21) Köle. 22) İnleyen. 23) Ağlayan. 24) İşin sonunda. 25) Çıplak. 26) Mehmet Gülşen Efendi, Külliyât-ı Hazreti Hüdâyî, 1340, s. 109.