Altınoluk Dergisi, 2009 – Subat, Sayı: 276, Sayfa: 041
İslâm’ın evrensel mesajının hedefi topyekün insanlıktır. Bu yüzden Kur’an hem zulmü; yâni haksızlığı ortadan kaldırma adına hem de insanı ve insanlığı ihyâ adına anlamlı ve önemli mesajlar vermektedir.
Kâinâtın gözde varlığı insanın korunması ve yaratılış gâyesine uygun yönlendirilmesi, zulmün ortadan kaldırılmasına ve insanın ihyâsı/dirilişi için çaba sarf edilmesine bağlıdır. Zulmü ortadan kaldırıp kâinâttaki ilâhî düzeni sağlayacak olan adâlettir. Adâlet her şeyi olması gerektiği yere koymak, hakkını vermektir. Düzeni bozup fesâd çıkarmak ise zulüm ve haksızlıktır. Zîrâ zulüm bir şeyi bulunması gerektiği yere koymamak, olması gerektiği gibi yapmamaktır. İnsanların hakları üzerinde yanlış, yersiz ve haksız tasarruflarda bulunmak; haddi aşmaktır.
Zulüm her türlü haksızlığın adıdır. Başkasının malını ve canını haksız yere almak ya da malına, canına ve nâmusuna zarar vermektir. Meşrû olmayan yollarla başkasını sıkıntıya uğratmaktır. Kendini haklı, başkasını haksız göstermek için karşısındakini aşağılamak; şahsiyetini, iffetini ve onurunu rencide etmektir. İnsanlara her ne sûretle olursa olsun ezâ ve cefâ vermek; yerli yersiz üzmek ve incitmektir.
Âlemlerin yegâne mâliki Allah Teâlâ âdildir; zulümden münezzehtir. Kullarının birbirine zulmetmesini; haksızlık yapmasını istemez ve “zâlimleri asla sevmez.”1 Bir kudsî hadîste Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ey kullarım! Ben zulmü kendime haram kıldım. Onu sizin aranızda da haram kıldım. Birbirinize zulmetmeyin!”2
İnsanlığı azgınlığa ve zulme sevk eden, zâlim nefisleridir. İnsanlık Hz. Âdem’in oğulları Hâbil ile Kâbil’in kavgasından beri sahnelenen zulüm senaryolarını seyretmektedir. Acımasız duygularla birbirine saldıran, birbirine zarar veren insanlar, genellikle zâlim nefislerinin kör gözleriyle hareket eden azgınlardır. Zâlim insanlar çoğu zaman benzerinin kendisine yapılmasından hoşlanmayacakları şeyleri başkalarına yapmaktan zevk duyarlar. Böyleleri nefsâniyetlerinin rüzgarına kapılan ve onun önünde saman çöpü gibi savrulan bed-bahtlardır.
Zâlim ile mazlûmu birbirinden ayırd edebilmek için önce zâlim nefsin başını ezmiş olmak gerekir. Yoksa zâlim nefsin tuzağına düşenler mazlûmun düşmanıdır. Böyleleri Mevlânâ’nın ifâdesiyle köpek tabîatlı insanlardır. Nasıl köpek daha çok üstü başı perişan, fakîr ve dilenci kılıklılara saldırır ve fırsat bulunca onları ısırırsa; zâlimler de aynen öyledir. Savunması olmayan, âciz insanlarla uğraşmayı kahramanlık sayarlar.3
Zâlim kişi ya da kişiler kılık kıyâfetleri, sahip oldukları mal ve güzellikleri itibâriyle her ne kadar görkemli ve heybetli görünseler ve herkesin dikkatini çekseler de içleri zulüm kanı kokar, yüreklerinden intikam dumanı tüter. Zâlimlerin görüntüsü yalan ve parlak vaadler gibidir. Dışı parlak ve aydındır, ama gerisi rezillik ve mahcûbiyettir.
Kâinâtta geçerli olan rahmet kuralına rağmen zâlimlere acımak aslında insanları incitmektir. Zâlime merhamet edip cezâsız bırakmak, mâsum ve mazlûm insanları cezâlandırmak gibidir. Zâlimler toplum içinde ve insanlık câmiasında kangren olmuş uzuv gibi hemen kesilip kurtulmak gereken organlardır. Bu sâyede insanlar onların zulmünden kurtulup huzûra erebilirler. Nitekim Şeyh Sâdî Şirâzi der ki:
Doğru yoldan sapan zâlimlere “doğrusun” demek,
Büyük günah, zulüm ve anlamsız emek.
Verilir hastaya hastalığına uygun ilâc,
Safra hastasına bal verilmez bırakılır ac.4
Taş elde ve kayanın üstündeyken yılan,
Uyuşuk ya da akılsızdır onu vurmayan.
Keskin dişli kaplana şefkat ve merhamet,
Olur koyunlar için zulüm, cefâ ve eziyet.5
Yeryüzünde zulümle pâyidâr olunmaz. Zulmün sonu zevâldir. Nitekim denilmiştir ki:
Sanatı zulüm olan edemez sultanlık,
Çünkü kurda yaptırılmaz, koyuna çobanlık.6
Allah zâlimlerin zulmüne mühlet verir; imhâl eder ama ihmâl etmez. Yakaladığı zaman asla bırakmaz.7 Allah buyurur ki: “Nice memleketler vardır ki, zulmedip dururlarken onlara mühlet vermiştim. Sonunda onları yakaladım. Dönüş Banadır.”8
“Zâlimler asla iflâh olmaz.”9 “Zâlimlerin sonu helâk olmaktan başkası değildir.”10 İnsanlık târihi âdetâ bir zâlimler mezarlığıdır. Zulümleri sebebiyle helâk olmuş insan ve toplumlarla doludur. Böyleleri ebediyete kadar lânetle anılacaklardır. “Zulüm, Allah’ın çabucak cezâlandırılmasını hak eden günahların başında gelmektedir.”11
Kur’an’ın bir diğer mesajı ihyâ ve diriliştir. Kur’an’da buyrulur: “İşte bu yüzdendir ki İsrâiloğulları’na şöyle yazmıştık: Kim, bir cana kıyarsa veya yeryüzünde fesâd çıkarmaya karşılık olmaksızın haksız yere bir canı öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim de bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur.”12
Kur’an’ın İsrâiloğulları’na bir kural olarak yazıldığını beyân buyurduğu bu diriliş muştusu, İslâm’ın evrensel mesajı niteliğinde insana verilen değeri göstermektedir. Kur’an bir kişide bütün insanlığın özünü ve mayasını görmektedir. Çünkü canı kurtarıp ihyâ edene can bağışlanır. Can alıp zulmedenin ise canı alınır. Dolayısıyla verene verilir, alandan alınır. Zulmeden zulme uğrar, merhamet eden merhamet görür, ikrâm eden ikrâm bulur. Bunlar küllî kâidelerdir.
Her kişide bütün insanlığı kurtaracak bir imkân ve muştu bulmak; aslında herkeste her insana açılan bir pencere görmek demektir. İslâm’daki cihâd anlayışının temelinde de şehîdlik mefkûresinin özünde de hep bir diriliş vardır. Cihâd ve şehîdlik ölmek ve öldürmek için değil, dirilmek ve diriltmek içindir. Şehâdet şerbetini yudumlayan insan çoğu zaman bir çok kimsenin mânen dirilişine, yüreklerin uyanışına, gâfil kalplerin teyakkuzuna vesîle olur.
Hayat ve diriliş ölümden üstündür. Diriliş, bedenden çok rûhun ve gönlün dirilişidir. Böyle bir dirilişten bir zerrelik nasîb, dünyayı değiştirebilir. Gönlü îmân ile dirilmiş bir insan, küfrün, inkâr ve reddin egemen olduğu bir sırada beşeriyet için bir ümiddir. Diğerlerinin dirilişi için bir ışıktır. Korkunç karanlık tabakalarının ucunda yanan bir ışık, insanın büsbütün karanlıkta olmadığı anlamına gelir. Uğurlu bir el o ışığı karanlıkta şöyle bir dolaştırabilse, ışık ümidi biraz daha artar ve bekleyenlere sabah aydınlığının yaklaştığı tesellîsi verir. O yüzden bütün mesele, bir kişiyi de olsa diriltebilmektir.
İnsana can veren, onu dirilten inançtır. Ebedî olan Allah’a inanan, yönünü ve yüzünü O’ndan yana çeviren can bulur, dirilir. Diriliş Hayy/diri olan Allah’ın diriltmek üzere gönderdiği vahy-i ilâhî ile olur. İnsan Kur’an’ın diriliğinde dirilir. Vahyin ışığında aydınlanır. İslâm’ın kitâbı ve peygamberi, insanın diriliş çerçevesini oluşturur. Kur’an ile buluşan, Peygamber’e ulaşan bir gönül diridir. Onlardan uzaklaşan ise ölüdür.
Bir kişiyi haksız yere öldürmek de topyekün insanlığı öldürmekle eşdeğer bir iştir. Bir insan, bütün insanlığa denk bir değer taşır. Bir kişiyi öldüren aslında işlediği insanlık suçu ile topyekün insanlığa kasdetmiş demektir.
İnsanı en câniyâne bir biçimde öldürmek onun rûhunu öldürmektir. Cesedini sağ bıraksanız da insanların ruhlarını öldürmüşseniz onları dipdiri mezara koymuş sayılırsınız. Üzerlerine ölü toprağı serpilmiş gibi hayâtî aktivitelerini, insânî duygularını kaybetmiştir onlar. Ölüm makinesi gibi insanlığa ölüm saçan böyle insanları diri saymak ve onlardan diriliş beklemek mümkün mü?
Diriliş Allah’ın kelâmındadır. Onunla dirilmiş insanlarda ilâhî aşkın dayanılmaz bir gücü, muhteşem bir enerji vardır. Karanlık gecelerin aydınlık sabahı o aşk ve diriliştedir. Çağımız ölmüş insanlarının dirilmesi, onlara yeniden can verecek bu diriliş muştusuyla onları buluşturmaktır.
Vahşileşen günümüzün gaddar insanına zulmünü gösterip insânî değerleri öğretecek açlık, sefâlet ve savaş mağduru insanların, evlerinde beslediği köpeklerden daha değerli olduğunu anlatacak bir dirilişe ihtiyaç var.
Nefislerin azgınlaştığı günümüz insanları, çok ciddi bir zulüm ve yüksek seviyede bir savrulmuşluk yaşıyor. Onları diriltmenin yolu, başkalarının farkında olacak bir kıvama hazırlamaktır. İnsanlık zulümden geçip diriliş iklîmine yönelmedikçe dünyada huzur, âhirette mutluluk yoktur.
Dipnotlar: 1) Bkz. Âl-i İmrân, 3/140. 2) Müslim, Birr, 55. 3) Mesnevî, III, b. 2436. 4) Rûhu’l-beyân, I, 78. 5) a.g.e, I, 150. 6) a.g.e., IV, 498. 7) Buhârî, Tefsîr (11), 5; Müslim, Birr, 62; İbn Mâce, Fiten, 22. 8) el-Hacc, 22/48. 9) el-Kasas, 28/37. 10) En’âm, 6/47. 11) Ebû Dâvûd, Edeb, 43/4902; Tirmizî, Kıyâm, 57; İbn Mâce, Zühd, 23. 12) el-Mâide, 5/32.