Altınoluk Dergisi, 2008 – Haziran, Sayı: 268, Sayfa: 016
Âlemlerin yegâne sahibi ve mâliki olan Allah, varlığı kendi cemâl, celâl ve kemâlini ızhar için yaratmış ve bu yaratıklar içerisinde de insana mûtenâ ve müstesnâ bir yer vermiştir. Denilebilir ki, varlığın yaratılış sebebi insan; insanın da Hakk’a kulluktur. Dolayısıyla insan için indirilen vahyin ve dinin hedef ve ufkunda insan vardır. İnsanı korumak, geliştirmek ve kullukla yüceltmek en büyük gâyedir. Âlemde zaman gâyesiz, maslahatsız ve maksatsız hiçbir şey yoktur.
Dinî naslara bu açıdan bakılınca ufuk varlık insanın korunmasına yönelik olarak gelen hükümlerin, dünya ve âhiret mutluluğuna yönelik olduğu görülür. Mutluluk “maslahatı celb, mefsedeti def”; yâni yararlı olanı gerçekleştirmek, zararlı olanı uzaklaştırmak ilkesine bağlı olarak kazanılabilir. İnsanın en büyük maslahatı, Yaratan’ına yakın olmak; en büyük mefsedeti de O’ndan uzak düşmektir. Dinî naslarda bu maslahatı sağlayacak temel ilkeler vardır. İnsanın maddî ve manevî boyutunu nazar-ı îtibâra alan ve bu özelliklerini dengeli bir biçimde sürdürmeyi hedefleyen bu emirler, temelde fıtratı korumak ve geliştirmek eksenlidir.
Yakınlık ve uzaklık izâfîdir. Bugün uzak gibi gördüğümüz âhiret, aslında çok yakındır. İnsan, perdeli bir gönülle gerçekleri göremezse yakınları uzak, uzakları da yakın gibi görerek mefsedete düşer, maslahattan uzaklaşır.
İnsanın maddî varlığı îtibâriyle maddî gıdalara, manevî varlığı itibariyle de manevî gıdalara ihtiyacı olduğu malumdur. Bunlardan birinin diğerinin önüne geçirilmesi, dengeleri alt üst eder. Bu yüzden dengeleri korumak, hayatı sürdürmek, insan ve kul olarak kalmak için dinimiz birtakım maslahatlar öngörmektedir. Genelde bu maslahatlar zarûriyyât, hâciyyât ve zeyniyyât olmak üzere üç türlüdür.
Zarûriyyât derecesindeki maslahatlar din ve dünya hayatının kıvâmı, devâmı kendisine bağlı olan, olmazsa olmaz mesâbesindeki temel ihtiyaçlar ve maslahatlardır. Dinin, nefsin, neslin, malın ve aklın korunması bu türdendir.
Hâciyyât türü maslahatlar ise hayatın devâmına kolaylık sağlayan, olmadığı zaman da hayatın devam edebileceği türden ihtiyaçlardır. Eksikliği hayatın devâmına engel değildir.
Zeyniyyât türü maslahatlar ise hayatın güzelleşmesi, olgunlaşması ve daha konforlu biçimde devâmını sağlayan şeylerdir.
Biz bu yazımızda dinimizin korumayı emrettiği, şeriatın maksad ve gâye edindiği zarûriyyat-ı diniyeyi kısaca açıklamaya çalışacağız. Bunlar mâlûm beş esastır.
I- Dîni Muhâfaza
İnsan inanma ihtiyacında olan bir varlıktır. Yaratan O’nun fıtratına Hanif/Tevhîd inancını koymuştur. Nitekim şu ayetle buna işaret edilir: (Resûlüm!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur.1 Bu yüzden tarih boyunca insanlar mutlaka bir inanç ve dine bağlı olarak yaşamışlardır
İslam’ın özünde dinlere saygı ve din özgürlüğü önemli bir yer tutar. Nitekim Medine sözleşmesinde diğer din mensûbu Yahûdîler ayrı bir statü elde etmişler ve kendi problemlerini Tevrat esaslarına göre çözme hakkı almışlardır. Asr-ı saâdette Yemen’deki Hristiyan Necran halkı Hz. Peygamber mescidinde kendi dinlerine göre ibâdet imkânı elde etmişti. İslam, tarihi boyunca dine, dindarlara saygı ile muâmele edilmesini öngörmüştür.
Din, kâinatın gözde varlığı olarak insanı korumayı amaçlamaktadır. Çünkü insanın sağlık ve devâmı dinin devâmının teminâtıdır. İnsanın devâmı ise neslin devâmında ve yuva kurmadadır. Bu yüzden Peygamberimiz (s.a.) evliliği dinin yarısı gibi görerek şöyle buyurmuştur: Kul evlendiğinde dininin yarısını tamamlamış olur. Diğer yarısında Allah’tan sakınsın.2
II- Nefsi / Canı Muhâfaza
Cenâb-ı Hakk’ın korunmasını istediği en önemli emânetlerden biri nefs/candır. Kişinin kendi canı da başkalarının canı da muhteremdir. Cana kıymak en büyük haramdır. Her türlü işkence ve zulüm de haramdır. İntihar ve katl de öyledir. Hattâ bir insanı öldürmek insanlığı öldürmeye, bir insanı diriltmek insanlığı diriltmeye denk sayılmıştır. Nitekim Kur’an’da şöyle buyrulur: Kim, bir can bedeli ya da yeryüzünde bir fesâd çıkarma bedeli olmaksızın bir cana kıyarsa bütün insanlığı öldürmüş gibi olur. Her kim de bir canı kurtarırsa bütün insanlığı kurtarmış gibi olur.3
Nefsi haramlardan korumak da hıfz-ı nefse/nefsin korunmasına dâhildir. Bu yüzden Allah Teâlâ eşleri birbirine perde ve koruma vesîlesi olarak görmüş ve buyurmuştur ki: Onlar sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbisesiniz.4
Nefsi korumak sâdece bu dünyadaki felaketleri savuşturmak değil, aynı zamanda âhiretteki musîbet ve fitneleri def’ etmektir. Allah inananlara böyle bir mükellefiyet yükleyerek buyurur ki: Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.5
Nefsi haramdan korumanın sonucu, âhiret mutluluğudur. Vasıtası ise evlilik birlikteliği ile göze ve gönle sahip olmaktır. Nitekim Allah Teâlâ buyurur: Allah’ın varlığına, kudret ve kuvvetine delillerden biri de kendileriyle huzûr bulasınız ve gönül rahatlığı içinde yaşayasınız diye size kendi cinsinizden eşler yaratması, aranıza sevgi ve şefkat duyguları koymasıdır.6
Ayette geçen sekînet huzur ve tatmini; meveddet dostluk ve arkadaşlığı; rahmet, şefkat ve acıma duygusunu ifâde eder. Bu da evliliğin gençlik, orta ve ileri yaşlardaki tezâhürünün ifâdesidir.
Evlilikle gözlerini haramdan koruyanları Allah Kur’an’da şöyle anlatır: Orada bakışlarını, sadece eşlerine çevirmiş, daha önce ne insan, ne de cinlerin dokunmuş olduğu hanımlar vardır.7 Bu âyette başkasına bakmayan, sadece kocalarını “en yakışıklıklı”; eşlerini “en güzel” gören hanımlar ve beyler kastedilmektedir.
Rabbımız bize dünyada güzellik ver, âhirette de güzellik ver!8 âyetindeki “dünyadaki güzelliğin” mutluluk vesîlesi bir eş olduğuna işâret edilmiştir. Ayrıca “Kadın ve erkek, inanmış olarak kim sâlih amel işlerse ona hoş bir hayat yaşatırız.”9âyetindeki “hoş bir hayat”tan murâdın iyi bir eş olduğu ifâde edilmektedir. Hattâ bu yüzden Hz. Ömer sâlih bir hanımı dünyadan saymazdı. Çünkü o, insânı âhirete yönlendirir, derdi.
Evlenmeye imkan bulamayanlara da Allah Teâlâ, iffetle gözlerini korumayı tavsiye etmektedir: Evlenme imkanı bulamayanlar ise, Allah, lütfu ile kendilerini varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar.10
III- Nesli Muhâfaza
Dünya hayatının devâmı, insan neslin devamına bağlıdır. Bu durum insanlara neslin devamı ve korunması sorumluluğunu yüklemektedir. Geçmiş peygamberlerden Hz. İbrahim, İsmail ve Zekeriyâ (a.s.) Kur’an’ın beyânına göre Allah’tan mü’min nesiller istemişlerdir. Allah Âdem’in (a.s.) zürriyetinin devâmı için ondan kendi eşini yaratmıştır. Nitekim Kur’an’da buna işaret vardır: Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının.11
Evlilik sûretiyle hayat yoldaşı edindiğimiz eşlerimiz, temelde neslin devâmının en büyük unsurlarıdır. Nitekim Allah Teâlâ buyurur: Kadınlarınız sizin nesil yetiştiren tarlanızdır.12
Allah bizden hayırlı nesil duasında bulunmamızı isteyerek neslin devâmına kalbî, zihnî ve fiilî katkı bekler: Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl.13 Âyette niyaz edilen göz aydınlığı, gerçek göz aydınlığına vesile olan, kulluktan alıkoymayacak ve insanı büyük kavuşmaya hazırlayacak göz aydınlığıdır. Bu göz aydınlığına vesîle olacak nesillerin muttakîlere önder olacak kıvamda olması çoğalmaya ve gayrete bağlıdır.
Nesil kaygısına düşmeyen, gelecek endişesi taşımayan ve başkalarının yüklerine tâlib olmayan ne bu dünyada ne öbür âlemde yüz akına kavuşabilir. Allah Rasûlü, gayretsiz ve çabasız, başkasının çilesini çekmeden mutluluğa erişilemeyeceğini ifâde buyurarak ümmetinin de kalitesiyle ve kemâliyle artmasını, çoğalmasını murâd etmektedir: Evlenin ve çoğalın; muhakkak ki ben kıyamet günü sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere öğüneceğim.14
IV- Malı Muhâfa
İslam’da ferdî mülkiyet hürriyeti esastır. Herkesin malı, ırz ve nâmusu korunmuştur. Nitekim vedâ hutbesinde: “Kanlarınız, mallarınız ve namuslarınız korunmuştur”15 buyrulur. İslam’da ferd topluma, toplum ferde fedâ edilmez. Ekonominin merkezinde Allah vardır. Çünkü Allah ile alâkasını kesen insan sapar. Hem kendini, hem de dünyayı ziyân eder. Allah, insan için malın gâye değil vâsıta olduğunu şu ayette belirtmektedir: Allah’ın geçiminize vasıta/dayanak kıldığı mallarınızı aklı ermezlere vermeyin.16
Genelde nefsin ve neslin muhafazasında insanlar, evliliği aş ve işin akabinde görmektedir. Yani nefsini ve neslini muhafaza sorumluluğu taşıyan insan, iş ve aş sahibi olmadan evlenemeyeceğini düşünmekte ve yuva kurmayı geciktirmektedir. Oysa ki Allah Teâlâ bugünkü insanın ezberini bozarak sıralamanın eş, aş ve iş şeklinde olabileceğini şöyle ifâde buyurmaktadır: Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden elverişli olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah (lütfu ) geniş olan ve (her şeyi) bilendir.17
V- Aklı Muhâfaza
Dinî anlayışa göre akıl teklîfin şartıdır. Kişi ergenlik çağına girip aklî ehliyete haiz olunca dinî emirlere muhâtab olmaya başlar. Kur’an’daki: “Biz emâneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler”18 âyetindeki emânet, genelde akıl olarak yorumlanmıştır. Cenâb-ı Hakk’ın insana verdiği nimet ve emânetlerin en büyüğü akıldır. Aklın kıymetini bilmek ve onu, Mâbûd’unu tanıyacak ve insanlığa hizmet edecek bilgilerle donatmak kulların görevidir.
Zarûriyyât-ı dîniyye denilen bu beş şer’î maksad ve maslahatın korunacağı en önemli alan kanâatimce âiledir. Çünkü canlı organizmalarda hücrenin yeri ve özelliği neyse, toplum ve cemiyet için âilenin konumu da odur. Dînî ve millî hayatın devâmı, dinin, nefsin, neslin, malın ve aklın korunması âile hayatına bağlıdır. Gâye ve hedef de insanın korunmasıdır.
Dipnotlar: 1) er-Rûm, 30/30. 2) Ali el-Muttakî, Kenzu’l-ummâl, XII, 263 (44403); krş. Hâkim, Müstedrek, II, 175 (2681). 3) el-Mâide, 5/52. 4) el-Bakara, 2/187. 5) et-Tahrîm 66/6. 6) er-Rûm 30/21. 7) er-Rahman, 55/56. 8) el-Bakara, 2/201. 9) en-Nahl, 16/97. 10) en-Nûr 24/33. 11) en-Nisâ 4/1. 12) el-Bakara 2/223. 13) el-Furkan, 25/74. 14) Suyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, III, 146. 15)İbn Mâce, Menâsik, 76. 16) en-Nisâ 4/5. 17) en-Nûr 24/32. 18) el-Ahzâb, 33/72. 19) Mesnevi, IV, b.162-170.
Günahlardan Korunmak İçin
Maslahat da mefsedet de bir tohumdur. İnsanda ve toplumda hangisi uygun şart bulursa o öne çıkar ve gelişir. Dolayısıyla ferdî ve içtimâî hayatta mefsedet, kötülük ve günahların tesirinden korunmanın yolu gönüllere kötülük tohumu ekmemektir. Ekilen her tohum ortamını buldukça gelişmeye devam eder. Nitekim Hz. Mevlânâ der ki:
Kötülükte bulundun mu kork, emin olma,
Çünkü yaptığın kötülük bir tohumdur, Allah, onu mutlaka bitirir!
Birkaç kere, belki yaptığına pişman olur,
Utanırsın diye örter, gizler.
Lütfunu meydana çıkarmak için defâlarca örter de
Sonradan adâletini göstermek için cezâlandırır;
Bu sûretle bu iki sıfatının da meydana çıkmasını,
Lütfunun müjdeci, kahrının da korkutucu olmasını diler.19